Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

21 Aralık 2010 Salı

CHANGELING – Sahtekar

Clint Eastwood’un sırf Türkçe isminden dolayı es geçtiğim bir filmini iki yıl aradan sonra izlemek durumunda kaldım ve bunun pişmanlığını daha filmin o Eastwood tarzı son jeneriğini izlerken hissettim bile. Nitekim Clint baba yine yapmış yapacağını.



Maço filmlerin yönetmeni Clint Eastwood bir kez daha yönetmenlikte ne kadar da piştiğini kanıtlıyor. Hiç sevmediğim Angelina Jolie’nin başrolü üstlendiği Changeling’de yine tüm Clint Eastwood karakterlerinde olduğu gibi baş karakter Christine Collins’i geçmişinden bir haber şekilde ve filmin ilerleyen dakikalarında akıbeti hem California yerel yönetimi, hem annesi , hem de bizim tarafından bilinmezlerde olan kayıp oğlunu izliyoruz. Yalnız baştan söyleyeyim, filmde gördüğünüz her kare 1928 yılında yaşanmış Wineville Chicken Coop cinayetlerinin neredeyse birebir perdeye yansımış hali.



İlk filmi “UNFORGIVEN”dan beri Eastwood filmleri erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü kareleri resmeder. Baş karakterler kadın olsa dahi, bu kadınların hayatlarını, yaşadıkları çevreyi ve hatta kaderlerini dahi erkekler tayin eder. Bu sebepten dolayı Clint Eastwood’a çoğunlukla maço yönetmen olarak seslenilir. Changeling’de de yine tek başına oğluyla hayatta yaşama tutunmaya çalışan Christine Collins’in hayatının nasıl erkekler tarafından şekillendirildiğine tanık oluyoruz. Oğlunun bir şekilde kaybolması ve LAPD’nin (Los Angeles Emniyet Teşkilatı) kanunsuzluk ve kokuşmuşlukla yeterince kirlenmiş adını daha da kirletmemek için Christine Collins’e kayıp oğlu yerine bambaşka yabancı bir çocuğu yutturmaya çalışılması adeta insanın yüreğini sıkıştırıyor. Kaldı ki devam eden süreçte Bayan Collins’in hakkını arama süreci yine erkek komiserin Collins’i hiç de meşru olmayan bir şekilde toplumdan uzaklaştırmasıyla son buluyor ve yine Collins’in bu sürgün sürecinden kurtulması, oğlunun akıbetini öğrenebilmesinin yine erkek bir karaktere kalması, kendi haklarını savunan şehrin en başarılı avukatının yine çok güçlü bir erkek karakter olması Eastwood’un kurduğu ataerkil dünyanın somut birer kanıtı.



Filmde dikkatimi çeken diğer bir şey de filmlerinde dinden bir şekilde bahsedip dinin etkisizliğinden bahseden Eastwood bu kez toplumu ciddi bir şekilde etkileyen, yönlendiren ve hatta kurtuluşa kadar götürecek dini cemaati yüceltiyor. Kimbilir belki de bu cemaatin 1928 Amerika’sına olan etkisini göstermek istemiştir ama ne olursa olsun Christine’in LAPD’nin çökmüş teşkilatına karşı saldırısını düzenleyen de başarıya götüren de başını John Malkovic’in çektiği bu cemaat.



Tüm bu olayların gerçek anlamda yaşanmış olduğu düşünülünce 1928 Amerikası’ndan elimizde kalan gerçeklerin üstünü her türlü pisliği kullanarak örtmeye çalışan bir polis teşkilatı, dinin yönlendirme yetisine sahip olduğu bir toplum ve 20 masum çocuğun bir pedofilin elinde katledildiği süreçte LAPD’nin sırf başları ağrımasın diye olayları örtbas etmeye çalıştığı somut kanıtlardan başka bir şey kalmıyor.



Eastwood filmin sonunda insan ruhunda her daim bir umudun kalması gerektiğini bir şekilde vurgulasa da gerçek olaylarla örtüşmeyen bir üslubu filmin sonuna yerleştiriyor. Kaldı ki gerçek olaylarda vuku bulan birkaç önemli karakteri de filme yerleştirmemeyi uygun görmüş. Ama bunun dışında filmden sonra okumanızı önerdiğim Wineville Chicken Coop Murders olayını yer yer ekrana bakamayacağınız şekilde, eleştirmek istediği her noktayı ince ince işleyerek ve Angelina Jolie’nin kariyerinin en başarılı performansını göstermesini sağlayarak muhteşem bir şekilde aktarıyor. Yine Clint Eastwood, yine harika bir film. Kaçırmayın.



Alper KURT

19 Aralık 2010 Pazar

Bernard ''The executioner'' Hopkins Efsanenin de Efsanesi...



       Dün sabaha karşı öylesine bir boks maçı izledik ki 46 yaşına gelmiş olan ''Cellat'' lakaplı Bernard Hopkins yıllar yılı olduğu gibi yine tüm dünyadaki boksseverleri kendisine hayran bıraktı..Belki karşılaşma hakemlerin skandal kararıyla berabere sonuçlandı ve Pascal kemerlerini korudu fakat 3 hakemin 2 si berabere diğer hakem ise Bernard'a vermesine rağmen maç ''Majority Draw'' ile sonuçlandı..(Hopkins was robbed again)

       Karşılaşma öncesinde herkesin favorisi hatta bahis şirketlerinin de açık ara favorisi 27 yaşında formunun ve kariyerinin zirvesindeki Kanada asıllı Fransız kırması WBC Light Heavyweight dünya şampiyonu Jean Pascal'dı..Aralarında 20 yaş farkı olması ve karşılaşmanın da Kanada'da yani Pascal'ın evinde olması sebebiyle kağıt üzerinde Pascal'ın favori gösterilmesi doğal gibi görünüyordu.Fakat Hopkins'i yıllar yılı yakından takip eden ben ve benim gibi boksseverler Hopkins'in nasıl taş gibi bir boksör olduğunu ve her şeyiyle boksun en ince en kritik işlerini yaptığını ve nasıl bir efsane olduğunu bildiğinden Hopkins'in kazanması hiç de sürpriz olmayacaktı..Pascal vücut olarak son derece atletik bir boksör ve aynı zamanda vurduğu zaman çok sert vurabilen bir boksör..Karşılaşmaya aslında Hopkins'in hem Body Shot hem de o inanılmaz hızla çıkardığı sağ kontraları ile başlanıldı fakat Pascal'ın Hopkins'e arkadan vurduğu bence illegal bir vuruşla Hopkins'i yere düşürünce hakem Hopkins'e saydı..22 yıllık profesyonel boks kariyerinde ilk maçında yani 88 yılındaki ilk maçında yere düşen ve hakem tarafından sayılan Hopkins'e 22 yıl sonra Hakem tarafından sayılıyordu ilk defa..Daha sonra bu sefer doğru bir sol hukla Hopkins'i 3.raundda bir kez daha yere düşürmeyi başardı Pascal..Zaten bundan başka da kayda değer pek bir etkisi olduğunu söyleyemem..Hopkins 46 yaşında olduğunu bakmaksızın ardı ardına çıkardığı sağ kontralarla,Jab'lerle ve sık sık ''Dog Fight'' a da girerek resmen Pascal'ı şaşkına çevirdi..Karşılaşma boyunca 400'ü aşkın yumrukta 185 isabet sağlayan Hopkins'e karşı Pascal sadece 300 de 101 isabet sağlayabildi..Hatta maçın ikinci yarısında Hopkins öyle bir kondüsyon ve irade koydu ki ortaya Pascal resmen yoruldu ve maçın sonunu zor getirdi..Bir bakınsana biri 46 yaşındaki Hopkins diğeri 27 yaşındaki Pascal fakat ringe yansıyan görüntü bunun tam tersiydi sanki..

       Peki hakemler nasıl oldu da bu karşılaşmayı berabere sonuçlandırdı..İşte benim profesyonel boksde sevmediğim şeylerden biri gerçekleşti..Kemer sahibi boksörü ve önü açık olan boksörü her zaman koruma politikası ve bunun yanında ev sahibi olan boksörün sürekli kayırılması gerçeği bir kez daha sahneye kondu ve karşılaşma berabere sonuçlandı..Kurallara göre 3 hakemin en az ikisinin maçı bir boksöre vermesi gerekmekte..Bunun haricinde eğer 2 hakem berabere verirse diğer hakem maçı herhangi bir boksöre verse de maç berabere sonuçlanır..Tabi böyle heyecanlı ve izlenilirliği yüksek bir maçın rövanşının olmasının istenildiği durumlarda da maçları hakemler beraberlikle sonuçlandırır ki bir rövanş olsun ve ilgi,para artsın diye düşünürler..İşte aynen öyle de oldu ve şimdi bu maçın rövanşı konuşulmaya başlandı bile..

       Bernard Hopkins kariyeri boyunca aslında bu şekilde maçlardaki puanlamalarda hep canı yanan taraf olmuştur..Bunun sebebi biraz antipatik olmasının yanında ringde yaptığı işin pis ama yerine göre ince kurt işlerini bilmesinden dolayı pek sevilmemesi diye düşünüyorum..Tabi tam 12 yıl boyunca en sert ve ciddi rakiplerine karşı ünvanını koruması ve rakipsiz bir boksör konumuna gelmesi sebebiyle yeni heyecanlar aranması ve artık Bernard görmekten bazılarının sıkılması da bu puanlamalarda Bhop'a dezavantaj olarak döndü..Bernard Hopkins kariyeri boyunca 5 mağlubiyet yaşadı..Bu 5 mağlubiyetin bir tanesi profesyonel kariyerinin ilk maçında Clinton Mitchel'e karşı ki ben bunu mağlubiyetten saymıyorum..Kariyerinin ilk döneminde bu tür 4 raundluk saçma sapan maçlarda alınan mağlubiyeti pek ciddiye almamak gerekir..Geriye kalan 4 mağlubiyetinin bir tanesini Roy Jones'a karşı aldı ki bu mağlubiyet Hopkins'in bariz kaybettiği tek maçtır..Maçtan sonra da kariyerinde ilk ve tek sefer rakibi Roy Jones'ı tebrik de etmişti Hopkins..Bu maçın rövanşını ise 17 yıl sonra Hopkins ezici üstünlükle kazanmıştı..Sonuçta bu maçın da kanı yerde kalmamış oldu..Kalan 3 mağlubiyetinin 2 sini her iki maçta da 113-115 lik 6 hakem kararıyla yani 1 raund farkla Taylor'a kaybetti Hopkins..Fakat o maçları izleyenler bilirler ilk maç tam anlamıyla bir beraberlik maçıydı ve ikinci maç ise 115-112 Hopkins lehine olmalıydı..Fakat dedim ya 12 yıl boyunca ünvanını koruduktan sonra yeni heyecanlar aranması ve Hopkins'in çok sevilmemesi sebebiyle bence bu 2 maçta Hopkins yenik sayıldı...En son ve en tartışmalı mağlubiyetini ise Joe Calzaghe karşısında almıştı Hopkins 2008'de..Fakat dedim ya tartışmalı bir maçtı ve kesinlikle bence berabere bitmeliydi beraberlik olmazsa Hopkins'e verilmeliydi o maç..Hatta hem o zaman hem de halen bu maçın bir rövanşi olmalıydı diye hep konuşuldu konuşuluyor..Sonuçta 22 yıllık kariyerinde hiç bir rakibine üstünlüğü vermemiş taş gibi bir cellat Bernard Hopkins..46 yaşında en üst seviyede en sert rakiplere karşı böyle performanslar sergilediğini gördükçe insanın yürü be Bernard 60'a kadar yolu var diyesi geliyor :)) Unutmadan günümüzde kendisini Hopkins ile kıyaslamaya kalkan boksörlere hatta boksu 35 yaşında bırakan Joe Calzaghe'ye diyorum ki '' Siz o yaşa geldiğinizde eliniz çatal,kaşık tutabilirse o bile sizin için yeter ne boksu o yaşta değil mi??:))))) ''

UFUK ÇAĞDAŞ ERDEM

9 Aralık 2010 Perşembe

Yüreksiz,Vurdumduymaz ve Umursamaz Efes Pilsen



       En basitinden bir mahalle maçında bile mücadele etmezsen,yüreğini ortaya koymazsan,senin kim olduğunun ve ne olduğunun hiç ama hiç bir anlamı kalmaz..Euroleague'de Efes Pilsen karşısındaki kadrosuyla kağıt üstünde 24 takımın içinde ilk 18'e giremeyecek olan Milano'dan fark yedik..Her türlü fark yemeye hay hay ama bu şekilde teslimiyetçi ve beyaz bayrak sallamaya hazır bir fark yemeyi içime sindiremiyorum..

       Şimdi herkes yine Wisnievski'ye saldıracak..Doğaldır bir takımın birinci sorumlusu gardıdır..Fakat sadece Wisnievski midir kötü oynayan..?? Kötü oynamanın yanında bir de yüreksiz ve vurdumduymaz bir şekilde sahada olanlara ne demeli??Bu resmi neden koyduğumu bu siteyi ve benim yazılarımı az çok takip edenler bilirler..Solomon hayranı olan bir basketbolseverim..Bir takım eğer Solomon gibi oyunun her iki tarafını da oynayabilen ve her daim sahaya karakter koyabilen ''winner'' bir oyuncusu varsa üst seviyelerde yer bulabilir kendisine...Wisnievski gibi sadece savunma yapabilen veya Ender gibi sadece hücumda katkı vermesini beklediğiniz oyuncularla sürekli bir yerlerde eksik kalırsınız..Wisnievski'yi oyunun belli bölümlerinde bir silah olarak kullanabilirsin veya özel günlerde rakip takımın skorerine konsantre olmak görevi verilebilir..Veyahut Ender'e skor ihtiyacınız olduğunda al bakalım topu el üstü falan at ne yaparsan yap at dersin..Fakat Ender'e savunma yaptıramazsın çünkü istemiyor ve yıllardır yapmadığı için unutmuş durumda.  Wisnievski'ye de birebir adam geç,skorer adam ol,takımı taşı diyemezsin..Bu ikisini birden yapabilecek bir oyun kurucun olacak hatta sadece oyun kurucun değil takımında bu tarz yani oyunun iki tarafını da oynayabilen en az 5 tane oyuncun olacak kadronda..Efes Pilsen'de bu tarz oyuncu kaç tane?? Sayıyorum Bootsy Thornton...Başka yok..Sakın ola Thornton'ın son günlerdeki performansıyla değerlendirmeyelim.Benim bahsettiğim şey ''OYUNCU KUMAŞI''  dır..Solomon,Domercant iklisiyle yakaladığımız savunmada ısıran hücumda yaratan gard ikilimizi çok ama çok arıyorum...Efes Pilsen'in oyunundaki maç içindeki dalgalanmaların sebebi de işte bu oyunun tek tarafını oynayabilen oyuncuların kadroda çok fazla olması..Bir bakıyorsun +10 sayı bir bakıyorsun - 10 sayı...İşte hep diyorum eski Efes Pilsen takımları şu takımdan daha yetenekli veya potansiyelli falan değildi ama kırılgan bir yapısı yoktu ve sahada her zaman yüreğini koyan ısıran oyunculara sahipti..

       Vujcic kusura bakmasın ama gerçekten artık ahı gitmiş vahı da kalmamış..Oyun bilgisine,saha görüşüne,asistlerine bir lafım yok ama Efes'in ihtiyacı olan şey içerde sert ve hücumda sırtı dönük sayı bulabilecek bir uzun..Bu oyuncu en azından şu haliyle Vujcic değil..Şu Milano'nun dandik pota altına rağmen pota altından sayı üretemedik..Daha acısı üretmek için bir organizasyon içinde olmadık..Daha da acısı bu organizasyonu üzerine kuracağımız oyuncu olmamasından dolayı bu planın yapılamaması belki de..O zaman takımı kuran teknik ekip ve yönetime sormalı..Kasun niye gönderildi yerine Vujcic alındı,Ermal neden gönderildi yerine hiç süre almayan Ersin Dağlı alındı????

       Son söz ise Efes Pilsen'in çok az da olsa takımını kalpten seven taraftarlarına..Arkadaşlar unutmayalım ki sahada mücadele eden 12 oyuncudan hiççç ama hiççç biri bir Efes Pilsen taraftarının üzüldüğü kadar üzülemez ve zaten üzülmüyor da..Karşılaşma bittiğinde normal hayatına dönüyorlar..Kimsenin içi içini yemiyor,içi kan ağlamıyor..İşte ne zaman ki ''AMATÖR RUHLU PROFESYONELLER'' takımı oluruz o zaman eski günleri geri getirebiliriz..Ne zamanki sahada oynayan oyuncular yenilgiden sonra bir taraftarın hissettiklerini hissedebilirse veya en azından ona yakın bir ruh haliyle bunu yaşar ve anlar ise o zaman Efes Pilsen Efes Pilsen gibi olacaktır..Biz basketbolu ve bir takıma kendini adamışlığı Efes Pilsen ile öğrendik ve bu gerçeği hiç ama hiççç bir başarısızlık yıkamayacaktır...

UFUK ÇAĞDAŞ ERDEM

5 Aralık 2010 Pazar

Ender Arslan Efes Pilsen'den Ayrılmak İstiyormuş...HAY HAY...



       Efes Pilsen'in gardı Ender Arslan bildiğimiz gibi takımdan ayrılmak istediğini ve süre bulabileceği bir takımda oynamak istediğini bildirmiş..Bir Efes Pilsen taraftarı olarak hiç ama hiç üzülmediğimi hatta Ender adına en azından süre alıp basketbol oynayabilecek olması sebebiyle sevindiğimi bile söyleyebilirim..Çünkü Ender özelliklerindeki bir oyuncunun hele hele Perasovic gibi bir koçun sisteminde yerinin olmadığını bildiğim için diyorum ki bazı takımların ihtiyacı olan özelliklere sahip olan Ender bu takımlara faydalı olabilir ama Efes Pilsen'e değil..Neden mi değil gelin bakalım neden...

       1-Her şeyden önce bir oyun kurucu adı üstünde oyunu kurar ve kendi skor tehdidini yeri geldiğinde kullanır ama bu tehdidi diğer takım arkadaşlarını devre dışında bırakacak şekilde kullanmamalıdır..24 saniye hücum süresinin 17 si orta saha civarlarında bıdı bıdı bıdı bıdı top sektirerek, kalan 7 saniyenin 4 ü yüzünü potaya dönmekle kalan 3 saniyede de el bombası denilen taaa havalardan atılan bir üç sayılık şutla harcanıyordu malesef Ender tarafından..Doğal olarak ne bir hücum seti kalıyordu ne de devreye girmesi gereken oyuncular devreye girebiliyordu..Bir de kim nereden icat ettiyse son hücumlarda topu hep Ender'e vermek gibi bir hastalık belirmişti hem milli takımda hem de Efes Pilsen'de..Tamam birebirde adam geçiyor fakat oyunun öyle kritik bir noktasında arkadan her zaman uzunların can havliyle Ender'in önünü kapattığını ve ne oynayacağı da belli olduğu için buna izin vermeyeceklerini nasıl düşünemez bizim koçlar??Hele hele bu dakikalarda kolay kolay faul düdüğünün de çıkmadığını düşünürsek fizik olarak ufak tefek olan ve dağılmaya çok müsait bir yapısı olan Ender ile bu topları oynamak çok ama çok yanlıştı..Son hücum oynamak demek top elinde sektirip zıplatıp son anda topu sol elinden sağ eline çekip içeri dalmak değildir..Bir oyun kurucu çok daha fazlasını yapmalıdır..

       2-Herkes biliyor sanırım ama ben de söyleyeyim Ender savunma yapmıyor,istemiyor ve yapamıyordu..Evet belki fiziksel özellikleri ve yumuşak karakteri onun savunma yapmasını zorlaştırıyor olabilir ama hiç mi bunun için mücadele etmez ve istemez bir oyuncu..?? Tüm enerjisini ve yoğunluğunu hücumda neler yapabileceği üzerine kurmuş bir Ender Arslan izledik yıllarca..Hani mahallede 3 e 3 maç yaparsınız ve savunmada kaytarırsınız ne olsa basket yedikten sonra top bana gelecek o zaman işin tatlı kaymaklı tarafını yaparım diyerek işte Ender de tıpkı böyle yapıyordu..Herkesin eleştirdiği ve özellikle de Türk basınının adeta ortadan çatlayacak kadar kıskandığı Wisnievski tercihine değinelim birazda..Wisnievski yetenekleri ve yapabilecekleri sınırlı bir oyun kurucu buna kimse bir şey diyemez zaten fakat sahaya çıktığında koçun ondan beklediği savunmada sonuna kadar savaşan yapısı ve topu eline aldığında son derece hızlı bir şekilde takımı hücuma çıkarmasıyla Perasovic'in bir numaralı tercihi konumunda şu anda..Bu takımda Ender oynamalıdır kim bu Vişne diye dalga geçenlere sormak isterim hiç yakından baktınız mı maç sırasında Vişne diye dalga geçtiğiniz oyuncunun suratına..Adamın suratına mücadele etmekten ve savaşmaktan adeta kan oturuyor her maçta..Kıpkırmızı mosmora yakın bir şekilde geliyor kenara..Ender'in hiç savunmada böyle kenara geldiğini ve ölesiye mücadele ettiğini göreniniz oldu mu?? Ben görmedim..Haa hücumda efsanevi oynadığı ve kazandırdığı maçlar oldu elbette mesela bi Benetton deplasmanı vardı 2003-2004 sezonunda herkes parmak ısırmıştı..Wisnievski dev Ender cüce falan da değil..Fiziksel olarak da dışardan baktığında üç aşşağı beş yukarı aynı adamlar.Fakat mentalite farkı ve oyun karakteri farkı var bu son derece açık..

       3-Ender süre alamadıkca savaşıp o formayı kapmaktansa boş gözlerle maçları izleyip kepenkleri toptan indirmeyi tercih etti malesef..Yoksa Ender'e Efes Pilsen'in maçın bazı bölümlerinde ihtiyacı da olabilir ve pekala Ender de bu katkıyı sağlayabilirdi..Fakat öyle bir uykuya dalmış ki Ender resmen ''PES'' demiş..Hatırlıyorum da Sinan da Perasovic'den süre alamıyordu sene başında özellikle Euroleague'de..Fakat ne yaptı Sinan savaştı,didindi,yapabileceklerini koça gösterdi ve şu anda belki de takımın en çok süre alabilecek oyuncuları arasına girdi..Yani örnek çok uzakta değil Ender adına..Yanıbaşındaki Sinan'a baksın ve örnek alsın bence..

       4-Sol eliyle bitiremez,sürekli sağ tarafına drive eder,takım arkadaşlarını oyuna katamaz,süreyi doğru ve verimli kullanamaz,fiziksel özelliğinden dolayı Post-Up oyunu yoktur vsvsvs bunlar uzar gider..Bu noktada aslında daha önce de değindiğim bir noktaya değinmek istiyorum..2010 finalleri Fenerbahçe Ülker serisi..O maçlarda önce bu takımın tartışmasız en baba oyuncusu Thornton'ın sakatlanması daha sonra Kerem Tunçeri'nin(ki Ender'den bile daha az severim oyununu fakat oyun kurucu özelliği, takımı oynatma ve savunma yönünün fiziksel olarak da olsa daha iyi olması sebebiyle Ender'e göre çok daha fazla tercih edilebilecek bir oyuncu) sakatlanması sebebiyle Ender'e muhtaç kalmıştık..Ne mi oldu?? Ukic denize dökmekle kalmadı döktükten sonra bir de zıpkınla vurdu resmen Ender'i ve Efes Pilsen'i..Her topta içeri sanki karşısında kimse yokmuş gibi içeri girdi Ukic..Üretti ürettirdi yaptı da yaptı..Gölge savunması bile yapmadı Ender..Halbuki Ukic gibi garda top aldırmayacaksın..Hadi bir şekilde zaten topu alır,aldıktan sonra topu yere vurdurmayacaksın,rahat ettirmeyeceksin,düşünme payı vermeyeceksin,sürekli yakın olacaksın,yeri geldiğinde sert fauller yapacaksın vsvs..Bunların hiç birisini Ender bırakın yapmayı,yapmayı düşünmedi bile..Söyledim yine söylüyorum..Eğer Türk kartel medyası ve basketbol camiası Wisnievski'yi harcamazsa olası bir final serisinde Ukic'in karşısında duracak hem de adam gibi duracak ve belki de serinin kaderini değiştirecek adamdır Wisnievski..Ha bir tek Wisnievski ile tüm serinin kaderi döner mi dönmez mi bilemem ki Efes Pilsen'in özellikle deplasman maçlarındaki istikrarsız ve kırılgan yapısı sebebiyle pek sanmıyorum en azından şimdilik..Bi görelim bakalım Ender'e karşı mı oynamak kolay Ukic,yoksa herkesin Vişne diye dalga geçtiği Wisnievski'ye karşı mı???

       5-Her ne olursa olsun eğer ayrılırsa Efes Pilsen'den Ender'e yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür etmemiz gerekiyor..Belki Galatasaray'a gider ve orada Shumpert,Ermal ile birlikte küçük bir nostalji Efes takımı kurabilirler..Ermal dedim de yahu nasıl bir mantıktır yılların tecrübeli ve Efes Pilsen'lisi Ermal'i gönderip yerine Ersin Dağlı'yı almak?? Ersin'in aldığı süre sıfır..Bugun çıkalım ve bir anket yapalım Ermal mi Ersin mi diye her 100 kişiden 101 i Ermal diyecektir buna eminim..Zaten kritik yerlerde her zaman kritik hatalar yapmakla meşhur Efes Pilsen yönetimine de pek şaşırmadım..Yıllar yılı çok iyi hatta Euroleague'de şampiyon olabilecek kadroyu 3 numarada Mustafa Abi'ye teslim etmişlerdi..Her taraftan topla çıkar Mustafa Abi..Soy ismine mi kanmışlardı acaba bi abilik yapar diye..?? Ahh ahh hep bir yerde bir noktada takım yarım kaldı yıllarca...

NOT: Kaybettiğimiz Valencia maçı ile ilgili Kerem Tunçeri'ye bu da :Pick and Roll oynuyor bizim Kerem ile Vujcic veya Roberts artık kim o sırada oyundaysa ama bu kadar tek taraflı bir oyun değildir bu Pick And Roll..Kerem sanıyor ki Pick And Roll'de sadece perdeden devrilen oyuncuya pas verilir..Hayır arkadaş perdeden sonra karşına uzun oyuncuyu aldığında içeri drive edersin ve bitirirsin icap ettiğinde..Ama yokkk illa o pası verecek..Adamlar uyandı tabi bir iki yuttullar en sonunda Kerem'in verdiği her pası kestiler ve Fast Break'ler yedik...Lütfen artık şu perdeden sonra gerektiğinde içeri gir ve bitir...
    UFUK ÇAĞDAŞ ERDEM

4 Aralık 2010 Cumartesi

Efelerin Efesi




Bu başlığı görenler Efes Pilsen ile ilgili bir şeyler karaladığımı düşünebilirler tabi fakat Efes Pilsen'i çok yazdık çok çizdik..Hayatta sadece spor yok, çok ama çok daha önemli değerlerimiz var..Ulu önderimiz MUSTAFA KEMAL PAŞA'MIZ yaptıkların ve bizlere başı dik,onurlu,gururlu,şerefli yaşama fırsatını verdiğin için binlerce değil sonsuzzzzzz teşekkürler..

UFUK ÇAĞDAŞ ERDEM

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails