Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

30 Eylül 2009 Çarşamba

Rakocevic ve Ben


Efes Pilsen'in bu sezon kadrosuna kattığı Igor Rakocevic ile geçenlerde Efes Pilsen'in Merter tesislerinde Banvit ile karşılaştığı maçın ardından fotoğraf çekinme şansını yakaladım.Herkes Rakocevic'in yanına gidip de fotoğraf çekinmek istediğini söylemeye çekiniyordu.Avrupa'nın en büyük oyuncularından biri olan Rakocevic'in kapris yapacağından veya fotoğraf çekinmeyi reddedeceğinden çekiniliyordu sanırım.Ben yanına gidip fotoğraf çekinebilirmiyiz Rako dediğimde güleryüzle''Tabi ki neden olmasın'' dedi.Yani ne kadar büyük bir oyuncu olursa olsun son derece ılımlı ve canayakın bir insan gördüm ben.Tam o sırada Sinan Güler oradaydı ve Sinan'dan rica ettim fotoğrafımızı çekmesini.Sağolsun o da çekti.Daha sonra Rakocevic soyunma odasına gitti ve Sinan Güler ile ayaküstü 5 dk sohbet etme şansı yakaladım.Dünyada bu kadar alçakgönüllü,sempatik,sevimli bir insan tanımamıştım 5 dk içinde.Yani rakiplerine korku salan savunmasından eser yok konuşmalarında ve tavırlarında.O kadar kibar ki bu kadarı da fazla bile diyebilirsiniz artık...20 yıllık bir Efes taraftarı olarak takımımı yakından görme ve izleme şansını yakaladığım için son derece mutluydum.Belki de Rakocevic ile Türkiye'de bir taraftar olarak fotoğraf çekinme şansını yakalayan ilk kişi olmak da ayrı bir mutluluk getirdi bana.Önümüzdeki haftalarda ayrıntılı bir yeni sezon değerlendirmesi yapacağım zaten ama gelin Rakocevic'i daha yakından tanıyalım bilmediğimiz yönlerine ve bilgilerine bir göz atalım...
IGOR RAKOCEVIC
Lakapları:Grasshopper(çekirge) ve The white Michael Jordan (beyaz Michael Jordan)...Sıçrama,fırlama ve atılma özelliklerinden dolayı çekirge lakabı takılmıştır.Yine aynı fantastik sıçrama yeteneği ve skorer oyunu sebebiyle de Beyaz Michael Jordan lakabına layık görülmüştür.
Pozisyonu:Skorer gard ve Point gard(combo gard dediğimiz her iki pozisyonda da oynayabilen hem sağ hem sol elini son derece iyi kullanan bir basketbolcu)
Boy/Kilo :1.94 cm / 86 kg
Doğum Tarihi: 29 Mart 1978
Kazandığı Ödüller:Yugoslavya ligi en çok gelişme gösteren oyuncu(1998) ,Fıba 20 yaş altı Avrupa Şampiyona'sı en değerli oyuncu MVP (1998) ,Adriatik Ligi en değerli oyuncusu MVP (2004) ,İspanya Ligi 3 sayı yarışması şampiyonu (2007) ,Euroleague en iyi ilk beş(2009) ,Euroleague 2 defa sayı kralı (2007-2009)...Hemen burda eklemek istiyorum.Euroleague'de 2 defa sayı kralı olmayı başarmış tarihdeki ilk ve tek oyuncudur..
NBA Kariyeri:2000 NBA Draft'ında Minnesota Timberwolves tarafından 51. sırada seçilmiştir.2002-2003 sezonuna kadar NBA'de oynamamıştır.Daha sonra toplam 42 maçda 1.9 sayı,0.8 asist ve 0.4 ribaund ortalamalarıyla mücadele etmiştir.Daha sonra serbest kalmış ve San Antonio Spurs ile imzalamıştır ama daha sonra oradan da ayrılarak serbest kalmıştır.
Avrupa kariyeri:Nba macerasından sonra Kızılyıldız'da oynamaya başlayan Rakocevic Adriatik Liginin en değerli oyuncusu seçilmiştir.Daha sonra kariyerini İspanya'da Pamesa Valencia,Real Madrid ve Tau Ceramice takımlarında sürdürmüştür.Tau ile 2006-07-08 de 3 defa İspanya süper kupasını,2008 de Copa Del Rey'i ve 2008'de İspanya Şampiyonluğunu kazanma başarılarını göstermiştir.Yugoslavya Milli Takım'ı ile Türkiye'de yapılan 2001 deki Avrupa Şampiyonasında ve 2002'de Indianapolis'deki Dünya Şampiyonasında şampiyonluklar yaşamıştır.
2009'da ise Türkiye Ligi Şampiyonu Efes Pilsen ile 3 yıllık net 5,5 milyon Euro'luk sözleşmeye imza atmıştır.

27 Eylül 2009 Pazar

''BABA'' Vitali Klitschko


Demir yumruk Vitali dün gece öyle bir performans sergiledi ki sevene sevmeyene dosta düşmana bu adam bir başka dedirtti.Vitali,rakiplerini o kadar çaresiz bırakıyor ve o kadar maçda ağırlığını hissettiriyor ki en sonunda Arreola göz yaşlarını tutamayarak çaresizliğinin dışa vurumunu tüm dünyaya gösterdi.Her şeyden önce ''Güneş doğudan doğar'' demek ne kadar doğruysa,bir Vitali vardır bir de diğerleri demek de o kadar doğrudur.Maçın teknik analizini de yapacağım ama önce Vitali'yi sevmeyen bazı kişilere sormak gerekiyor bir boksörden daha ne bekliyorsunuz acaba?Hiç abartmıyorum Vitali Klitschko benim kan davalım bile olsa onun bu perfrormansını görünce ona hayran olurdum.
Arreola'yı tebrik ve takdir etmem gerekiyor.O kadar fazla yumruk alıp 10 raund boyunca dayanmak gerçekden her babayiğidin harcı değildir.9.raund sonunda aslında Arreola bitmişdi.Köşede antrenörünün ''Dayan 3 raund kaldı'' şeklindeki sözlerini duyduğumda Arreola'nın havlu atmak üzere olduğunu anladım.10 raund boyunca tüm dünyanın en büyük en baba boksörünün en ağır yumruklarını alıp bu kadar dayanması bile mucizeydi.Denebilir ki 2 raund daha dayansaydı en azından Vitali'ye nakavt olmayan 2 boksörden biri olma şerefini ele geçirebilirdi diyenler çıkabilir.Ama artık tükendi Arreola.En son dayanacağı yer oraya kadardı.Vücut yapısı olarak son derece yağlı ve iri olması Arreola'nın 10 raund dayanmasının en büyük sebebidir.Bu tip boksörleri kolay kolay yere düşüremezsiniz ve yıpratamazsınız.Karşılaşma başladığında daha ilk raunddan itibaren kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir şekilde maçda ağırlığını hissettirdi Vitali...Arreola sürekli Vitali'nin üstüne giderek baskı kurma isteğindeydi.Ama üstüne gittikce yumruk aldı.Tek şansı Vitali iplere yaslandığında denk getirebileceği bir yumruk olan Arreola bunu da başaramadı.Risk taşıyan pozisyonlarda Vitali tecrübesini konuşturarak rakibine sarıldı ve uygun pozisyona geçerek maça devam etti.Vitali'nin maç boyunca Arreola'ya vurduğu''body shot'' denen vucuda yaptığı yumrukların çok önemli bir taktiğin eseri olduğunu söylemeliyim.Arreola iki elini de gard pozisyonuna geçirip çok iyi kapanarak Vitali'ye yaklaşmak istedi.Amacı Vitali'yi iplere yaslayarak oralarda bulacağı bir sert sağ ile maçı kazanmakdı.İşte Vitali,vücuda attığı yumruklarla Arrola'nın gardını düşürüp aynı anda suratına sol direk ve sağ direklerle vurarak Arreola'nın bu taktiğini suya düşürdü ve maçda üstünlüğünü pekiştirdi.Aslında bir nebze de olsa Arreola istediği bir iki tane yumruğu 4.raundda Vitali'ye isabet ettirdi.Ama o kadar sağlam bir çene ve tecrübesi var ki Vitali bana mısın demedi.
Vitali maçdan önce verdiği demeçlerde son derece iyi durumda olduğunu ve sağlık,kondisyon ve tecrübe olarak en iyi durumunda olduğunu söylemişdi.Gerçekden de tüm dünyaya bunu dün gece gösterdi.O kadar rahat ve kondüsyon olarak üst düzeydeydi ki 12 değil 24 raund bile olsa son derece rahat bir şekilde maça devam edecekdi.Çeşitli sakatlık sorunlarının olduğu Peter ve Gomez maçlarına oranla çok ama çok daha iyi bir Vitali izledik.Zaten o maçlardaki hali bile fazlasıyla yeterken bir de dün geceki performansı görünce bu adam Nirvana'ya ulaşmış demek gerekiyor.Rakipleri havlu atıyor ve pes diyor.Dün gece sol direklerini çok net ikili üçlü kombinasyonlarla kullanıp arkasından çok önemli sağları çıkarması ve bunu yüksek yüzdeyle isabet ettirmesi Arreola'yı diğer boksörlerden çok da farklı olmayan dayak yiyen boksör görüntüsüne soktu.Maç boyunca raund başına ortalama 80 yumruk atan bir Vitali izledik.Raund başına ortalama 80 yumruk demek ağır sıklet ortalamasının 34 yumruk üstünde yumruk atmak demektir.Ve bu attığı ortalama 80 yumruğu yüzde 40 oranında isabet ettirmiş Vitali.Yani ortalama raund başına 35 tane Arreola'nın yumruk alması demektir.Bu 35 yumruk alt sıkletlerde belki çok büyük bir rakamı ifade etmez ama ağır sıklette hem de yumrukları atan boksör Vitali olunca gerçekden inanılmaz bir rakam.Hele hele bu ağırsıklet ortalamasının tam 34 yumruk üstünde atan boksörün 38 yaşında olduğu gerçeğini de düşününce daha da inanılmaz bir hal alıyor.Ortalama raund başına 54 jab atan Vitali bunun yanında tüm maç boyunca sadece ve sadece 24 tane yumruk aldı Arreola'dan.
Maç sonrasında Vitali ''Şimdi 38 yaşındayım ve George Foreman'ın 45 yaşında en yaşlı ağır sıklet şampiyonu olma rekorunu kırmaya niyetim yok.Maç kolay olmadı,en iyi performansını sahaya koymalısın,Arreola da böyle yaptı,benim sağ huk yumruğumu alan bir çok rakibim kendini yerde buldu ama Arreola ayakda kaldı.''dedi.Belki 45 yaşına kadar ringlerde olmayacak Vitali ama en az 2-3 yıl daha onu izleme şansına ve şerefine nail olacağız.Bu bile benim ve benim gibi boksseverlerin mutlu olması için önemli bir sebep.Karşılaşma öncesinde esprili bir tavırla Arreola'ya ''Biliyorum ki yaşlı insanlara saygı duyuyorsun,ben yaşlı bir adamım senden 10 yaş büyüğüm,lütfen bana çok sert vurma'' demişti Vitali.Ben de buradan ihtiyar delikanlı Vitali'ye sesleniyorum ''Sen 38 değil 48 yaşına da gelsen o şampiyon karakterin,o büyük yüreğin,o inanılmaz boks yeteneklerin sayesinde her zaman senin en ''BABA'' şampiyon olacağına inancım sonsuz.''

23 Eylül 2009 Çarşamba

Vuelta a Espana 2009 ''64. İspanya Bisiklet Turu''


64. La Vuelta a Espana bu yıl tarihinde ilk defa İber yarımadasının dışında Hollanda’da Assen şehrinde başladı.Amaç bisikletin anavatanını işin içine sokarak azalan ilgiyi artırmaktı tabii ki.
29 Ağustos-20 Eylül arasında gerçekleşen tur’da Pireneler (Pyrenees) bu yılki parkurun içinde yer almadı ama yine de yeterince zorlu dağ etapları seçilmişti.Diğer yandan zamana karşılar daha kısa tutulmuştu.
Tura katılan bisikletçilere bakınca heyecanlı bir Grand Tour izleneceği fikri herkesde çok yaygındı.Cadel Evans , Alejandro Valverde , Fabian Cancellara , Ivan Basso , Samuel Sanchez , Andy Schleck , Frank Schleck , Robert Gessink , Tim Kirchen ilk etapta sayabileceğimiz isimler.Bu isimlere birde bisiklet dünyasının kötü çocuğu Alexandre Vinokourov ‘u ekleyebiliriz.
İlk etap, bir zamana karşı etabıydı.4.5 km’lik açılış etabını beklendiği gibi iyi bir zamana karşıcı olan Olimpiyat şampiyonu Fabian Cancellara kazandı.Cancellara Vuelta’ya katılma amacını Dünya Şampiyonluğu Turu’na hazırlanmak olarak açıklamıştı.
Bu arada İspanya turundan hemen sonra gerçekleşecek olan Dünya Şampiyonluğuna katılmak isteyen bisikletçilerin hazırlanma ve dinlenme amacıyla turdan ayrılmaları tur için olumsuz bir gelişme olarak görülebilir.
Oldukça düz olan 2.ve 3. gün etapları yine Hollanda topraklarında yapıldı.Emmen’de biten etabı Gerald Ciolek, Venlo’da biten etabı ise başlangıçta Andrei Greipel’in kazanmasına yardımcı olmaya çalışan ama finişte Greipel’in geride kalmasıyla Team Columbia-HTC’den takım arkadaşı Greg Henderson kazandı.
Başka bir düz etap olan ve Hollanda’da başlayıp Belçika’da biten 4.etapta ise finişi ilk gören isim Andrei Greipel oldu.Bu etapta akıllarda kalan yarışın sonlarına doğru yağmurun etkisiyle tehlikeli bir hal alan parkurda yaşanan ve 100’den fazla yarışçının içinde bulunduğu kaza oldu.Kaza sonrası Charles Wegelius, Chris Horner, ve Robert Kiserlovski yarışdan çekilmek zorunda kalırken kazayı pek çok bisikletçi hafif yaralarla atlattı.
Oldukça düz ve zorlayıcı olmayan ilk dört gün etabıbının ardından tura bir günlük ara verildi ve İspanya topraklarına yolculuk başladı.
İspanyadaki ilk zorlayıcı Tarragona – Vinaròs etabını Tom Boonen’in önünde Andrei Greipel kazandı.Bu Greipel’in 5 etap sonunda 2.birinciliği oldu.
Borut Boziç’in kazandığı 6. etap tura ilk defa ev sahipliği yapan içinde 2 adet üçüncü kategoriden tırmanış barındıran 186km’lik Xativa’da başlayan ve biten etap oldu.
Valencia’daki Formula1 yarış parkurunda yapılan 7.etap sonunda zamana karşıların iddialı ismi Fabian Cancellara ne kadar iyi bir zamana karşıcı olduğunu kanıtlarcasına yine en iyi dereceyi elde etti.
İlk 7 Gün sonunda genel klasmanda ilk sıradaki isim Tom Boonen’in 51 saniye önündeki Fabian Cancellara’ydı.
Yedi adet tırmanışın olduğu nispeten zor ve dağlık bir etaba göre bir o kadar uzun sayılabilecek 206 km’lik Alzira - Alto de Aitana etabı İtalyanların Küçük Prens dedikleri Damiano Cunego tarafından kazanılırken turda bir hayal kırıklığı yaşanıyordu ve tur öncesi favorilerden biri olarak gösterilen Fransa Turu ikincisi Andy Schleck turdan ayrılıyordu.
9. etap bir önceki etap gibi zorluk derecesi yüksek olmasa da yine tırmanışlara sahne oldu ve zirvede sonuçlandı. Gustavo César Veloso etabı kazanıyor ve genel klasmanda Alejandro Valverde , Cadel Evans’dan liderliği devralıyordu.
Alicante’de başlayan Murcia’da biten 10. etabın ilk bölümünde 19 kişilik bir grup atak yaparak uzun süre yarışı önde götürdü ilerleyen bölümlerde Alexander Vinokourov, Ryder Hesjedal, Simon Gerrans ve Jakob Fuglsang’dan oluşan dürtlü atak yaparak finişi birlikte gördüler , zafere ulaşan Cervélo TestTeam’den Simon Gerrans oldu.
11. etapta ise beklentilere nihayet karşılık verebilen Tyler Ferrar günün birincisi olurken , Alejandro Valverde Cadel Evans’la arasındaki 7 saniyelik farkı korumaya devam etti.

İkinci dinlenme gününün ardından finişin zirvede tamamlandığı Almería - Alto de Velefique etabı yapıldı.Clint Eastwood’u başrolde izlediğimiz Sergio Leone’nin dolar üçlemesi Spaghetti Westernleri çektiği Endülüs bölgesine (Andalusia ) uğradı Vuelta.
Garmin Slipstream’den Kanadalı Ryder Hesjedal etabı kazanırken Ezequiel Mosquera ve Robert Gesink yaptıkları ataklarla ön plana çıktılar.Valverde’nin yarışın sonlarına doğru gösterdiği direnç altın renkli mayoyu korumasını sağladı.
13. etap yarışın kuşkusuz kraliçe etabıydı.2520 metre yüksekliğe çıkılarak tur boyunca en yüksek noktaya çıkılmış oldu.İspanyollar için turistik bir kayak beldesi olan Sierra Nevada’da bitti etap.Zorluk derecesi oldukça fazla olan etabı Cofidis’den Fransız David Moncoutie kazandı.Etabı üçüncü sırada bitiren Alejandro Valverde genel klasmanda ikinci sıradaki Robert Gessink’e 27 saniyelik bir üstünlük sağladı.
Düz etaplar öncesi son bir dağlık etap olan Granada - La Pandera etabını İtalyan Damiano Cunego kazanırken 15. etapta Team Rabobank bisikletçisi Holandalı Lars Boom uzun süreli kaçışını galibiyetiyle sonuçlandırdı.
Toplu finişe sahne olan Córdoba - Puertollano etabını üçüncü etap zaferine ulaşan sprint finişlerinin Mark Cavendish’le birlikte son dönemlerde öne çıkan ismi Team Columbia-HTC’nin Gorilla lakaplı Doğu Alman kökenli sporcusu Andre Greipel kazandı.
Miguel de Cervantes’in masal kahramanlarından Don Kişot ( Don Quixote )‘un memleketi La Mancha’nın baskenti Ciudad Real’da başlayan 17. etabın son derece düz bir etap olma özelliğinden dolayı yine sprint finişle bitmesi bekleniyordu ama ana grubun önünde kaçış gerçekleştiren Française des Jeux takımından genç bisikletçi Anthony Roux birkaç metre farkla etap zaferi kazanan isim oldu..
UNESCO dünya mirası koruma alanı kapsamında olan , ortaçağ döneminden kalma surlarla çevrili tarhi Avila şehrinde soğuk ve yağışlı hava koşullarında geçen 18. etabının son metrelerinde Çek Roman Kreuziger ve İrlandalı Philip Deignan finişe doğru birlikte yol aldılar fakat Kreuziger, Deignan’ın atağına karşılık veremeyince etabı Cervélo bisikletçisi kazandı.
3 adet 1. kategoriden ve 1 adet 3. kategoriden tırmanışın olduğu bir sonraki etap turun son dağlık etabıydı ve Fuji–Servetto’dan Juan José Cobo zafere ulaşan isim oldu.Genel klasmanda ise Alejandro Valverde en yakın rakibi vatandaşı Samuel Sánchez’e 1' 26" fark yaparak liderliğini sürdürdü ve altın mayoyu neredeyse garantiledi.
UNESCO tarafından korunacak yer kapmasında bulunan , Madrid’in 70 km güneyindeki tarihi Toledo şehri son zamana karşıya evsahipliği yaptı.Düz bir parkurda gerçekleşen etabı Garmin–Slipstream’den David Millar kazandı.
21. etap turun son etabıydı.Geleneksel olarak her yıl ülkenin başkenti Madrid’in turun final etabına evsahipliği yaptığı Vuelta bu yılda Madrid caddelerinde Plaza de Cibeles ‘de 6 kez geçilen parkurla son buldu.
Beklendiği gibi bir toplu finişe sahne olan final etabını bu yıl Vuelta’da 4. zaferine ulaşan Andre Greipel kazandı.Andre Greipel aynı zamanda tırmanışlarda gösterdiği performans sonucu Yeşil Mayo’nunda sahibi oldu.
Genel klasmanda ve Kombine Klasmanı’nda ise Alejandro Valverde bu yıl son defa giyilen seneye kırmızıya dönüşecek olan altın renkli mayo’nun sahibi oldu.
Vuelta’nın Yokuş Klasmanı’nda Cofidis’den David Moncoutié kazanan isimdi.
Ve Xacobeo Galicia sürpriz bir şekilde en iyi takım performansını elde etti.
Yazan:Ahmet Altuntaş

21 Eylül 2009 Pazartesi

Ufuk ile Nostalji

Üniversite zamanlarımızda kendi ellerimle özenle yarattığım,posterlerle süslediğim o şahane odayı herkes görsün istedim.Sabah saatinde okula basketbol oynamaya gitmeden önce bir ön hazırlık olmadan hemen o anda çekilmiş bir video..Posterlerle ilgili yaptığım kısa ve bazen de bilgilendirici bazı yorumlarımı ben bile şimdi izlerken çok eğlendim.O posterlere her baktığımda değişik bir şeyler yakalardım.Onlara bakmadan evden çıkmazdım.Zaten ne mümkün posterleri görmeden evden çıkmak..Duvar yoktu resmen her yer rengarenk posterdi..Çektiğimiz videoya yorumlarıyla katılan dostum, Murat'a da teşekkür ederim.Onun katkısıyla beraber ben de posterler ve hikayeleri üzerine yorumlarda bulunuyorum.İzlemenizi tavsiye ederim...

Floyd Farkı


Aylardır beklenen maç maalesef beklendiği gibi büyük bir heyecana sahne olmadan sona erdi.Beklenen heyecana sahne olmamasının sebebi Mayweather’ın maçı domine etmesinden çok Marquez’in beklenen performansından uzak kalmasıydı.Floyd 2 yıla yakın bir süredir ringlerde olmamasına rağmen yeteneklerinden ve performansından hiçbir şey kaybetmediğini dün gece tüm dünyaya gösterdi.Belki kariyerindeki bazı maçlardan haketmeden hakem kararlarıyla galip ayrıldı ama Marquez maçı kesinlikle bunlardan biri değildi.Marquez yere düştüğünde bile sonradan açılmasıyla meşhur Meksika’lı boksörün halen bir şeyler yapabileceğine dair beklentim vardı.Fakat üstün tekniği ve yüzdeli yumruklarıyla Floyd buna izin vermedi.
Marquez’in tüm antremanlarında en çok üstünde durduğu ‘’hız’’ konusunda karşılaşma boyunca eksik kaldığını ve rakibinin hızına ulaşamadığı açık bir şekilde görüldü.Demek ki ne kadar antremanda çalışırsanız çalışın bazı özellikler ve yetenekler doğuştan kazanılır.Sonradan ne kadar çalışırsanız çalışın bu özellikleri bir yere kadar kazanabilirsiniz.Marquez rakibinin üstüne her gidişinde aldığı yumruklar cesaretini kırdı.Daha da önemlisi aldığı bu yumruklara hemen karşılık vermesiyle ünlü olan Marquez karşılık vermek istiyor ama bir de bakıyor ki Floyd birden oradan uzaklaşmış..Yani atmak istediği yumrukları ya boşa salladı Marquez ya da Floyd’un o değişik ama çok etkili gardında eridi.Maçdan önceki değerlendirmemde de söylediğim gibi bu maçı Marquez ancak ve ancak Floyd’u döğüşmeye zorlarsa ve bunu başarırsa kazanabilirdi.Bunu yapamadı Marquez.Aslında boksde’’fight fire with fire’’ denilen; atağa,yumruklara, yumrukla karşılık verilen bir müsabakada Many Pacquiao önünde Marquez’in çok etkili olduğunu görmüştük.Floyd maçının o şekilde olmayacağı aslında çok aşikardı.Marquez’in bu şekildeki bir maçda kesinlikle Floyd’dan en az bir kademe daha altta olduğunu gördük.Aslında aldığı yumruklarla daha önceden maçı bırakması veya nakavt olması da beklenebilirdi.Ama o konuda gerçekden Marquez’i de takdir etmek gerekir.Sonuna kadar elinden geleni yapmaya çalıştı ama elinden gelen bu kadardı.Çünkü karşılaştığı rakip hiç de kendi stilini ve boksünü yansıtabileceği ve üstünlük sağlayacağı yapıda bir boksör değildi.Hani hep söyleriz futbolda fizik gücü yüksek ülkeler bize ters gelir ve etkili olamayız diye.İşte Marquez’in yaşadığı da buna benzer bir olaydı.Maç boyunca durmadan çok sert ve hızlı yumruklar alıyorsunuz ve hemen karşılık vermek isterken bunu yapamıyorsunuz,yorucu ve yıpratıcı olduğu kadar aynı zamanda sinir bozucu bir durum.
Her ne kadar Marquez yetenekli ve gerçekten sert bir boksör olsa da herkes biliyor ki tüm planlar Mayweather-Pacquiao karşılaşması üzerine yapılıyor.Yani Marquez de Cotto da büyük kapışma öncesi son ısınma turları gibi görünüyor.Boks kulislerinde konuşulan şey Mayweather’ın bokse geri dönmesindeki en büyük etmenin Pacquiao olduğu yönünde.Hatta geri dönüşünü açıkladığı tarih Pacquiao-Hatton maçının olduğu 2 Mayıs 2009 günüydü.Birden dikkatler o tarafa dönmüş ve hemen olası bir Mayweather-Pacquiao karşılaşması konuşulmaya başlanmıştı.Daha sonra zaten çok ayrıntılı bir olası Pacquiao-Mayweather maçı analizi yapacağım.Ama şöyle bir bakıldığında her ikisininde Marquez,Hatton,De L a Hoya’yı yendiğini görüyoruz.İşin aslı Floyd,Marquez’i Pacquiao’nun yendiğinden daha net bir şekilde yendi.Fakat Pacquiao da Hatton ve Oscar’ı,Floyd’un yendiğinden çok daha bariz bir şekilde ezerek yenmiştir.Hani Western filmlerinde iki çetenin silahlı çarpışmasında herkes ölür ve iki taraftan da sadece birer kişi kalır ve en son kozlarını onlar paylaşır ya işte Floyd-Many kapışması da tıpkı böyle olacak.Zıt karakter,yaşantı ve boks stillerine sahip 2 boksörün yapacağı kaçınılmaz olan bu maç için şimdiden heyecan duymaya başladım.Savunma ve hücumun çarpışması olacak.Ezeli rekabetlerden örnek verecek olursak futboldaki İtalya-Brezilya ve basketboldaki San Antonio Spurs-Los Angles Lakers eşleşmeleri sanırım bu karşılaşmayı çok güzel özetler.Tyson-Lewis maçı sadece gişe gelirleriyle bırakın sadece boks tarihini tüm sporlar tarihinin en çok gişe geliri elde edilen karşılaşması olmuştu.Tam 23 milyon dolar.Ne dersiniz Floyd Mayweather-Many Pacquiao kapışması bu rekoru kırabilir mi?Bence çok zor ama bu rekoru kırmaya en yakın karşılaşma da sanırım bu maç olsa gerek.
Karşılaşmayı yayınlayan Fox Tv’ye teşekkür etmekle beraber o kendini bilmez spiker ve kendini beğenmiş Selçuk Aydın’a bu maçı anlattırdıkları ve yorumlattırdıkları için de kınıyorum.Dünyanın en önemli spor organizasyonlarından birinin yayın hakkını alıyorsunuz reklam yapmıyorsunuz bir de bizleri Bilgehan Demir’in sesine mahkum ediyorsunuz.İnsan hiç mi duymaz daha önce hiç mi dinlemedin Pacquia’nun ismi nasıl telafuz edilir Marquez’in ismi nasıl telafuz edilir.?Artık maç içindeki teknik yanlışlarından falan geçtim boksörlerin ismini dahi telafuz edemiyor.Ya Selçuk Aydın’a ne demeli..Yahu sen ne zaman nerde üst düzey bir maça çıktın da Marquez’i kendinle kıyaslıyorsun?Kıyaslamayı da geçti ben ondan daha iyiyim ben daha iyi döğüşürdüm bile dedi.Sinirden güldüm izlerken.Yazık olacak bu çocuğa .Birisi elinden tutsun,eğitsin ve kendisinin ne olduğunu Selçuk’a çok iyi belletsin.2.sınıf boksörleri yenmek ile Marquez ile kendisini kıyaslayamayacağını öğretsinler.Yunus Emre der ki:’’İlim ilim bilmektir,ilim kendin bilmektir,sen kendin bilmezsen ya nice okumaktır…’’

19 Eylül 2009 Cumartesi

İşte Müzik Budur...


Enfes bir enstrümental müzik ve çok güzel görüntüler eşliğinde dinlenmek istemez misiniz?

Bu Aşk Burada Biter


Koskoca bir Türk Basketbol Milli takımı nasıl olur da bir tek oyuncuya yenilir...Bir tek Spanulis malesef bizi dize getirdi.Buna bizim de katkımız olmadı mı elbette oldu.Turnuva başlamadan önce oyuncu seçimlerindeki yanlışlarla başlayan ve en son Yunanistan maçındaki hatalaraımızla sona eren bir şampiyona daha...Artık ''Yenildik ama iyi mücadele ettik,takdir topladık vsvs ''türündeki lafları duymak istemiyorum.Ben şampiyonluk istiyorum,artık o laflara benim ve bir çok basketbolseverin karnı tok..Maçda anlatılacak analiz edilecek o kadar çok şey var ki hangisinden başlayıp neresinden tutacağımı şaşırmış durumdayım.Daha önce de belirttiğim gibi en çok üzüldüğüm nokta bu kadar kalitesiz ve seviyenin düşük olduğu ve gerçekten şampiyon olabileceğimiz bir turnuvaya çeyrek finalde elveda dememiz.Rakipler bu kadar eksik ve konsantrasyon sorunu yaşarken biz neden Türkiye'yi şampiyonluğa taşıyacak oyuncularla gelmedik bu şampiyonaya.?Sorunun tek bir cevabı var;koskocaman bir Tanjevic...Al sana Yunanistan,al sana Schortsianitis,al sana Spanulis ve bu kadar almalardan sonra sen bu takıma Mehmet Okur'u alma emi Tanjevic,Kaya Peker'i alma emi iskeletor Tanjevic..İşte zurnanın zırt dediği bu tip maçlar için gerekliydi bize Mehmet Okur da Kaya Peker de hatta Serkan Erdoğan da..Schortsianitis sırtını bizim çubuk Semih'e dayayıp faulleri çıkardığında,sayıları bulduğunda veya arkadaşlarını dışarda uygun şut pozisyonuna soktuğunda acaba Tanjevic'in aklına ah Mehmet veya Kaya olsaydı da şu Scortsianitis'in arkasında dursaydı demek gelmiş midir acaba..Nba'de pota altının en savunulamaz belki de 2 adamı olan Tim Duncan ve Yao Ming'i son yıllarda çok başarılı bir şekilde savunan ve arkalarında duran Mehmet Okur bu kadroda neden yok?Oynadığımız 7 maçda kaç defa içerde bir uzunumuz sırtı dönük topu alıp sayı kazandırdı veya arkadaşlarına uygun pozisyon hazırladı?Toplasak sanırım 10'u geçmez.Peki en kritik soru rakip uzunlardan en az 2 tanesi dışardan şut atabilen en azından skor tehdidi olan oyunculardan oluşurken bizim 3 uzunumuz neden hep şutu olmayan oyunculardan seçilmiştir?Son anları oynarken ki acemiliğimizi görünce Nba'de bile bu konuda ün yapmış bir Mehmet Okur için hangimiz iç geçirmedik takımda olsaydı diye.Mehmet'in yanında bir de Hidayet olacaktı ama olmadı..Hani meşhur bir reklam var''Her şey elinizde'' diye söylüyor..Evet her şey elimizdeydi ama biz elimizdekileri kullanamadık...
Yıllardır,o kadar çok savunma, aman savunma,aman çok önemli, savunma olmadan olmaz sözlerini o kadar çok kullanmışız ki resmen hücum etmeyi unutmuşuz.Tamam savunma elbette önemli ama bu takım hücum edemiyor.Sapır saçma karambolden doğacak sayılara veya birebirden atılacak şutlara bakıyor adeta.Ne dersiniz çok mu fazla savunma savunma derken hücum etmeyi unuttuk?Yoksa Tanjevic bu takıma hücum seti çalıştırmadı mı hiç? Şöyle bakıyorum tüm maçların son saniyelerindeki yaptıklarımıza,tercihlerimize ancak lise takımlarında görebileceğimiz şekilde saçmaladık.Daha kötüsü olmaz yani limitinde saçmaladık son anlarda hücumda.İnanın bana ben bir tek hücum seti gördüm takımımızda.O da pivot perdelemeye geldiğinde perdeden çıkan oyun kurucumuzun uzaktan şut atması.Başka bir set gören varsa düzenli şekilde turnuva boyunca uygulanan lütfen yazsın.O kadar kötü oynadığımız bir Yunanistan maçında bile 3 defa maçı kazanma fırsatı altın tepside önümüze sunuldu ama biz hemen bu tepsiyi geri çevirdik.Büyük koçlar kenarda öyle bir hücum seti çizer ki rakip savunma çaresiz kalır.Ama malesef bizde bu yoktu.Bırakın rakip savunmayı çaresiz bırakmayı ellerini dahi kıpırdatmasalar biz zaten kendi kendimizi saçma sapan tercihlerle baltaladık.
Yapılan bir araştırma ve ankete göre basketbolda oyunun sonucuna en fazla etki eden etmenin ribaund olduğu ortaya çıkmıştır.O kadar önemlidir ki savunmada aldığınızda hızlı hücumu başlatırsınız,hücumda aldığınızda rakibi gafil avlayıp ya kolay bir sayı çıkarırsınız yada en azından bir kez daha hücum edersiniz.Fazla ribaund demek fazla hücum demek fazla hücum demek fazla sayı demek tüm bunların sonucunda da rakip savunmanın daha fazla yorulması ve sonunda maçı kazanmanız demek.İşte bu kadar önemli bir istatistikde rakipden 20 tane daha az riabund alıp da maçı kazansaydık ayıp olurdu..Günümüz basketbolunda artık çok ama çok önemli bir olgu da serbest atışlar.Çünkü artık güçler ve kadrolar birbirine o kadar denk oluyor ki belli bir aşamadan sonra işte bu serbest atışlar oyunun kaderini çiziyor.Hani tenisdeki basit hata denen bir şey vardır.İşte serbest atış kaçırmak da tenisdeki o basit hataya denk geliyor.Karşılaşmaların uzatmalarda sonuçlandığı ufak ayrıntıların belirleyici olduğu böylesine maçlarda işte bu serbest atışlar hayati önem taşıyordu.Biz rakibimizden 15 tane daha az serbest atış isabeti bulup bu maçı kazansaydık çok ayıp olurdu.Hem 20 ribaund az al hem 15 serbest atış daha az isabet bul sonra maçı kazanamadık şanssızdık de..Hadi canım sende!!
Yunanistan takımı o kadar tabiri caizse kazmalardan oluşmuş ki Spanulis haricinde skor üreten veya bir şeyler yaratabilen oyuncuları olmamasına rağmen bizi yendiler.İşte insanın zoruna giden de bu oluyor.Kazmalar topluluğuna yeniliyoruz.Le Bron James,Kobe Bryant bugün tek başına bir maçı alıp götürebilirler savunmalar aciz kalır belki tamam ama bir Spanulis tek başına koskoca bir Milli Takım'ı yenmesin Allah aşkına!!Çok saçma gelebilir ama dik iki kişiyi başına ve kazmalardan birini boş bırak.Bu bile bir şeydir ve işe yarayabilir.Adam ısınmış ve sanki serbest atış atar gibi topu bizim çemberimizden 3 er 3 er geçirdi.Şimdi Hidayet'i doğal olarak son anlardaki yanlış seçimlerinden dolayı suçlayanlar çıkabilir.Ama koskoca 3.çeyrek boyunca Hidayet'i kenarda oturtan hatta 4.çeyreğin bitimine 7 dk kala oyuna sokan Tanjevic'den sormak lazım bunun hesabını.Önceden bi Naumoski vardı terini formasına silerken elini kaldırır ve oynanacak hücum setini belirlerdi arkadaşlarına gösterirdi.Bizde belki bir Naumoski yok evet ama o hücum setlerini çalıştıran veya uygulatan her şeyden önce bir koçumuz yok.Bir takımın A,B,C planları olur hücumda ve birine savunma izin vermezse diğerini dener.Savunmamızla buraya kadar geldik tamam ama bizim hücumda bırakın A,B,C yi bir yumuşak G kadar bile bir planımız ve stratejimiz yoktu..
Evet...Şarkıda da söylediği gibi ''Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim''

''Mayweather VS Marquez'' Number one--Numero uno

Büyük karşılaşma öncesi çok güzel görüntüler eşliğinde maç önü klibi...

18 Eylül 2009 Cuma

''Vitali Klitschko'' Efsane Boksörün Efsane Şarkı Eşliğindeki Klibi


İnsanın içini kıpır kıpır eden çok şahane bir klip.Özellikle yaklaşan Chris Arreola maçı öncesinde Vitali'yi ve eski maçlarından performansları tekrar hatırlayalım ve maç gününe kadar da heyecanımızı yitirmeyelim...

Zito Galatasaray



Atina'da Avrupa Ligi gruplarına Panathinaikos deplasmanında 3 puan ile başlamak demek bu grubun efendisi benim mesajını rakiplere vermek anlamına gelir.İki takımın da oynadığı futbola baktığımızda skor tam tersi de olabilirdi ve buna kimse de şaşırmazdı.Panathinaikos bir çok pozisyon bulmasına rağmen bunları değerlendiremedi.İşte zaten iki takım arasındaki farkı ortaya çıkaran da bu oldu.İki takım arasındaki klas farkı ve bitirici yetenekli oyuncu farkı sonucu belirleyen en önemli etmen oldu..

Panathinaikos özellikle savunmadan kaptığı toplarla son derece hızlı ve akıcı bir şekilde rakip sahaya gelen çok tehlikeli bir takım görüntüsü çizdi.Fakat ceza alanı civarlarında bitirici oyuncu eksikliği yüzünden istediği golleri bulamadı.Cisse oynasaydı bulunan pozisyonlardan birini değerlendirirmiydi bence en az bir tanesini gole çevirirdi diye düşünüyorum.Tabi bunun yanında Galatasaray'ın savunmadaki eksikliklerine bir de Emre Güngör'ün sakatlanıp oyundan çıkması da Galatasaray'ın maç içinde özellikle savunmada zorlanmasına yol açtı.

Özellikle Baros eğer top ayağındayken topa hakim olmayı başarabilirse rakip kaleye çok çabuk giden ve savunmayı çok zorlayan bir oyuncu.Bu maçda da topa hakim olmayı başardı ve gerek attırdığı goldeki rakip sahaya akışı gerek attığı goldeki son derece akıllı ve golcüye yakışır hareketle kaleciyi çalımlaması ile son derece pozitif bir görüntü çizdi.Top Galatasaray'da kaldığı sürece pas yüzdesi yüksek ve top hakimiyeti son derece iyi oyunculardan kurulu olduğu için Galatasaray hiç tehlike yaşamıyor.Ama ne zaman pas yapmayı bırakıp bireysel çalımlara başvurduğunda kaptırılan toplarla savunmanın gafil avlandığını gördük..Özellikle Panathinaikos'da Leto son derece tehlikeli bir oyuncu olduğunu gösterdi.Süratli,adam geçebilen ve agresif bir futbolcu.Sol tarafda son derece etkili oldu burada Galatasaray'ın avantajı aynı Leto gibi süratli bir sağ kanat savunucusu olan Sabri'nin Leto'yu durdurmasıydı.Burada Hakan Balta'ya da değinmem gerekiyor.Bu kadar sağlam bir görev adamı,hemen hemen sıfır hatayla oynayan,soğukkanlı,yeterince hızlı,müdahaleleri yerinde,kuvvetli,hücuma çıkabilen,şutlarıyla goller bulabilen,savunmanın her bölgesinde ve orta sahada oynayabilen bir futbolcuya sahip olduğu için Galatasaray kendisini çok şanslı saymalı.Kaleci Leo Franco da tecrübesiyle ve yerinde çıkışlarıyla takıma katkı sağladı.Galatasaray'ın en klas ve en futbolcu gibi futbolcusu Harry Kewell bence bu takımın özellikle büyük maçlarda olmazsa olmaz futbolcusudur.En kötü olduğu maçlarda bile attığı paslar ve sahada duruşuyla takıma liderlik edebilen bir futbolcu Harry Kewell.Özellikle 2005 Şampiyonlar Ligi finalinde başlama vuruşunu yaptıkları Baros ile çok iyi anlaşması da başka olumlu bir etmen..Birbirlerini iyi tanıyorlar ama Baros biraz daha pozisyonlarda etrafına baksa boştaki arkadaşlarını görse daha da faydalı olacak.Sanırım golcü olmanın verdiği içgüdü sebebiyle direk kaleyi düşünüyor ve bu yüzden pas vermesi gereken bazı pozisyonlarda da o pası veremiyor.
Maçı anlatan Sabri Ugan'a da değinmeden geçemeyeceğim.Yani bu kişiye yıllardır bu piyasada nasıl maç anlattırıyorlar bir türlü anlayamıyorum.Maç boyunca Kewell' a Baros dedi, Baros'a da Kewell...Gördüğünü anlamıyor,heyecanı sıfır,her şeyden önce futbol bilgisi yok..Bir spiker hata yapar ama bu hatasını anlar ve bundan geri döner.Sabri Ugan gibi kalitesiz ve sıradan kişilerin maç anlatmasını istemiyorum..
Bu grupda artık Galatasaray'ın lider olarak bitirememesi sürpriz olacaktır.Zaten rakiplerinden kalite olarak üstün olan Galatasaray bir de en zorlu rakibinden deplasmanda 3 puan alınca bu tez iyice pekişmiş oldu.Peki Galatasaray bu kupada nereye kadar gidebilir? Eğer maçın belli bölümlerinde uyguladıkları rakibe basan ve boş alan bırakmayan oyununu en az 70 dk yapabilirse Galatasaray o zaman en az yarı final oynaması sürpriz olmaz.Ama kesinlikle top rakipdeyken uyguladıkları presi maçın geneline yaymaları şart.Zaten bunu yapabilirlerse,şu anda kupadaki hiç bir takımdan yetenek,kapasite ve potansiyel olarak aşşağıda olmayan hatta bir çoğundan daha üstün olan Galatasaray için bu kupada final oynayabilir demek sanırım mümkün.Unutmadan şunu söylemeliyim.Ben demiyorum ki Galatasaray bu kupada final oynar..Ama o potansiyelin olduğunu ve bazı eksik yönlerin de tamamlanmasıyla bu seviyede mücadele verebileceğini söylüyorum.Sonuçda böyle kupalarda en az 8 tane şampiyon olabilecek kapasitede takım olur ve bunlardan sadece 1 tanesi şampiyon olur.Şampiyon olacak takımı günlük performanslar,ufak detaylar,sakatlık durumları ve biraz da kura şansı belirler.İşte ben Galatasaray'ın bu 8 takımdan biri olduğunu düşünüyorum.Örneğin kalitesi ve potansiyeli düşük bir takım için konuşursak saydığım faktörler(günlük performans,ufak detaylar,sakatlık durumları,kura şansı vsvs) hiç bir zaman uzun vadede belirleyici olmaz.Sadece kısa vadede bir kaç maç kazanabilir böyle takımlar.Uzun vadede hiç bir zaman bu tip takımlar şampiyonluğa ulaşamazlar.Özellikle yabancı oyuncu tercihlerinde çok doğru seçimler yapan ve yerli oyuncuları da çok kaliteli olan Galatasaray'ı güzel günler bekliyor diye düşünüyorum.Tek soru işareti Galatasaray kaybetmeye başladığında takım buna nasıl bir reaksiyon verecek ve nasıl toparlayabilecek işte burası önemli.Transfer demişken Türkiye'de transferde işbilmez futboldan anlamaz yöneticilerin harcadıkları paraları görünce inanın çok şaşırıyorum.Düşününsene Beşiktaş Tabata'ya 8,5 milyon Euro veriyor Galatasaray Elano'yu 7,5 milyon Euro'ya alıyor.Şimdi sormazlar mı Yıldırım Demirören'e sen kimin parasını kime harcıyorsun diye.Rakibin Brezilya Milli Takımın'daki Elano'yu alıyor sen de Gaziantep Milli Takım'ından Tabata'yı alıyorsun.Hem de daha fazla para vererek alıyorsun.İnsan tüpcü olursa elbette futboldan da anlamaz.Ama tüp alıp satma işi olsa o zaman sanırım bu şekilde saçma sapan harcamalar yapmazdı.Kısacası elinizdeki parayı en verimli şekilde değerlendiremediğiniz sürece kaybetmeye mahkum olursunuz.Galatasaray bu sene bu parayı kaliteye ve amatör ruhlu profesyonellere yatırmıştır.Bu sebeptendir ki işte kupanın favorilerinden biri olarak görebiliyorum Galatasaray'ı..(Zito ne demek diye düşünenler olabilir.Yunanlılar İzmir'i işgal ettiklerinde tüm halka ''Zito Venizelos'' diye bağırmalarını söylemişlerdir.Yani ''Yaşasın Venizelos'' dedirtmek istemişlerdir halka.O zaman bu zorlamaya karşı direnen ve Zito Venizelos demeyen Fethi Bey'in kahramanlığı halen anlatılır.Belki Yunanlılar Zito Galatasaray demediler ama biz diyelim...Zito Galatasaray...)

17 Eylül 2009 Perşembe

Tanjevic İş Başında


Tanjevic'i eleştirmek için fırsat kolluyormuşum gibi gelebilir sizlere ama nasıl gelirse gelsin Tanjevic'in Slovenya maçını kaybetmemizdeki hatalarını ve takımımızın hatalarını madde madde yazacağım...
1)Son topdan başlayalım..Oyuncular kenarda koç hangi oyunu çizerse onu oynamaya çalışırlar.Eğer ki uygulama sırasında rakip savunma sizi planınızı uygulamak anlamında zor duruma sokarsa orada oyuncu tercihleri ve değişik etmenler işin içine girebilir.Son topda belli ki Tanjevic 3 sayılık bir basket ile maçı kazanmak üzerine bir set çizmiş.Kimse demesin ki orda Ender'in kişisel tercihi olarak topu Engin'e çıkardığını..Çünkü rakip savunma Ender'i bomboş bıraktı ve Ender de çok kolay 2 sayılık bir basket ile maçı uzatmaya götürebilecek fırsatı yakaladı ama potaya bakmadı ve Engin'e kenarda çizildiği üzere topu çıkardı.Hadi diyelim ki tercih meselesidir bazı koçlar maçı bitirmeye oynar..E tamam ama bari doğru kişiye kullandır bu son topu.Sen oyuna Engin ile başla sonra hiç oyuna sokma ve buz gibi olmuş eliyle son topu kullandırmaya çalış Engin'e..Herhalde Tanjevic'in aklına 2006 Nba Play-Off'larında Cleveland'lı Damon Jones'ın hiç oynamadığı maçın son şutunda Washington'ı devirdiği şut geldi..Ama burası ne NBA ne de Engin Atsür Damon Jones..Tabi şut girse bu sefer tam tersini söyleme ihtimalimiz de olabilir diye aklınıza gelebilir ama elinizde Reggie Miller,Ray Allen hatta şut atmak için yaratılmış olan Damon Jones yoksa son topu garanti 2 sayı varken 3 sayı deneyip maçı kaybetme riskine ben girmem.Hele de riske girdiğimiz maç bizim turnuvada daha sonraki rotamızı çok dikenli bir yola sokacak olan bir maç ise..
2)Alan savunması ne zaman kime karşı ve ne kadar süreyle uygulanır?Eğer rakip takımda çok delici oyuncular varsa ve birebirde o oyuncuları durduramıyorsanız alan savunmasına başvurursunuz.Bu alan savunması da oyunun çok uzun bir süresince de yapılmaz.Çünkü alan savunmasının içeri dalışları önlerken ki faydaları gibi çok daha fazla zaafları vardır.İyi şut sokan takımlara alan savunması yapmak risktir.Çünkü birebir başında bir savunmacı olmayan hücum oyuncusu şut atmak için yeterince boşluk ve görüş alanı yakalar.Baktınız şutları sokmaya başladı rakip siz de alan savunmasından vazgeçer adam adama savunmaya dönersiniz.Alan savunmasında ısrar etmezsiniz.Slovenya gibi her oyuncusu şut sokabilen,hepsi çok iyi pasör bir takıma karşı alan savunmasını neden ve hangi zihniyetle tercih etmiştir Tanjevic ben anlayamadım.Bu turnuvada belki de varolma sebebimiz olan adam adama savunmamızken bu silahımızdan sebepsiz yere hem de en riskli takıma karşı vazgeçip alan savunması yapmamız anlaşılır bir şey değil.(alan savunması yapan takımlar çok fazla da rakibe hücum ribaundu şansı verir ki Slovenya da ortaya düşen bu toplardan ikinci şansı yakaladıkları hücum ribaundlarını alarak canımızı yaktılar.30'u aşkın 3 sayılık şut denemelerinden sanırım bir anlam çıkarabilmişizdir.)Unutmadan şunu da ekleyeyim maçı anlatan spiker ve yorumcu yine bu ortadaki topu Slovenya aldı türünde sözler ettiler ya işte bu alan savunması yüzünden o ortadaki topları Slovenler aldı.Tesadüf ve şans ile alakası yok yani...
3)Özellikle hücumda kesinlikle birinci opsiyonumuz olması gereken Ersan'ı resmen unuttuk.Pozisyon hazırlayamadık ve sahada olmasına rağmen top kullanma fırsatları yaratamadık.Elbette savunma ile bazı maçları kazanırsın ama rakip yetenekli ve şutör oyunculardan kuruluysa onların bu silahına karşı sen de bu anlamda en etkili silahını kullanmalısın.Özellikle ikinci yarıda arkadaşlarının kaçırdığı topları tiplemesinin haricinde Ersan bir tek istediği pozisyonda topla buluşup sayı yapamadı Jagotnik'den Lakovic'den Udrih'den yediğimiz 3 sayılık basketler de tesadüf değil.Savunma bir ritm olayıdır.Bir alan savunması bir adam adama derken her sey birbirine girdi.
4)Bu turnuvada hasretini çektiğim şey pota altında sırtını dönüp birebir oynayıp sayı çıkaran veya dışardaki şutörlerimizi besleyebilecek bir oyuncu eksikliğimiz.Mesela Ermal Kurtoğlu tipindeki oyuncu..Slovenya maçında da buna benzer bir katkıyı sağlayabilecek Oğuz Savaş'ı hiç kullanamadık.Aynı Oğuz'u Efes-Fener final serisinde de kullanamamıştı Tanjevic.Peki o zaman bu adamı niye alıyorsun kadroya.Alıyorsan kullanacaksın hem de çok ihtiyacın olan bazı özelliklere sahipse bu oyuncu.Tüm bu olumsuzluklara rağmen maçı kazanabilirdik hatta savunmamızla Slovenya'dan daha çok iş yapabileceğimizi de gösterdik.Ama bu maçı kaybederek final yolumuzu özellikle yarı finalde çok zorlaştrırarak kendi kendimize baltalamış olduk.Şimdi önümüzde her bakımdan anlamı çok büyük olan bir Yunanistan maçı var.Daha önce de bahsetmiş olduğumuz yanlışlardan dönersek yetenek olarak daha ilerde olduğumuz Yunanistan'ı eleyebileceğimizi düşünüyorum.Ama bu hiç kolay olmayacak.Tıpkı Sırbistan maçına benzeyen bir maç yapacağız Yunanistan ile.Sert,savunmaların konuştuğu,itiş kakışı bol bir maç.İşte böyle bir maçda bizim yetenekli oyuncularımızın sazı eline alması gerekir ki kağıt üzerinde yetenek olarak üstün olmamızı sahaya yansıtabilelim.Rakip Yunanistan olunca gazozuna tavla da oynasan kaybetmek istemezsin ve heyecan da en yüksek noktaya çıkar.İşte Cuma günü böyle bir maç bizleri bekliyor.Elektriklenmenin çok olduğu bir maç şeklinde geçerse o heyecan ve istekle oynayan Milli Takım'ımızın kazanma şansı daha yüksek olacak diye düşünüyorum.İki takımın da birbirini uyuttuğu adrenalinin yaşanmadığı bir maç olursa malesef bu sefer de maçı kaybetmeye yakın taraf olduğumuzu söylemeliyim.

15 Eylül 2009 Salı

Nihayet


Nihayet Sırpları yenmeyi de başardık...Belki en kaliteli Sırp kadrosu veya en zirvede oldukları dönem olmasa da Sırpları büyük bir turnuvada yendiğimizi de gördük..Neden mi nihayet diyorum.Bu Sırbistan eski adıyla Yugoslavya ülkemizdeki 2001'deki Avrupa Şampiyona'sında finalde Abdi İpekçi'de 12 bin taraftarımızın önünde finalde bizi yenip şampiyonluğumuzu elimizden acı bir şekilde almıştı.Ardından 2002 Dünya Şampiyona'sında Indianapolis'de bizim için tamam devam anlamına gelen onlar için zaten gruptan çıkmayı garantiledikleri için bir anlam ifade etmeyen maçda bizi farklı yenerek tepetaklak olmamızı sağlamışlardı.Dahası da var..2003'de İsveç'deki Avrupa Şampiyona'sında iki takım adına da bu sefer ya tamam ya devam anlamına gelen maçda bizi son anlarda yine yenerek bir kez daha elenmemize sebep olmuşlardı.O zamanki kadrolarından hiç bir oyuncu olmayan bir Sırbistan'ı da yenmek elbette sevindirici ama benim hep içimde kalmıştı o eski Yugoslavya'yı bir türlü yenememek.
Sert savunmaların hücumu sindirdiği ve basit hata yapan takımın kaybedeceği bir maç oldu.En sonunda hücumda yaptıkları arka arkaya bizim savunmamızın da etkisiyle top kayıpları sayesinde maçı kazanmayı başardık.Evet bu Sırbistan gerçekten çok mücadeleci,inatçı ve bir türlü havlu attıramıyorsunuz ama o kadar çok görev adamı var ki kritik anlarda toplarını kullanacak takımı organize edecek frene basacak kaliteli ve tecrübeli bir oyuncunun sıkıntısını çok çektiler.Oyunun bu kadar sıkıştığı,her sayının çok önemli olduğu anlarda takımımızın en klas oyuncusu olan Ersan attığı sayılar aldığı ribauntlar yaptığı savunma ile maça damgasını vurdu.Elbette ki sadece Ersan değil tüm takım olarak yaptığımız savunma da maçı almamızdaki en önemli etkendi.Çok fazla tuttuğum ve sevdiğim bir oyuncumuz olmasa da Kerem Tunçeri'nin de hakkını vermem gerek.Bir oyuncu sayı atmadan da takıma nasıl katkı sağlar adeta bu konuda ders verdi.Birebir oyunla sayı üretmesi çok zor olan uzunlarımızı pota altında toplarla çok iyi buluşturdu,takımı organize etti ve hepsinden önemlisi rakip gardlara yaptığı can sıkıcı ve sinirlendirici baskısı gerçekten çok ama çok önemliydi.Ömer Aşık serbest atışlarda biraz daha isabetli oynasa sanırım maçı kopartabilme şansımız daha yüksek olacaktı.Ömer'in serbest atışları için şunu söylemeliyim,eğer maçdaki ilk serbest atışları sayıya çevirirse daha rahat ve kendine güvenle atıyor ve isabet oranı da yükseliyor.Ama bu maçda malesef kaçırarak başladı ve öyle devam etti.
Velickovic'in el üstünden attığı üçlükleri ve Teodosic'in skorer ve yaratıcı oyunu Sırpları maçda tuttu.Sırpların bugun sert oynaması hatta bizi son derece yorması bence bizim takım için bir kazançdı.Bu tür sertliklere ve mücadele seviyesine ulaşmak oynayarak kazanılıyor.Özellikle eşleşebileceğimiz olası bir Yunanistan maçında daha önceki turlarda kazandığımız tecrübe ve sertliğe son derece ihtiyacımız olacaktır.Öte yandan benim en büyük endişem diğer gruptan Hırvatistan ile eşleşmek.Bizi çok iyi tanıyan koç ve oyuncularla dolu ve her zaman basketbol fundamentali bizden daha iyi olmuş bir Hırvatistan sanırım bizi çok zorlayacaktır.Umarım eşleşmeyiz...Şimdi Slovenya maçı var sırada.İşte bu maç turnuva sonrasındaki taktiğimizin ne olacağı ile çok yakından ilgili.Oyuncularımızı dinlendirip ikinci olmak bize çeyrek finalde iyi gelebilir.Tabi diğer grubun sıralaması ne olacak o da bizim stratejimizi belirlemek adına çok önemli...Daha ötesi için de en önemli nokta Hidayet'in bugun olduğu gibi değilde daha çok oyunun içinde olduğu savunma ve hücumda etkin rol aldığı bir oyunu sahaya yansıtması olacaktır..

14 Eylül 2009 Pazartesi

Team Sky - Team Radioshack


Bu yılın en başarılı takımlarından biri hiç kuşkusuz Fransa turunda bir birinci , bir üçüncü çıkararak podyumda iki bisikletçisi ile yer alan Team Astana oldu.
Sprinterleriyle ve takım ruhunu en iyi yansıtan takım görünümüyle Team Columbia-HTC’ yi de unutmamak lazım.
Peki önümüzdeki yıl için neler olabilir, hangi takımlar ön plana çıkabilir? Henüz kadrolar netleşmediğinden bu soruyu cevaplamak şu an için zor .Bu arada bisiklet dünyasında oldukça ses getirecek yeni oluşumlar göze çarpıyor;

2010 Fransa Turu için iki yeni ve iddialı takım güçlü kadrolarla ve son derece sağlam sponsorlarla sahne alıyor..
Bunlardan bir tanesi Team Sky.
İngiliz medya devlerinden BSkyB ( Sky Tv ) takımın ana sponsorluğunu yapacak. 2013 yılına kadar sponsorluğuna devam edeceğini duyuran Sky TV , 30 milyon pound’luk bir yatırımı şimdiden gözden çıkardı.Takım için başka sponsor arayışlarıda sürüyor.
Team Sky, 2010 sezonu için ilk olarak aralarında olimpiyat altın madalya sahibi 2007 Fransa Turu’nun en genç bisikletçisi , Beijing altın madalyalı Geraint Thomas ve 2009 İrlanda Turu birincisi Russel Downing’inde bulunduğu 6 yarışçısının ismini açıkladı.
Çoğunluğunu Britanyalıların oluşturacağı 25 kişilik güçlü kadronun içine ilk olarak Steve Cummings , Chris Froome , Ian Stannard ve Peter Kennaugh dahil edildi.

10 Eylül 2009’da aralarında çok yetenekli yarışçıların olduğu on kişilik bir liste daha açıklandı.Listede şu isimler var; Edvald Boasson Hagen, Thomas Lövkvist, Kurt Asle Arvesen, Simon Gerrans, Juan Antonio Flecha, Kjell Carlström, John-Lee Augustyn, Greg Henderson, Lars Petter Nordhaug, ve Morris Possoni.
Yakın zaman içerisinde yeni transferlerin açıklanacağı söyleniyor.En önemlisi de bu transferlerin arasında İngiliz bisikletinin son dönemlerde yetiştirdiği yıldız isim , geçen yıl Fransa Turunda Garmin-Slipstream takımıyla dürdüncülük kazanan geleceğin şampiyonlarından biri gözüyle bakılan Bradley Wiggins war.

Britanya bisikletinin başarısının arkasındaki en önemli isim Dave Brailsford takım direktörü olarak görev yapacak.
Brailsford ,üzerlerinde Team Sky formalarıyla insanları bisiklet kullanmaya teşvik edecek yeni kahramanlar çıkarmak istiyoruz gibi açıklamalarla çok iddialı gözüküyor.
Manchester şehri takıma ev sahipiliği yapacak ve lojistik üs Belçika olacak.
Britanya’dan ve tüm dünyadan yeni isimleri kadrolarına katacaklarını söyleyen Dave Brailsford , bunu yaparken yarışçıların mevcut takımları ile olan sözleşmelerine saygı göstereceklerini ve sadece imza sonrası transferlerini açıklayacaklarını belirtiyor.
Team Sky’ın ilk performansı Avrupa dışında en önemli organizasyonlardan biri olarak kabul edilen Avustralya Adelaide şehrinde 17-24 Ocak 2010’da düzenlenecek Tour Down Under turu olacak.
Team Sky 2010 yılı için Fransa ve Italya turlarına katılmayı hedefliyor ; tabii ki bunun için öncelikleUluslararası Bisiklet Birliği UCI den pro tour takım lisansı alması gerekiyor.


Yol Bisiklet yarışlarında sahne alacak diğer yeni bir takım ; Lance Armstrong’un öncülüğünde , RadioShack ve Trek Bicycle Corporation ana sponsorluğunda kurulan Team RadioShack.
Takımın kaptanı, beyni kısaca her şeyi Lance Armstrong olacak.Lance’in takımda yarışacak olması hayranları için beklenen müjdeli haber olsa gerek.Bakalım bu büyük şampiyonun performansı nasıl olacak? Keza geçen yıl Astana’da Alberto Contador’la birlikte yarışmaları ve Contador’un takımda birinci adam olarak görülmesi Armstrong’un istediklerini tam olarak yapamadığı şeklinde yorumlanmıştı.Tabii burada Alberto Contador’un şampiyonluğunu hak ederek kazandığının altını çizelim.Lance Armstrong’un yeni takımıyla ipleri daha çok kendi ellerinde tutacağı ve performansının artacağı söylenebilir.Bu da bisikletseverlere kuşkusuz daha zevkli bir tur izlettirecektir.
Team RadioShack’da hangi bisikletçilerin yarışacağı Lance Armstrong tarafından belirleniyor.
Armstrong ilk günlerde henüz hiç kimseyle imzalamadık ama radarımızda pek çok yarışcı var demişti ve özellikle yol arkadaşları Levi Leipheimer , Chris Horner ve Andreas Kloden’in takımda olacaklarının sinyallerini vermişti.

Takımın anlaşma sağladığı isimler şöyle;Ben Hermans , Levi Leipheimer , Nicolas Maes , Sergio Paulinho , Gregory Rast , Sebastien Rosseler , Jose Luis Rubiera , Gert Steegmans , Tomas Vaitkus ve Haimar Zubeldia.
Takımın direktörlüğünü beklendiği gibi Armstrong’un US Postal ve Discovery Channel takımlarında birlikte çalıştığı Belçikalı Johan Bruyneel yapacak.
Armstrong ve Bruyneel’in bir arada olması zaten başlıbaşına şampiyon takım olmak için yarışacaklarının garantisi gibi gözüküyor.
Team RadioShack takımında Lance Armstrong’un Livestrong anti-kanser kampanyasına devam edilecek.
Armstong takım ruhunun önemine vurgu yaparken Astana , US Postral ve Discovery Channel’ı örnek gösteriyor ve yani takımında aynı atmosferde çalışacağını söylüyor.
Hatırlayalım Armstrong yedi şampiyonluğunun altısını US Postal takımıyla , 2005 deki son şampiyonluğunu Discovery Channel’la yaşamıştı.Bakalım sekizinci şampiyonlukta sarı mayosunun üstünde Team RadioShack yazacak mı?
Yazan:Ahmet Altuntaş

12 Eylül 2009 Cumartesi

Boğayı Boğduk


İspanya'yı yendik...Bu cümle bizlere 2001'den beri ne kadar yabancıydı.Bize İspanya'yı yeneceksiniz deselerdi bıyık altından bir gülümsemeyle'' Hadi ordan'' derdik..İşin gerçeği 2006'da dünya şampiyonu olan İspanya gerçek kalitesi,gücünde ve en önemlisi kazanma isteğinde değildi.Elbette bizim sahada ortaya koyduğumuz savunma,direnç ve en önemlisi hiç ama hiç geri adım atmadan mücadele etmemiz de bizim maçı kazanmamızdaki en önemli faktörlerdendi.Şimdi beni endişelendiren bazı noktalar var.Bu grupta İspanya dördüncü olup da şampiyon olursa ben hiç şaşırmam.Biz de gruplarda tüm maçlarımızı kazanarak çeyrek finalde eşleşeceğimiz olası bir Hırvatistan'a yenilirsek buna da şaşırmam.Çünkü Türk basketbolunun değil tüm Türk sporunun en büyük sorunu olan istikrarsızlık ve turnuva takımı olamama sıkıntısının baş göstermesi beni endişelendiriyor..Her şey bir yana oldum olası hiç sevmediğim her topa ağlayan,hakemlerle oynayan kısacası argo deyimiyle artist olan İspanyol'ları yenmenin verdiği zevki yaşamak çok güzeldi.Biz onlar gibi hakemlere ağlamadan mücadelemizi ettik ve son pozisyonda Ömer Aşık'ın Llul'a vurduğu tokat gibi biz de İspanyol'lara sert bir tokat atmış olduk..Unutmadan şunu da eklemek isterim bizlerin özellikle spikerlerimizin ve basın mensuplarının sürekli söylediği yabancı hakemler bizi sevmiyor,Türkleri eziyorlar bizi aşşağı çekiyorlar yalanı,safsatası ve ezikliğinden kurtulmamız gerekiyor artık.Olası mağlubiyetlere kılıf hazırlamak için uydurulan bu safsatanın gerçek olmadığı bugun bir kez daha ortaya çıkmış oldu.Maçın hakemleri çatır çatır teknik faulleri de sportmenlik dışı faulleri de İspanyol'lara çaldı.Hatta Ömer Aşık'ın Llul'u blokladığı pozisyonda faul çalsa kim ne diyecekti?Demek ki bizlerin uydurduğu Haçlı Birliği bizi engelliyor mantığından yani Küçük Emrah pozisyonundan kurtulmamızın zamanı geldi de çoktan geçiyor.
Milli takımımızın sertlik seviyesinin önceki turnuvalara göre son derece arttığını ve geri adım atmadığını gördük.Bu ilerleme de bence Efes Pilsen-Fenerbahçe Ülker serisinin önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.O seri o kadar sert ve Euroleague seviyesinin bile üstündeydi ki bu serinin olumlu etkileri Milli Takıma yansımış.Özellikle Abdi İpekçi'deki maçların atmosferi bugun belki Avrupa'da hiç bir maçda göremeyeceğimiz bir seviyedeydi o seride..Gerginlik ve el yakan anların da çok fazla yaşandığı Efes-Fener serisine teşekkür etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
İspanyol'larda Rudy Fernandez ve Navarro'ya biraz ritim buldursaydık bir anda bizi tepeleyip maçı kazanabilirlerdi.Hatta sert savunmamızdan biraz da olsa fırsat bulduklarında ne kadar etkili olabileceklerini gördük.Ricky Rubio'ya gelince evet yetenekli,saha görüşü,pas yeteneği ve basketbol fundamentali çok iyi olan bir oyuncu ama daha kelimenin tam anlamıyla bir çocuk.Bu tür üst seviye basketbol ve sertlikde hep geri adım atan basketbolcu profilindeydi.Top eline büyük geliyor resmen ama ilerde çok iyi yerlere gelebileceği de bir gerçek.O tecrübe ve sertlik oynayarak zamanla kazanılıyor.Garbajosa da o eski kurtluğundan ve etkili uzun mesafe şutlarından eser kalmadığını bizlere gösterdi.Tüm bunlara rağmen oyunun belli bölümlerinde İspanyol'ların bizi savunurken çok baskılı olduğunu gördük.Hücumda 24 saniyenın son sekiz dokuz saniyesinde hücum organizasyonları yapabildiğimiz dolayısıyla el üstü zorlama şutlarla sonuçlanan hücumlar bizi zaman zaman sıkıntılı anlara soktu.Ama Ersan'ın soğukkanlılığı ve tek kelimeyle kalite kokan oyununa savunmadaki savaşımız da eklenince maçı kazandık.Hem de nasıl kazandık;bizi buralara getiren karakterimiz olan savunmanın en önemli göstergesi olan bir blok ile kazandık.Burda Ömer Aşık'a değinmeden olmaz.Bence Tanjevic maça tıpkı Dwight Howard gibi başlayan Ömer'i çok fazla kenarda tuttu.Ama buna rağmen son hücumda Ömer'sahaya sürmesi 2 uzunla sahada bulunmamız da bir o kadar doğru bir hamleydi.Semih Erden genellikle takımın içine çiş yapan adam rolunden bu maçda biraz daha kurtuldu.Ömer Aşık ve Semih Erden o kadar uzunlar ve bu uzunluklarının yanında kolları da o kadar uzun ki ne rakip kısalar içeri girdiklerinde ne de uzunlar potaya baktıklarında basket bulamıyorlar kolay kolay.Pota altını karartıyorlar ve rakip kısalar ne kadar yetenekli olursa olsun öyle bir noktaya geliyor ki o engeli aşmak için yetenekden de daha fazlası gerekiyor.Bundan 15 sene önce Milli Takımımızın uzunu 2.06 lık Murat Konuk iken şimdi 2.12 nin üstünde dallı kollu Ömer Aşık..Bu oyununu ilerletirse Ömer kesinlikle çok iyi yerlere gelecek.Daha 21 yaşında bir oyuncu olduğunu unutmayalım Ömer Aşık'ın..Yeter ki gelişimini hiç bir zaman yeterli bulmasın ve hep üstüne koyarak devam etsin.Hele hele bu oyununa bir de orta mesafe şut ekleyebilirse o zaman tadından yenmez gerçekten...Semih'in Gasol'ü blokladığı pozisyonu görünce aklıma 2004'deki A.B.D-Türkiye maçı geldi.O zaman Dream Team ile yaptığımız 2 hazırlık maçının ilkinde Fatih Solak da Tim Duncan'ı bloklamış ve basına verdiği demeçde ''Artık ölsem de gözüm açık gitmez Duncan'ı blokladım''demişti.Umarım bu tür bir demeç de Semih Erden vermez..
Daha önceki yazımda demiştim ki asıl neler yapabileceğimizi bir üst seviyede 2.tur maçlarında göreceğiz..Evet bugun gödük ki o seviyede de mücadele edebiliyoruz.Umarım her zamanki sorunumuz olan istikrarsızlık bu turnuvada baş göstermez ve finale kadar yürürüz.Aslında sadece kağıt üzerinde baktığımız zaman görünen bir Türkiye-Yunanistan finali var..Eğer öyle bir final gerçekleşirse sanırım iki ülkede de hayat durur.O maçın heyecanını anlatmak için keliemeler kifayetsiz kalır...

10 Eylül 2009 Perşembe

Floyd Mayweather VS Juan Manuel Marquez '' Karanlıktan Aydınlığa ''


19 Eylül Cumartesi'yi 20 Eylül Pazar sabahına bağlayan gece saat 04.00'da MGM Grand, Las Vegas, Nevada'da ''money'' lakaplı Floyd Mayweather ile ''dinamita'' lakaplı Juan Manuel Marquez kozlarını paylaşacaklar.Öyle bir maç ki izlenme rekorlarının alt üst olacağını söylemek çok da abartı olmaz sanırım.Öncelikle iki boksörü ayrı ayrı tanıyalım daha sonra maçın özeline geçerek analizimizi tamamlayacağız...
Mayweather 39 karşılaşmasının 39'unu da kazanmış yenilgisiz bir boksör.Boksü bıraktığını açıkladığı tarihten geri dönmüş olacağı Marquez maçına kadar bir buçuk yılı aşkın bir süredir ringlerden uzak.Aile boyu boksör olan Mayweather 6 yaşından beri boks ile iç içe..Mayweather'ın boks özelliklerine bakarsak benim ona taktığım lakap ile tam bir ''pusucu kobra'' diyebiliriz.Rakiplerinin üstüne hemen hemen hiç gitmeyen her zaman savunmada kalan,sürekli geri adım atarak çekilen ama geri çekilirken inanılmaz kontralar çıkarabilen ve rakibi gafil avlayan inanılmaz yüzdeli yumruklara sahip bir boksör.Özellikle alt sıkletlerde boksörlerde pek görmeye alışkın olmadığımız 'jab' denilen düz gardlı boksörler için sol direk, ters gardlı boksörler için sağ direk diyebileceğimiz yumruklarını çok etkili kullanıyor.İnanılmaz bir boks altyapısına sahip olan Mayweather taktisyen boks stiliyle çok heyecan vermese de maçlarını kazanmayı başarabiliyor.Tabi burada ayrı bir paragraf açmak gerekiyor.Aslında Mayweather kariyerindeki iki maçı resmen kaybetmişti.Özellikle Jose Luis Castillo ile yaptığı ilk maçda tüm otoriteler hatta izleyen herkes Mayweather'ın maçı kaybettiğini söylerken 3 hakemin 3'ü de maçı Maywather'a vererek tüm dünyayı şok etmişlerdi.Mayweather'ın tabiri caizse kayırıldığı her zaman boks dünyasında konuşula gelmiştir.Ben de gerçekten, derin lobisi,çevresi,ailesinin boksdeki etkinliği ve en önemlisi para faktörleriyle Mayweather'ın korunduğunu düşünenlerdenim.Bu demek değildir ki Mayweather bu başarılarının hepsini bu tür kayırılmalarla kazanmıştır.Boksü bıraktığını açıkladığında tekrar döneceğinden ben çok emindim.Çünkü boks yapanlar kesinlikle bokse 100 yıl da yaşasalar doyamaz.Hele hele en üst seviyede boks yapıp da boksden kopmak çok ama çok zordur.Rocky 6 filmi bu söylediklerimi çok güzel anlatıyor aslında..Mayweather da boksden kopamadı ve kendisine gerçekten sert bir rakip seçti Meksika'lı Juan Manuel Marquez..
Marquez'i izleyip de hayran kalmamak heyecanlanmamak mümkün değil.Özellikle su anda dünyanın en büyük boksörü olarak adlandırılan Filipinli Many Pacquiao ile yapmış olduğu destansı 2 maç halen boks dünyasında konuşulmaktadır.Aslında birisi berabere sonuçlanan diğerini de tek puan farkla Pacquiao'nun kazandığı bu iki maçta genel toplamda Marquez Pacquiao'dan daha fazla raund kazanmıştır.Ama 2 maçda toplam 4 defa yere düşünce ufak bir farkla Many Pacquiao Marquez'e üstünlük sağlamıştı.Şahsen bir 3.maçın bu iki boksör arasında olmasını inanılmaz derecede istiyorum.Zaten Mayweather ile yapacağı maçı kazanırsa üçüncü Marquez-Pacquiao maçı kaçınılmaz bir hal alacak.Tam tersi olursa Mayweather-Pacquiao rüya maç 2010'da yapılacak ve o maçda ortada dönecek paraları telafuz dahi etmek yürek ister.Olacaklardan bahsetmeyi bırakalım ve Marquez'e dönelim.Öyle bir boksör ki kalbini sökmeden canını çıkaramayacağın ve yendim diyemeyeceğin inanılmaz savaşçı ve cesur bir boksör.Marquez diyor ki '' Ben ringe çıkarken öleceğimi düşünerek çıkarım''..Hani bir tabir vardır ölümüne döğüştü diye işte Marquez bunun ringe canlı yansıması.Meksika'da çok fakir bir ailenin 7 çocuğundan biri olarak doğan Manuel Marquez öyle zor şartlarda yetiştiğini söylüyor ki sokaklarda çetelerin elinde ölümü beklerdik genellikle diyor.Onun için boks maçından veya her hangi bir rakibinden korkmasının çekinmesinin söz konusu dahi olamayacağını söylüyor.Ailesine inanılmaz değer veren ve çok düzgün bir aile hayatı olan Marquez inanılmaz bir çalışma temposuyla hazırlanıyor Mayweather ile yapacağı maça..Her gün salondaki çalışmalarının ardından özel olarak alınmış olan oksijen odasına benzeyen çok değişik bir aletle nefes açma egzersizi yapıyor.Bunun kendisine çok iyi geldiğinden bahsediyor Marquez.Yaşının 37 olduğunu göz önüne alırsak bu tür ekstra nefes idmanlarına ihtiyacı olabilir.Her gün çalışmalardan sonra ne yumurtası oldugunu anlayamadığım küçük küçük 25 tane yumurtadan yapılan özel bir karışım içiyor ve bunun enerji ve vitamin deposu oldugundan bahsediyor Marquez..Elbette Mayweather da çok sıkı hazırlanıyor ama benim gördüğüm Marquez iyinin de iyisi bir hazırlık kampı geçiriyor..Marquez Mayweather maçıyla ilgili de şöyle diyor''Kariyerim için ortada büyük bir risk ve rakip var,fakat risk almadan bir şeyleri kazanamazsınız,hayatımda yaşadığım zorluklar beni fiziksel ve zihinsel olarak çok daha güçlü bir hale getirdi Floyd kendine çok güvenen bir boksör,ben de kendime çok güveniyorum kısacası yumruklar konuşacak'' 20 yıldır Marquez'i çalıştıran Ignacio Beristain'da Marquez için şöyle diyor''16 tane değişik sıkletlerde dünya şampiyonuyla çalıştım ve bunların içinde Manuel kesinlikle bir numara.Mükemmel olmak için her şeyi yapıyor ve bu özelliği de onu zaten şampiyon kılıyor,Manuel de kesinlikle ekstra bir duyu var yani 6 duyu organı var bunu çalışarak kazandı ve bu özelliği ona raund aralarında hep yardım ediyor ne yapması gerektiğini hissediyor'' Hemen şunu da eklemeliyim ki Marquez'in kesinlikle daha da hızlanması gerekiyor eğer Mayweather'ı yenmek istiyorsa.Zaten çalışma kampının önemli bir bölümünde bunun üzerinde duruyorlar.Maça yaklaşık bir hafta kala hemen hemen istedikleri hız noktasına eriştiklerini söyleyebilirim.
Mayweather ise çok akıllı ve zeki bir boksör,geri çekilip en uygun durumda rakibe sert yumruklarını indiriyor ve kesinlikle tek bir yumrukla Mayweather'ı yenmek imkansız..Yapılması gereken şey kombineleri sürekli kullanıp üzerinde baskı kurup aynı Mayweather'ın hızı ile ona karşılık vermektir.Marquez rakibi baskı altına alabilen stilinin yanında çok da iyi bir kontracı olduğu için Mayweather'a kendi silahlarını kullanarak zor anlar yaşatabilir.Tıplı Mayweather stilinde sparring boksörü bulup aynı Mayweather'ın haraketlerini taklit eden bu boksör ile çalışıyor Marquez.Sol hook direk sağlarını etkili kullanmak zorunda.Ve Mayweather'ın yaptığı gibi Jab'lerini sürekli aktif bir şekilde uygulamaya koymalı.Mayweather kombineleri olmayan en fazla 2 tane yumruk atabilen(ama sert) bir boksör.Her boks maçının değişik ritimlerle başladığını ve o anda kimin kendi stilini tarzını rakibe kabul ettirdiğinin de çok önemli olduğunu vurgulamalıyım.
Bu maçı kaybedecek boksör dünyanın en iyisi olmak için Many Pacquiao'nun karşısına çıkma şansını belki de kaybedecek.Onun için kaybeden karanlıkta kalıp kariyeri önemli bir darbe alacakken kazananın da aydınlığa çıkıp dünyanın en büyüğü benim deme fırsatını yakalayacağını söylemeliyim.Kesinlikle Marquez maçı sayıya bırakıp yakın bir maç çıkarırsa hakemler maçı Marquez'e vermezler.Ya maçı çok domine edecek yada nakavtlı bir galibiyet alacak ki zirveye çıkabilsin.Mayweather'ın da kariyerinin belki de en sert ve önemli rakibiyle kapışacak olmanın verdiği tedirginliği yaşadığını sanıyorum..İsterseniz bu iki boksörün hayatlarında ne için döğüştüklerini kendi ağızlarından aktararak yazımızı sonlandıralım.Mayweather diyor ki''Ben para için döğüşürüm çünkü parayı çok severim harcamasını çok severim ne kadar çok param varsa kendimi o kadar iyi ve önemli hissediyorum ben bir numarayım,ben kendim için döğüşürüm'' Marquez ise şöyle diyor''Ailem her şeyden önemlidir,ben tüm ailem için döğüşürüm;annem,babam,kardeşlerim,karım,çocuklarım için...''

Bisiklet Nedir ?


Bisiklet tüm dünyada bir ulaşım elemanı olarak kabul edilmektedir.Ülkemizde pek yaygın olmasa da son yillarda bisiklete olan ilginin birazda olsa arttığını gözlemlemekteyiz. Düzenlenen bisiklet turları ve özellikle Türkiye Cumhurbaşkanlığı Uluslararası Bisiklet Turu bu ilginin artmasında kuşkusuz önemli bir yer tutmaktadır.
Bisiklet dünyada özellikle avrupada çok sevilen önemli yarışları olan bir spor dalıdır.Yarışmaların önemi açısından iki spor dalını karşılaştırmamız mümkün olabilir.Tenisde dört önemli organizasyon vardır.Bunlar Grand Slam turnuvaları olarak adlandırılan Avustralya Açık ,Fransa Açık , Wimbledon ve Amerika Açık turnuvalarıdır.Bisiklette bu dört önemli organizasyonun karşılığı Fransa ( Tour de France ), Italya (Giro d'Italia )ve Ispanya (Vuelta a España )turlarıdır.Avrupanın bu üç en önemli bisiklet yarışına 3 hafta sürmelerinden ötürü Grand Tour denir.
Bu üç önemli turdan biraz bahsedelim ve önceliği en popüler ve aynı zamanda en eski olana verelim; Fransa Turu , yerel adıyla Le Tour de France , her yıl temmuz ayında Fransa ve Fransaya komşu ülkelerde yaklaşık 3500 km lik bir alanda koşulur .Tur dünyada en çok tanınan ve prestiji en yüksek bisiklet turudur.Avrupa Şampiyonlar Liginde oynamak bir futbol takımı için ne kadar önemli ve gurur verici ise bir bisikletçi için Fransa turuna katılmak o kadar cezbedici ve heyecan vericidir.
Fransa turu üç hafta süren günlük etaplardan oluşur.Etapların geçtiği güzergahlar her yıl değişir ama değişmeyen tek bir güzergah vardır o da turun final etabı olan son gün etabının ülkenin başkenti Pariste bitmesidir.Turda en çok yer alan ilk üç şehir Paris (135 kez ), Bordeaux ( 79 kez ) ve Pau (61 kez ) olmuştur. Tüm etaplar sonunda genel klasmanda en iyi zamana sahip bisikletçi sarı mayoyu giyer.Sarı mayo dışında üç ayrı mayo klasmanı daha vardır.Sprint kapılarından toplanan puanlar sonucu ortaya çıkan en iyi sprintere Yeşil Mayo verilirken , Tırmanış etaplarından en iyi dereceyi elde eden bisikletçi en iyi tırmanışçı anlamına gelen Dağların Kralı (King of the Mountains) ünvanıyla Kırmızı benekli beyaz mayoya sahip olur ve son olarak turun en iyi genç bisikletçisi Beyaz Mayoyla ödüllendirilir.Bu arada bu yıl sarı mayoyu Alberto Contadorun, yeşil mayoyu Thor Hushovdun , Kırmızı benekli (Polka Dot) mayoyu Franco Pellizottinin ve beyaz mayoyu Andy Schleckin giydiğini anımsayalım.
Turun geçmişine dönecek olursak , 1903 yılında 31 Mayıs-5 Temmuz tarihleri arasında yapılan ilk Fransa Turunu bir Fransız Maurice Garin kazanmıştır.Bisiklet tarihinin dört önemli efsanesi Jacques Anquetil , Eddy Merckx , Bernard Hinault ve Miguel Indurain Fransa turunu beşer kez kazanma başarısı göstermişlerdir.Fransa turunu en çok kazanan ise kendisinden nefret edenlerin bile hayranlıklarını gizleyemedikleri dünyanın en mücadeleci ruhuna sahip sporcularından biri olarak kabul edilen Lance Armstrongdur.Lance Armstrong 1999-2005 yılları arasında 7 kez üst üste sarı mayonun sahibi olmuştur.Lance büyüklüğünü kanıtlarcasına bu yılki Fransa turunda üç yıl ara vermesine rağmen üçüncü olmuştur.
Günümüz efsanesi Lance Armstrongun yanı sıra Fransa Turu pek çok efsane yarışlara ve efsane olmuş yarışçılara sahne olmuştur.Bu efsanelerden en çok konuşulanlardan biri Fransa Turunu 5 kez kazanan Jacques Anquetil ile Raymond Poulidor arasındaki rekabet ve sonrasında yaşanan dayanışma örneğidir.
Fransanın bir köyünde bir çiftçi olarak büyüyen , 10 yaşına kadar idolü efsane boksör Marcel Cerdan olan ama Marcel Cerdanın 33 yaşında ölümüyle bisiklet sporuna yönelen Poulidor hep iyi bir bisiklet yarışçısı olmuştur fakat hiçbir zaman Anquetil gibi bir efsane olamamıştır.
Yarış stillerine değinecek olursak Jacques Anquetil hep iyi bir zamana karşıcı ve iyi bir tırmanışçı olarak bilinir, bu anlamda kendisini Lance Armstronga yada Alberto Contadora benzetebiliriz.Raymond Poulidor ise daha çok agresif bir yarışçı kimliğiyle ön plana çıkmıştır.İkilinin mücadelelerinde hep Poulidor Anquetilin arkasında yer almıştır.Anquetil sportif başarıda hep Poulidorun önündedir bunun yanında daha düzgün bir aksana ve daha iyi bir fiziksel görünüme sahiptir ama her zaman ezilenin yanında olma anlayışından mıdır bilinmez Raymond Poulidor Fransız halkının sevgilisi olmuştur.İkili 1964 Fransa Turunun 20. etabı olan zorlu Brive la Gaillarde-Le puy de dome etabının Le Puy De Dome yanardağı tırmanışının finaline doğru omuz omuza mücadeleye girmişler Poulidor ilk defa Anquetili geçme şansını elde etmiş ama Anquetilin direncini aşamamıştır.
Poulidor yıllar sonra Anquetil ölüm döşeğindeyken ziyaretinde kendisine söylediklerini şöyle anlatır : Anquetil bana, kanser o kadar acı veriyorki sanki her gün , günün her saati Puy De Dome dağına tırmanıyor gibi acı çekiyorum dedi ve devam etti , dostum , bir kez daha ikinci olacaksın.

Bisiklet nedir sorusunun cevabı Jacques Anquetil için bir yaşam şekliydi içinde pek çok sevinci ve hüznü barındıran ve hayatı boyunca bu şampiyon hiç bisikletinden inmemişti ; son yolculuğunu son yarışı olarak görmüş finişi yine rakibinin önünde geçmişti.
Yazan: Ahmet Altuntaş

İyimser Bir Gül


Her şey Basketbol Milli Takımımız için o kadar iyi gidiyor ki insanın aman nazar değmesin diyesi geliyor.Savunmadaki agresif oyunumuz,hücumdaki zaman zaman ihmal etsek de topu paylaşıp paslaşarak oynamamız,doğru adamları bulmamız,isabetli şutlarımız yani her şey yolunda ve bizlerin iyimser olmaması için hiç bir sebep yok.Elbette akıllarda soru işaretleri var.Oynadığımız rakipler eksik ve ne kadar ekol de olsa kalitesi düşük Litvanya,antreman takımı görüntüsündeki Bulgaristan ve ev sahibi olmanın verdiği itici güçle ve sayılı oyuncuların omuzlarında bir yerlere gelmeye çalışan kesinlikle bizim kalitemiz ve kalibremizde olmayan Polonya olunca bu soru işaretlerinin akla gelmesi de doğal.Üst düzey bir savunma ve hücum takımı yani komple bir takımla karşılaştığımızda neler yapabileceğimiz benim için çok önemli.Bunun için de ikinci tur maçlarını beklememiz gerekiyor.İspanya,Sırbistan ve Slovenya maçları bu iyimser gülün iyice yeşermesine mi sebep olacak yoksa solmasına mı hep beraber göreceğiz.
Maça seyirci desteğiyle hızlı başlamasını beklediğim Polonya'ya sert savunmamızla izin vermeyerek baştan rakibi sarstık ve bu hızlı başlangıcıyla ritim bulan Polonya'ya o şansı tanımadık.Daha sonra üçüncü çeyreğin başında bocaladığımız bir bölüm hariç her şey istediğimiz gibi gitti ve maçı rahat bir şekilde kazandık.Ömer Aşık'a bu maçda özel bir yer açmak gerekiyor.Shaq'ın gençliği gibi dominant bir oyun oynadı.Genellikle savunmada takıma bloklarıyla katkı veren Ömer Aşık bu sefer hücumda da takımımıza önderlik etti.Ömer Aşık'a topu verip hadi bir şeyler üret dediğiniz zaman verim almanız neredeyse imkansız.Fakat oyun kurucular, pozisyonu hazırlayıp uygun pozisyonda, topu potaya yakın bir yerde Ömer ile buluştururlarsa o zaman uzun boyunun ve kollarının avantajıyla çok rahat bitirebiliyor pozisyonları...Dün de bu böyle oldu ve Ömer attığı 22 sayıyla maçın en skorer ismi olmayı başardı.Şöyle bir bakıyorum da Semih Erden Ömer Aşık'tan çok daha önce A takımda oynamaya başladı daha önce şans buldu ama Ömer'in yapmış oldugu ilerlemenin yarısını bile gösteremedi..İnsan yine düşünmeden edemiyor bu takımda Semih'in ne işi var Kaya Peker dururken diye...
Özellikle ilk yarıda Logan'ın devreye girememesi Polonya'nın hücumdaki etkinliğini çok aşşağılara çekti.Çünkü her top Logan'ın elinden dönüyor ve üretilen sayıların kaynağı hep Logan olmuştu bu zamana kadar.Zaten 3. çeyrekde biraz devreye girince Polanya bizi yakalamaya yaklaştı.Biz de topu çevirmeden el üstü zorlama atışlara başvurunca bir ara maç sıkıntıya girse de Hidayet,Ender,Ersan'ın yüksek yüzdeli şutları ve vidaları savunmada tekrar sıkarak bu sıkıntıyı çabuk savuşturduk.
Şimdi merakla Cumartesi günü başlayacak olan 2.tur maçlarını bekliyoruz.Bakalım bizim iyimser gülün akıbeti ne olacak İspanya,Sırbistan ve Slovenya karşısında...

9 Eylül 2009 Çarşamba

Hep Sonradan Gelir Aklım Başıma


2010 Dünya Kupası hayallerimizi Bosna topraklarında gömdük ve acı gerçekle yüzleştik.Hep söyleniyor biz daha kaliteli takımız bizim potansiyelimiz daha iyi diye..İyi takımsan eğer grupta Estonya'ya puan kaybetmeyeceksin,Belçikayı kendi evinde yeneceksin hatta ve hatta bir puanın bile çok değerli olduğu İstanbul'daki İspanya maçında galibiyet arayacağım diye açılıp son dakikada mağlup olmayacaksın.Eğer bunları yapamazsan,Bosna Hersek deplasmanında top toplayıcı çocukların yaptığı işi yapar ve ordan burdan top getirmeye koşarsın yani akılsız başın cezasını ayakların çeker...
Maça öyle bir başladık ki ilk 10 dakikada sanırsınız ki Brezilya sahada.Ama daha sonra sahada öyle bir Milli Takım gördük ki sanırsınız San Marino'nun bir zamanlar kasaptan,bakkaldan,terziden,manavdan oluşan Milli Takım'ından bir farkımız yoktu.Maçtan önce Fatih Terim'e bir lamba cini gelse ve ''Dile benden ne dilersen'' dese Fatih Terim erken bir gol bulmayı dilerdi sanırım.O golü bulduk her şey daha rahat olacak diye düşünürken bir de baktık maç bizim ceza sahası civarında oynanmaya başladı.Elbette golü yiyen Bosna yüklenecekti nispeten baskı yememizi de normal karşılayabiliriz.Ama bu gibi durumlarda baskı yiyen takımların yapması gereken şeyler vardır.Ayağa pas yaparsın,oyunu soğutursun,top tekniği yüksek oyuncularını topla buluşturup her şeyin yerli yerine oturmasını sağlarsın.Biz golü attıktan sonra Bosna baskısı altındayken bu saydıklarımın hiç birini yapamadık.Topu şişirdik,topla çıkarken kaptırdık kısacası amatör takımlar gibi bir hale düştük.Zaten Bosna'nın aradığı şey olan bu ortamda da zaten Salihovic'in enfes frikik golü geldi.Kimse demesin ki olmayan faul verildi de gol yedik diye.Çünkü o golü biz davet ettik ve Bosna hakettiği golü buldu.Bu tip frikiklerde kalecilerin bir köşeyi komple boşaltıp diğer köşeye gitmesini ben doğru bulmuyorum.Biraz daha ortalı durup gol riskini daha aşşağıya çekebilirdi Volkan.Ama kimse bu gol de yenir mi diyemez, kurtarsa ekstra olurdu ama kurtaramazsa da çok fazla eleştirilemeyecek derece de sert ve isabetli bir vuruş yaptı Salihovic.Golü yedikten sonra Bosna'nın bizim üzerimizde kurduğu baskıyı biz onların üzerinde kuramadık.Son 15 dakikadaki şuursuz ve dağınık baskıyı bir kenara koyarsak aradaki sürenin en az 40 dakikasını boşa geçirdik.Kazanmak zorunda olduğun bir maçta bu kadar zamanı çöpe atmaya hakkın yok.Tüm bunlara rağmen yıne de maçı kazanacak net pozisyonları yakaladık ama malesef bunları değerlendiremedik.Arda'nın direkten dönen şutu,Sercan'ın daha soğuk kanlı köşeye bir vuruşla rahatlıkla gol yapabileceği topu sert bir vuruşla kaleciye nişanlaması sonucunda aradığımız golü bulamadık.Arda'dan sonra Avrupa standardında oynayabilecek nadir oyuncularımızdan biri olan ve benim çok beğendiğim Gökhan Gönül ileriye çok fazla çıkmasına ataklara destek vermesine rağmen bitirici paslar ve ortalarda malesef başarısız oldu.Kafayla Semih'e indirmeyip kaleye vurduğu topda biraz soğuk kanlı olup tık diye indirse tık diye golü bulup belki de galip gelecektik.Gökhan sağ kanadı oldukca hareketlendirirken aynı aksiyonları sol tarafda göremedik.Bu da bizim tek yönlü oyun oynamamıza sebep oldu ve rakibin tedbir almasını da kolaylaştırmış olduk.Milli Takım'da istikrarlı,net,düzgün,isabet oranı yüksek olarak şut çeken bir tane oyuncumuz yok malesef.Topu bir o yana çekip bir bu yana kıvırıp bir ortaya çıkarıp bir geri alayım derken rakip kapanıyor ve karambolün içinde pozisyonumuzu kaybediyoruz.Halbuki ilk pası alır almaz uygun pozisyonda kaleye şutu çeksek o zaman gerek direk gol olması gerek kaleciden dönen toplar vs ile gol bulma şansımız çok artacaktır.Çünkü dünya futbolu artık öyle bir hal aldı ki çabuk düşünüp uygulamak son derece önemli bir hale geldi.Gecikmiş olarak yaptığın her hareketi rakip hemen kapanarak savuşturuyor.
Papaz bu sefer pilav yemedi..Norveç maçından başlayıp Avrupa Şampiyonası'ndaki maçlarımızla devam eden papazın pilav yemesi artık durdu.Sanırım o kadar pilav yedi ki doymuş olmalı..Dünya kupasına gitmek için eleme grubundasın.Yani tek maçlı eleminasyon sistemi yok.Biz istiyoruz ki olan olsun ama bir maç gelsin ve o maçı kazanıp Dünya Kupası'na gidelim.Yok öyle kestirme yoldan köfte.Tüm maçlarını aynı ciddiyetle oynayacaksın ve Bosna Hersek gibi hakedip öyle gideceksin Dünya Kupası'na.Düşününsene daha düne kadar ciddiye bile almadığımız Bosna grupta 21 gol atarken biz sadece 11 gol atmışız.Her haliyle,seyircisiyle,futbolcusuyla Dünya Kupası'na gitmeyi bizden daha çok isteyen Bosna'yı takdir etmekle beraber bize yine,Milli takımımız çok yetenekli ama tüh olmadı şanssızlık gibi fukara avuntusu sözlerle kendimizi avutmayı bırakmamız gerektiğini de önemle vurguluyorum.Unutmamalıyız ki herkes kendi şansını kendisi yaratır!!!

8 Eylül 2009 Salı

Vitali Klitschko VS Chris Arreola '' YANGIN GECESİ ''


26 Eylül Cumartesi gününü 27 Eylül Pazar sabahına bağlayan gece Türkiye saatiyle 05.00'da Staples Center Los Angles'da WBC Ağır sıklet dünya şampiyonu 'demir yumruk' lakabıyla bilinen Vitali Klitschko, Meksika asıllı rakibi Christobal Arreola'ya karşı kemerini korumak için ringe çıkacak.Bu karşılaşmanın tüm dünyada büyük ilgiyle karşılanması bekleniyor.Özellikle Vitali uzun bir aradan sonra Amerika topraklarında ilk kez bir maça çıkacak.Kim ne derse desin boksun en büyük arenası Amerika'dır ve orada yapılan maçlar her zaman daha fazla reyting getirmiş ve yüksek oranda ilgiyle karşılanmıştır.Vitali basına vermiş olduğu röportajlarında bu maçı çok ciddiye aldığını,rakibinin genç sert ve yeni neslin önemli bir boksörü oldugundan bahsediyor.Zaten Klitschko'ların en büyük özelliklerinden biri hiç bir rakiplerini küçümsemeden tüm konsantrasyonlarıyla yapacak oldukları maça hazırlanmalarıdır.Zaten Arreola'nın da küçümsenecek bir rakip olmadığı aşikarken rakibini ciddiye alan ve formda bir Vitali'nin bu maçı kazanacağını düşünüyorum.Ama kesinlikle ne Samuel Peter ne de Juan Carlos Gomez maçları kadar kolay geçeceğini düşünmüyorum.Aslında şöyle bir bakınca Samuel Peter ile Arreola birbirine çok benzeyen vücut yapısı ve benzer boks tarzları olan boksörler gibi duruyor.Ama kesinlikle Arreola'nın boks altyapısı ve fundamentali Peter'dan daha iyi.Nasıl yumruk atması gerektiğini bilen,agresif ve çenesi de sağlam bir boksör.Önceki maçlarında knock down olmasına rağmen sarsılmadan yerden kalkıp maçlarını üstün performanslarla kazanmasını bildi.Tabi insanın aklına kime karşı kazandı bu maçları diye bir soru geliyor.Bir çok defa gördük ki başka maçlarda çok üstün performans gösteren boksörlerler Vitali'nin karşısına çıkınca sıradan bir boksör haline dönüşüyor.Arreola'nın da bu sınıftaki boksörlerden biri olacağını tahmin ediyorum her ne kadar Peter ve Gomez'den daha iyi de olsa.İşin aslı rakibi çok kuvvetli onun yapabileceği şey pek yok.Bahsettiğimiz boksör bence şimdiden yaşayan efsaneler sıfatını hakeden hatta yaşayan değil bizzati ringde döğüşen boksör Vitali Klitschko..Her şeyden önce şunu söyleyeyim Vitali gibi bir efsaneyle aynı dönemde yaşamış olmaktan ve onun maçlarını canlı olarak yaşamaktan dolayı kendimi son derece şanslı görüyorum.Kariyerindeki kazandığı maçların biri hariç hepsini nakavt ile kazanan(sayıyla aldığı tek maç Timo Hoffman maçı ki o maçta Hoffman inanılmaz bir direnç göstermişti),görünüşte kaybetmiş oldugu 2 maçın ikisinde de sakatlıktan dolayı yenik sayıldığı anda hakemlerin skor kartlarında önde olan,kariyerinde daha hiç yere düşmemiş,bokse 4 yıl ara verdikten sonra dönüp şampiyonluğu güle oynaya tekrar kazanan bir isimden bahsediyoruz.Tüm bunlar dışardan görünen özellikleri veya istatistikleri.Bir de ringde yaptıkları var ki işte biz ona boks demiyoruz sanat diyoruz,ninelerimizin örgü ördüğü gibi nakış nakış ilmik ilmik bu sanatı ringlere işleyen Vitali Klitschko'dan bahsediyoruz.
Yangın gecesi gibi olmasını beklediğim maçda Arreola'nın neler yapması gerektiğine bakalım birazda.Bir defa eğer o meşhur Meksikalı genleri Arreola'da varsa (en tipik ve üstün örneğini Manuel Marquez'de görebiliriz) işte o zaman Vitali'ye zor anlar yaşatabilir.Nedir o Meksikalı genindeki özellikler.Savaşçı,saldırgan,yılmayan,sürekli rakibi baskı altına alan,olması gerektiğinden bile fazla cesur kısacası gözünü daldan budaktan sakınmayan boksör profili.Bunların bir kısmı Arreola'da mevcut ama işin ilginç tarafı bu özelliklere sahip boksörlere karşı en büyük panzehir yine Vitali'dir.Hemen sizlere Corrie Sanders maçını örnek vermek isterim.Kelimelere sığmayan bence boks tarihinin en heyecanlı ve bokse doyuran maçlarından biri olmuştu.Sanders o maçta saldırganlığın,agresifliğin,cesur olmanın limitindeydi.Yani herhangi bir başka boksörün o gün Sanders'ın oldugundan daha fazla bu özellikleri ringe kesinlikle yansıtamayacağını düşünüyorum.İşte Vitali o gün bu kadar tehlikeli olan Sanders'ı adeta özeye özeye Tko ile yenmeyi başarmıştı.Tabi akıllara hemen bir başka soru geliyor Vitali aradan geçen 6 sene de eski Vitali mi?Bu soruyu Vitali'ye sorduklarında kesinlikle şimdi daha iyiyim diyor Vitali.Boksde çok ama çok önemli olan tecrübeyi kazandığını ve bu sayede eskiye göre çok daha iyi olduğundan bahsediyor Vitali.Aslında Peter ve Gomez maçlarında bunun dediği gibi oldugunu hepimize gösterdi.
Rakibiyle arasındaki mesafeyi her zaman koruyan ama aynı zamanda mesafeyi korurken rakibe yumruk atmayı da ihmal etmeyen,gardını her zaman aşşağıda tutan ve bu sayede çok daha az yorulan ve rakibe daha hızlı ve isabetli yumruk atabilen,çenesi lucky punch ile sarsılmayacak kadar sağlam,rakibini bir üniversite bitirme tezi gibi analiz eden Vitali Klitschko'ya sayfalar yetmiyor.
Staples Center'da maç günü Arreola taraftarlarının fazla olması bekleniyor.Los Angles'da yaşamasından dolayı Arreola'yı destekleyen taraftarlar Meksika asıllı boksöre itici bir güç olacaktır.Gerçi Vitali'nin de özellikle Los Angles'da çok sevildiğini ve orda bir evi oldugunu da belirtmeliyim.Basın toplantısında Staples Center'da 2 maç yaptığını ve ikisini de kazandığını (biri yukarda bahsettiğim Sanders maçı diğeri Lennox Lewis maçı) söyleyen Vitali bu maçı da kazanmak için elinden geleni yapacağını söylemişti.Bu sözlerinden Vitali'nin Lennox ile yaptığı maçta kendini galip gördüğünü de anlıyoruz.Bu maçta Staples Center'ın tıka basa dolması da bekleniyor.Bilet fiyatları son derece uygun bir seviyede tutulmuş 25 dolar ile bu maçı izleme şansına sahip Los Angles'daki şanslı boksseverler.Tabi tüm koltukların 25 dolar oldugu anlamı çıkmasın burdan.Ama gerçek boksseverler ateşli ama parası olmayan boksseverler için bu 25 dolarlık bilet fiyatları büyük bir şans.Halkın alt tabakasından ama gerçekten ateşli boksseverlerin de Staples Center'ı doldurarak zaten herkesde olan boks heyecanını ikiye katlayacaklarını düşünüyorum.(2001'deki Ivanisevic-Rafter Wimbledon finali pazar günü yağmurdan dolayı ertesi güne ertelenmiş ve zengin İngiliz ailelerinden biletleri alan Hırvat taraftarlar tezahüratlarıyla adeta heyecan fırtınası estirip tarihe geçen bir final yaşatmışlardı)
Yazımıza Vitali'nin Arreola maçıyla ilgili sözleriyle son verelim. ''Dünya şampiyonu olarak kemerimi dünyadaki tüm boksörlere karşı ve tüm değişik stillere karşı savunmak zorundayım,çok fazla tecrübem var,tecrübeyi marketten satın alamazsınız,tecrübe yaş ile beraber kazanılır,bu yüzdendir ki Tyson hariç ağır sıklette en başarılı boksörler belli bir yaştan sonra ringlere damga vurmuştur''

KARA GÖRÜNDÜÜÜ !!!


Türk Basketbol milli takımı dün gece Litvanya'yı mağlup ederek çeyrek final ve daha ilerisi için dev bir adım atmış oldu.Bu galibiyetle grupta birinci olma şansımızı yüzde 75 lere kadar çıkardık.Eğer 3 de 3 yaparak 2.gruba çıkabilirsek çapraz gruptan bizimle eşleşecek takımlara karşı bir avantajımız olacagını düşünüyorum.Çünkü o grubun 1.si 3 galibiyetle gelemez ki bu durumda bizim 3 de 3 yapamız bizi 2.grupta da zirveye taşıyabilir hatta yarı final yolunu bile açabilir.Tabi bunları konusmamızı sağlayan Litvanya galibiyeti oldu ve yine bunların kağıt üstünde görünenler oldugunu da belirtmeliyim.Çünkü Türk Milli takımları çok istikrarsız ve günü gününü tutmuyor.Kısacası halen turnuva takımı olmayı başarabildiğimiz konusunda şüphelerim var.Mesela ilk gün maçlarını kaybeden İspanya ve Litvanya burdan gelip şampiyon olabilirler ve kimse de şaşırmaz ama bizim için aynı şeyleri söylemek çok zor.
Bu sefer önce rakibi değerlendirerek başlayalım.Her şeyden önce Litvanya ne kadar ekol de olsa lider oyuncu sıkıntısını çok ama çok fazla yaşadı dünkü maçta.Kritik anlarda topu eline alıp frene basıp takımı organize eden veya sorumluluk alıp takıma o özgüveni veren oyuncularının yoklugu(jasikevicius,siskauskas) Litvanya'nın maçı kaybetmesine sebep oldu.Her yerden tüm oyuncularının şut sokmasıyla ünlü olan Litvanya bu organizasyon bozuklugu sebebiyle düşük bir yüzdeyle şut attı.Tabi bizim yaptığımız sert ve istekli savunmanın da özellikle 2.yarıda Litvanya'yı çok fazla bozdugunu da söylemeliyim.Litvanya'nın pivotu olan Javtokas sanki bizim takımın formasını giymiş gibi saçma sapan hatalar yapınca da bizim ekmeğimize çok büyük bir yağ sürmüş oldular.Oysa ki benim favori oyuncularımdan biri olan Petravicius ne zaman oyuna girse bizim uzunlarımıza çok büyük üstünlük sağlayarak Litvanya'yı sırtına alıp taşıdı.Pota altında ne zaman nerde top alacağını çok iyi bilen,oyun zekası çok üstün olan fundamentali son derece iyi olan her seyden önemlisi bir pivotda olması gereken yakın pozisyonlardaki bitirici olgunluga sahip olan Petravicius'u durdurmakta çok zorluk çektik.Bizim uzunlarımız olan Semih ve Ömer'e bakınca neden bizim uzunlarımıza topu verdiğimizde ellerinde el bombası gibi duruyor bu toplar diye düşünmeden edemiyorum.Pota altında bir uzuna topu verdiğin zaman hücumda tüm işler daha yolunda gider ve dış adamların boş atış yakalama fırsatı daha da artar.Bizde bu işi yapabilecek tek adam şu anda Oğuz Savaş.Onun için Tanjevic'in kesinlikle Oğuz'a daha fazla süre ve şans vermesi gerekiyor.3.çeyreğin ortalarında Sinan,Hidayet ve Ender ile hücumda zincirlerimizi kırdığımız an bizim için maçı aldığımız yer oldu.O andan itibaren takım daha fazla özgüvenle oynamaya başladı ve savunmada da bu güvenle daha istekli olarak ayaklarımızı çalıştırdık.Ender Arslan keskin bıçak oldugunu gösterdi ve bu sefer rakibi kesti hem de ne kesme..Nasıl ki Oğuz diğer uzunlardan daha fazla süre almalı diyorsam aynı şeyi Ender için de söyleyebilirim.Skor tehdidi olan ve delici bir oyun kurucu bizim yıllardır özlemini çektiğimiz bir şey.Dün Ender bu rolü başarıyla üstlendi.Hidayet'den fazla bahsetmeye gerek yok son derece olgun ve takımı sürükleyici bir oyun oynadı.Ersan'a gelince...Eğer şut atmayıp içeri girecekse Ersan muhakkak takım arkadaşlarına pas vermeli.Çünkü şut tehdidi olan bir uzun olduğu için rakip savunmacı iyice dışarı çıkmak zorunda kalıyor ve Ersan çok rahat içeri girebiliyor.Ama işte o anda içerden yardım geldiğinde rakibe tosluyor ve saçma sapan işlere yol açıyor.Daha kontrollü içeri girip topu çevirse savunmada eksik yakalanan rakibe cezayı çok daha rahat kesebileceğiz.Semih takımda en çok sırıtan oyuncumuzdu.Bi defa Semih'in basketbolcu kumaşı iyi değil.Kötü kumaştan iyi elbise çıkmaz.Bir uzunun basketbol bilgisini ve fundamentalini rakibe nasıl faul yaptığına bakarak anlayabilirsiniz.Her şey bir yana maçı kazanmamızdaki en önemli faktörlerden biri de serbest atışlardaki yüksek yüzdemiz oldu.Normal yüzdemizden daha iyi bir yüzdeyle atınca en az 10 sayılık bir fark yarattık ve bu da bizi çok rahatlattı.
Bugun Bulgaristan ile oynayacağız.Kağıt üzerinde rahat geçmesi beklenen bir maç ama mücadele etmeden savaşmadan hiç bir maçın kolay kolay kazanılamayacağı gerçeğini de hatırlatmak isterim.Aynı Bulgaristan'ı 2005 deki şampiyonada uzatmada ancak yenebilmiştik.Sanırım grup birinciliğine bu kadar yaklaşmışken denizi geçip derede boğulmayız diye tahmin ediyorum.Gerçi biz Türkler her türlü sürprizi severiz ama insallah o sürprizlerden birini yapmayız bugün.Litvanya karşısında yaptığımız aynı sert savunmayı en az 30 dk falan yapabilirsek Bulgaristan'ın yelkenleri suya erken indirmesini bekliyorum.Engelleri birer birer tıpkı birdir bir oynar gibi aşarak ilerlememiz gerekiyor.Her maçı kendi özelinde yaşayıp o şekilde hazırlanırsak o zaman bir dir bir gibi ilerleyerek bir yerlere gelebiliriz...

6 Eylül 2009 Pazar

NESİ VAR ?


Hani adı ''nesi var'' olan bir çocuk oyunu vardır.Sınıftan birisi bir arkadaşının bazı özelliklerini sayar ve sınıftaki arkadaşları da o kişinin kim oldugunu tahmin etmeye çalışır...Evet bugun o ''nesi var'' sorusunu önce Milli takım koçu Bogdan Tanjevic için soracağım daha sonra da Avrupa şampiyonasının başlamasına 1 gün kala aynı soruyu Milli takımımız için soracağım...
Bogdan Tanjevic'in nesi var?Bugun Milli takımımızla resmen kendi evinde Playstation'da oyun oynar gibi oynayan,kaprisleri ve inatçılığından dolayı milli takımı hakeden ama o takıma giremeyen küskünler ordusu yaratan Tanjevic'in nesi var?Bu milli takıma ne vermiştir?Bunların hepsini tek tek inceleyeceğim.2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası için oluşturdugu kadroyu değerlendirerek başlayalım isterseniz.Ben Tanjevicin hangi kriterlere göre oyuncu seçtiğini neye göre takımı oluşturdugunu anlayamadım anlayan varsa anlatsın lütfen..Efes Pilsen ile şampiyonluk yaşamış hatta o şampiyonlukta performansıyla büyük pay sahibi olan Kaya Peker'i almadı Milli takıma Tanjevic.Her hangi bir sebep de belirtmedi Kaya'yı neden kadroya almadıgına dair.Performansı kötüydü dese değil şampiyonluk yaşamış hatta mvp seçilmesi bile sürpriz olmayacak bir performans sergilemiş,zamanında Ersun Yanal'ın Hakan Şükür'ü kadroya almazken söylediği sistemime uymuyor yalanını da söyleyemez çünkü 05-07 Avrupa ampiyonalarında ve 06 Dünya Şampiyonasında kadrosuna almış hatta en çok süre verdiği oyuncu olmuş,kişisel kavgam var diyemez bir koçun hiç bir oyuncusuyla kişisel bir sorununu takımına hele hele Milli Takıma yansıtması söz konusu olamaz,ama burası Türkiye olunca sanırım her şey oluyor ve bunun hesabını da soran bir kimse çıkmıyor.Peki ne oldu Kaya'yı takıma almadı ve hazırlık döneminde Kerem Gönlüm'ün beklenmedik doping olayı ortaya çıktı.Şimdi çok formda olan bir Kaya Peker'i kadroya almadıgı için acaba sizce Tanjevic pişmanmıdır?Ben hiç sanmıyorum.
Deniliyor ki Milli takıma oyuncu devşirilecek çünkü 2 numara pozisyonunda oynayabilen ve şutör oyuncu eksikliğimiz var..Elimizde Serkan Erdoğan gibi kendini Avrupa'da ıspat etmiş bir şutörümüz varken acaba Tanjevic Serkan'ı neden Milli takıma almadı?Sakın Kaya ve Serkan Tanjevici bazı demeçlerinde üstü kapalı da olsa eleştirdiği için olmasın?Serkan Erdoğan belki eski formunda olmayabilir ama madem ki şutör sıkıntın var o zaman bu takımda Serkan her halukarda gözü kapalı oynar.
Tabi bir de Mehmet Okur meselesi var.Eğer elinde Memet Okur gibi bir altın varsa onu kullanacaksın bunun lamı cimi olmaz.Tanjevic çıkıyor basına düşmana söylenmeyecek şekilde ağır sözlerle Mehmet'i eleştiriyor.Neymiş efendim Mehmet arkadaşları gibi yere atlamıyormuş topları kurtarmak için.Bırak efendim Mehmet atlamasın zaten o topa sen Mehmet'in başka özelliklerinden nasıl yararlanırsın onu bul onu uygula uygulat..Her oyuncudan aynı tarzda oynamasını veya davranışlarda bulunmasını bekleyemezsiniz.Kimisi vardır şov için kendini yerden yere atar kendini parçalar kimisi vardır bu şekilde davranışlardan kaçınır ama takıma daha faydalı işlerde bulunabilir.Öyle Bizans oyunlarına girişip önce basına demeç verip Okur'u yerden yere vurarak daha sonra da Mehmet isteksiz gönülsüz yoksa ben alacaktım şeklinde ikili oyunlara hiç gerek yok.Tanjevic sen bu ikili oyunları parkede takımımıza oynatabilsen veya rakibin oynadığı ikili oyunları nasıl savunabileceğimizi öğretebilseydin zaten bu milli takım en az bir kademe üstde olurdu..Şimdi Avrupa Şampiyonasına bir çok ülke önemli oyuncularını getirmedi veya sakatlıktan dolayı oynatamayacak.Böyle bir fırsat elimize geçmişken neden biz de kendimizi resmen ayağımızdan vurarak en iyi kadromuzla gitmek varken saçma sapan işler yaparak kendi kapasitemizi aşşağıya çekerek gidiyoruz bu şampiyonaya?Tanjevic belki der ki 2010'daki ülkemizde düzenlenecek olan Dünya Şampiyonasına hazırlıyorum takımı diyebilir.Aynı şeyi 07 deki Avupa Şampiyonasında da söylemiş ve bu sebepten Kerem Tunçeri'yi kadroya almamış ve gençleştirme operasyonuna gidiyorum demişti.Herhelde aradan geçen 2 sene de Kerem Tunçeri 5 yıl daha gençleşti..Dalga geçiyor resmen bizimle..Fatih Terim''in ben yaptım olur ben ettim olur,benim adamlarımla başarırım'' mantığıyla haraket eden,taş devrinden kalma yöntemlerle takım yöneten(ilk 5 de başladığı 3 adam nerdeyse daha sonra süre alamıyor bu nedir çok merak ediyorum) takıntılarla dolu bu kişi nasıl halen takımın başında duruyor anlayamıyorum.İnsanın aklına Aziz Yıldırım'ın Fenerasyon başkanına baskı yapıp Tanjevice tahammül edildiği düşüncesi de gelmiyor değil.Fenerasyon başkanının Efes Pilsen'e karşı olan tavırları,Tanjevic ile Milli takımı asıl hakeden kişi olan Ergin Ataman kavgası ve Aziz Yıldırım'ın Turgay Demirel'in başkan seçilmesindeki rollerini falan bir araya getirip bir de Milli takımda yapılan işleri düşününce ister istemez insanın aklına bu tür komplo teorileri geliyor.Ergin Ataman demişken resimde de görüldüğü üzre Tanjevic Türk politikacılarında olan koltuk sevdası gibi kupaya iki eliyle sarılmış yani Milli takım koçluğuna öte yandan Ergin Ataman da bir eliyle o kupayı yani koltuğu Tanjevi'in elinden çekiyor.Türkiye'nin tartışmasız Avrupaya açılan sayılı yüzlerinden biri olan Ataman gerek kariyeri gerek sürekli her yerde kazanmak ve birinci olmak üzerine kurulu mentalitesiyle o koltugu(kupayı bu sene aldı zaten sırada Milli takım koçluğu var) çoktan Tanjevic'den daha fazla haketmiştir.Bu milli takımın başarılı olmasını elbette isterim ama biliyorum ki başarıdan saydıgımız bir çeyrek final falan bile oynansa Tanjevic ve uygulamaları bir sene sonra bizim için çok ama çok önemli olan ülkemizdeki Dünya şampiyonasında da önümüze gelecek ve bu benim hiç ama hiç içime sinmeyecektir.
Şimdi gelelim takımımız başarılı olabilir mi nasıl olur neler yapmalıdır...Önce biz kendimiz dünya basketbolundaki yerimizi iyi bilmemiz gerekiyor.Bizim öyle herkes tarafından kabul görmüş saygıdeğer bir yerimiz falan yok.Kimse kendini kandırmasın.Bir eski Yugoslav,Litvanya,Yunanistan hatta ve hatta Almanya kadar bile bir ekolümüz yok.Türk Milli akımı ne oynar diye sorsak çoğumuz''vallahi bilmiyorum ki işte çıkıyoz kaosdan karambolden bi şeyler üretmeye çalışıyoruz bi de bi kaç tane bireysel yetenekli oyuncumuz oynarsa bi şeyler yapabiliyoruz'' şeklinde cevaplar veririz.Aslında genel anlamda doğru.Tüm kamuoyunda öyle bir hava yaratılıyor ki 12 dev adam falan diyerek gerçekten kendimizde üst düzey bir varlık falan görmeye başlıyoruz.Aynı şekilde halkdaki beklenti de artıyor.Fakat gerceklerle yüzleşip arkamıza bakarak dönünce anlıyoruz işin hiç de öyle bizim kendimizi abarttığımız gibi bir sey olmadığını.
Gerçekten yetenekli oyuncularımız var ve bu oyunculardan maksimum verim alırsak eğer o zaman nispeten zayıf kadrolarıyla turnuvaya katılan ülkelerin arasından sıyrılıp bir yerlere gelebiliriz.Her seyden önce sertliğimizi üst düzeye taşımalıyız.Hele hele geçen seneki Efes-Fener serisinde Euroleague seviyesinin bile zaman zaman üstüne çıkan sertlikte ve mücadelede bir seri yaşanmış olan ülkemizde takımımızın bu kadar yumuşak kalmasını anlayamıyorum.Tamam belki ligdeki diğer takımlar Efes ve Fenerbahçe Ülker'e antreman vermekten öteye geçemiyorlar ama bi final serisi örneği var önümüzde ve gördük ki bu sert savunma yapılabiliyormuş.Takımda şu anda pota altında sırtı dönük oynayarak sayı üretecek uzun oyuncumuz yok.Aslında var ama kadroda değiller malesef.Pota altında böyle bir tehdit olmayınca doğal olarak rakibin dış savunmacıları bizim dış adamları hiç riske etmeden iyice yapışarak rahat savunma yapabiliyor.Biz ise bu savunmaları Hidayet'in Ersan'ın birebirleriyle aşmaya çalışıyoruz.Oysaki İkili oyunları oynamayı başarabilsek hiç bir oyuncumuzun birebir zorlamasına gerek kalmadan rakip potaya cok daha kolay bir şekilde ulaşacağız.Elbette topu Hidayet'e verip birebirde bi şeyler üretmesi gereken zamanlar olacaktır.Bunu Orlando'da başarıyla yapan Hidayet neden Milli takımda da yapmasın?Önemli bir nokta da Hidayet'in Orlando'da Dwight Howard ile yaptığı havadan pas verip uzun oyuncunun pota altından sayı veya faul çıkarması şeklinde oluşan bir hücum organizasyonunu yapabilecek bir uzun oyuncunun malesef olmaması.Aslında bunu yapabilecek fizikte olan oyuncumuz Ömer Aşık ama o da henüz hücumda o bitirici olgunluğa ulaşmış değil.Hazırlık maçlarında gördüğüm bir başka tehlike de Ersan'ın eline gelen her topda potayı düşünmesi ve takım arkadaşlarına bakmadan topu 3 sayı çizgisinin gerisinden potaya atmasıydı.Bu şekilde sadece şuta dayalı ve takım arkadaşlarını oyuna sokmayan bir oyun düzeni rakibin arayıp da bulamadığı bir şey.Savunmada yorulmazlar ve aldıkları ribauntlarla hızlı hücumlara çıkarak kolay sayı bulurlar.Bizde erken ve topu çevirmeden sutu kullandığımız ve savunmaya dönmekde gafil avlandığımız için bu sayıları potamızda görürüz.Ersan asıl özelliği olan içeri girişleri ve pas yeteneğiyle arkadaşlarını oyuna katan yapısını takıma yansıtırsa o zaman hem hücumda hem savunmada işimiz çok daha kolay bir hale gelecek.Yani işin kolayına kaçıp kahraman olmak içgüdüsüyle dışardan el üstü şut atmak kendi ipimizi çekmek anlamına gelir..Oyunun kritik anlarında oyun kurucu olarak Hidayet'in kullanılmasının da daha doğru olacagını düşünüyorum.2.06 lık bir saha görüşü ve kritik anlardaki tecrübesiyle özellikle hücumda takımımızın verimini artıracaktır Hidayet..Formda bir Ender Araslan'ın da Kerem'den deliciliği ve hüumda şut sokma yeteneğiyle daha faydalı olacağını düşünüyorum.Şahsen Kerem Tunçeri o şut atma konusundaki tereddütleri ve kendine güvenmemesi sebebiyle özellikle hücumda bizi sıkıntıya sokuyor.En kritik oyuncularımızdan biri Oğuz Savaş..Uzunlarımızın içinde o bahsettiğim bitirici olgunluğu en fazla gelişmiş oyuncu olan Oğuz eğer birazda savaşıp yılmamayı öğrenebilirse o zaman pota altında aradığımız kan olacaktır.
Yarın akşam Litvanya maçından sonra yine sitemizde maçın yorumunu ve analizini yapacağım.Tahminim kaybedeceğimiz bir maç olacak ama bir mağlubiyet ile demoralize olmamak gerektiğini ve bizim asıl hedefimizin Bulgaristan ve ev sahibi Polanya oldugunu belirtmem gerekir.Özellikle ev sahibi Polanya bizi beklediğimizden daha fazla zorlayabilir.Biz de çok iyi biliriz ki ev sahipleri korunur..Nerden mi biliriz?Tabi ki 2001 deki Ankara ASKİ spor salonunda İspanya'yı hakemlerle katledip çeyrek finale çıktığımız maçtan biliriz.İnşallah tarih tekerrür edip ev sahibi takım arkadan itilerek bir üst tura çıkarılmaz...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails