Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

30 Haziran 2010 Çarşamba

Kotyora



Bölüm I

‘Lütfen Radolf, lütfen, sana yalvarıyorum bunu yapma, yapmak zorunda değilsin, lütfen.’

Kelimeler çıkarken ağzından, Asuela’nın ela gözleri yaşlarla doldu. Sevdiği adamı kaybetme düşüncesi onu her şeyden çok korkutuyordu.

1.85 boylarında, iri yarı, tüm bedeni kaslardan oluşan adam, bütün ihtişamını gölgede bırakan kısık bir sesle‘Yapmak zorundayım, başka çarem var mı? Var oluşumun bundan başka bir amacı var mı?’dedi.

Asuela, ne kadar yalvarırsa yalvarsın Radolf’u ikna edemeyeceğinin farkındaydı ama yine de hıçkırıkları taş odanın duvarlarında yankılandı:

‘Radolf, kaybetme ihtimalin olduğunu biliyorsun değil mi? Bunu bana nasıl yaparsın? Lütfen, yüzüme bir bak, gözlerime bir bak. Eğer sen öl...’’

Radolf cümlenin tamamlanmasına tahammül edemedi:

‘Bir gün bu anın geleceğini ikimizde biliyorduk Asuela. Bu yüzden beni suçlamayı kes artık, cesaretimi kırıyorsun ve şu an en çok ona ihtiyacım var. Kaybetmeyeceğim, merak etme.’

Genç adam, duvarda asılan kusursuz zırhını ve miğferini indirdi, masanın üzerine bıraktı. Meşalenin ışığında zırhına yansıyan suretine baktı. Nitekim bu kendini son görüşü olabilirdi. Ensesine kadar uzanan kahverengi saçlarını topladı ve zırhını giydi. Zırh, var olan asaletine ve çekiciliğine ayrı bir ihtişam katmıştı. Artık neredeyse savaşmaya hazırdı. Tahta sandalyenin üzerinde kafasını öne eğmiş, sessizce ağlayan Asuela’nın yanına gitti, yere çömeldi, sapsarı saçlarını öperek başını kaldırdı.

‘Asuela, seni... ‘. Ağlamamak için yutkunmuştu. ‘Seni herşeyden çok seviyorum, sen, gözlerin, güzel yüzün, bedenin, şu muhteşem güzelliğin... Sen benim herşeyimsin. Ama bunu yapmak zorunda olduğumu biliyorsun, eğer yapmazsam, bu sevdiğin adam aşağılık bir mahluktan öte bir şey olmayacak. Tarih beni ve korkaklığımı anlatacak. Hadi şimdi ayağa kalk ve yanımda ol, hayatta kalabilmek için sana ihtiyacım var.’

Asuela yavaşça doğruldu, Radolf’un yüzüne baktı ‘ Bir erkek için ne kadarda güzelsin’ dedi içinden. Yüzünü ellerinin arasına aldı, okşadı, kendisine doğru çekti ve uzunca dudaklarından öptü. ‘ Ne olur Radolf, ne olur, beni sensiz bırakma’.

Masada duran miğferi aldı ve uğur getirsin diye kendi elleriyle, büyülü olduğuna inandığı bir kaç şey söyleyerek taktı genç adamın kafasına. Oysaki Radolf’un büyüden çok daha fazlasına ihtiyacı vardı: ‘Cesaret’

Radolf odanın kapısını açtı, dışarı çıktı, sadece bir kaç meşale ile aydınlatılan uzun koridorda yürürken, Asuela’nın hıçkırıkları zırh sesiyle kayboldu. Radolf ne yıllardır alıştığı zırh sesini ne de Asuela’nın sızlanışını duyuyordu. Aklında tek bir şey vardı ‘ Acaba o sıcak dudakları bir daha öpebilecek miyim?’.

Koridorun sonuna vardılar. Arenanın kapıları ardına kadar açılırken görevli asker: ‘ Lord Radolf ’ diye bağırdı. Radolf arenanın ortasına doğru yürüdü ve gökyüzüne doğru bakarak tüm içtenliğiyle tanrıya yakardı: ‘ Bana cesaret ver tanrım, sadece cesaret, geriye kalan hiç bir şeyine ihtiyacım yok’

Çok geçmeden karşı kapı açıldı ve asker: ‘ Lord Bardolf’ diye bağırdı. Rakibi de tıpkı kendi boylarında, iri yarı bir adamdı. Arenaya doğru yürüdü ve Radolf’un tam karşısında durup gökyüzüne baktı: ‘ Tanrım bana cesaret ver’.

Kotyora’nın gelmiş geçmiş en büyük iki savaşçısı, şimdi heryerinde işlemeleri olan muazzam zırhlarıyla güneşin altında kavrulurmuşçasına parlıyor, bütün görkemiyle arenanın tam ortasında duruyorlardı. Altın miğferlerinin başlıklarını açıp, uzun bir süre, hiç bir şey söylemeden birbirlerine baktılar. Neredeyse tüm Kotyora arenadaydı ve tek çıt çıkmıyordu. Sonunda Bardolf konuşmaya cesaret etti ‘Hoşçakal Radolf’ dedi. Gözleri dolmuştu. Radolf aynı hüzünle karşılık verdi:‘Hoşçakal Bard’. Bu iki veda sözcüğünden hemen sonra aynı anda birbirlerine sarıldırlar.

O anda tarihin en eski şehri Kotyora, hiç görülmemiş bir olaya tanıklık ediyordu . Bu düellonun küçük bir oyun olduğunu düşünen çocuklar hariç neredeyse herkes ağlamaya başlamıştı. Seyirciler ilk kez birinin tarafını tutmuyordu. Daha önce birçok defa, aynı düello bu arenada yapılmışt. Ozamanlar, rakipler yine birbirlerini tanısalar da, hepsinin içini akıl almaz bir hırs ve kin kaplamıştı. Bu düello hepsinden farklıydı ve sonucu ne olursa olsun, Kotyora’nın üzerine bir daha hiç gitmeyecek bir hüzün çökecekti.

Arena görevlisi: ‘Vakit geldi, güneş tam tepede, düello... Başlasın...’ demese iki şövalye birbirinden ayrılmayacaktı. Sarılmayı bıraktılar ve miğferlerini kapatmadan önce bir kez daha uzun uzun bakıştılar. O an birdaha hiç gelmeyecekti.

‘Kılıçların başına’ dedi görevli. İki asker sırtlarını döndüler ve yarıya kadar toprağa saplanmış kılıçlarının yanına gittiler. Kocaman elleri devasa kılıçlarının sapında, bedenleri kılıçla tıpkı bir yay konumunda, sırtları dönük bekliyorlardı.

Görevli: ‘Kılıçlar arşa’ derdemez, iki asker tıpkı kınından çeker gibi çekti eski dostlarını kavrulan topraktan. Yüzlerini dönüp aynı anda koşmaya başladılar ve iki devasa kılıcın ilk buluşması sessiz arenada yankılandı. Bir buçuk saat boyunca iki asker de bildiği her numarayı denedi, ama Radolf saldırdığında Bardolf nereye kaçacağını çok iyi biliyor ve Bardolf saldırdığında aynı şeyi Radolf yapıyordu. Sonunda ilk Darbe Radolf’tan geldi. Öne doğru yaptığı bir saldırıda, kafayı hedef almış gibi gösterip inanılmaz bir çabuklukla hamlenin yönünü sol kolunun altına doğru değiştirdi. Bu hareket zırhı parçalamıştı ve daha Bardolf kılıcını aşağı indiremeden aynı yerden yukarıya doğru bir darbe daha aldı. Bu defa etinin kesilmesine mani olamamıştı. Acıyla haykırdı ve geriye doğru sendeledi. Radolf bu anın Bardolf’un kafasını uçurmak için iyi bir bir zaman olduğunu biliyordu, kılıcını kafa hizasına kadar kaldırdı, öne doğru bir adım attı ama vurmadı. Bardolf hemen doğruldu. Bu tereddüt şimdilik onun hayatını kurtarmıştı.

Kan bardolf’un zırhından ince bir çizgi halinde ama bir okadarda hızlı bir şekilde akıyordu. Acının verdiği öfkeyle, adeta kükreyerek Radolf’a doğru saldırdı, kılıcını çok büyük bir güçle sağ bacağının üzerinden çaprazlama kafasına doğru savurdu. Darbe okadar güçlü gelmişti ki, Radolf dayanamayacağını anladığında, Bardolf’un kılıcını bütün gücüyle yukarıya itti. Ne olduğunu anlayamadan ğöğsünde derin bir acı hissetti, Bardolf çabucak yeni bir hamle yapmış ve yeniden öyle bir savurmuştu ki kılıcı, tek hamlede Radolf’un hem zırhını hem de göğsünü kesmişti. Bir an acıyla sersemledi. Bardolf dinlenmesine müsade etmese o an canını alabilirdi.

Savaş hiç yavaşlamadı. Kotyora’da tarihin en şerefli düellosu yapılıyordu. Birçok kez, iki asil şövalye de savaşı ebediyen bitirecek fırsatlar bulsa da, ne birbirlerinden ayrılmaya niyetleri vardı ne de canlarına kıymaya cesaretleri. Yıllardır kaç kişinin canını hiç terettütsüz almış, ne savaşlar kazanmış ve kaç kez birbirlerinin hayatlarını kurtarmışlardı, Tanrı bilir. Sırt sırta savaştıkları o günlerde bile, bir gün bu kaçınılmaz sona geleceklerinin farkındaydılar. Kendilerinden önce de bu böyleydi, sonra da böyle olacaktı...

Bölüm II

Ve savaş bu şekilde, ikisinin de zırhında sağlam yer kalmayıncaya kadar, tam üç saat boyunca devam etti. Parçalanmış zırhları, açılan yarıklardan akan kanlarla adeta kızıla boyanmıştı ve artık ikisi de oyunun sonuna yaklaştıklarının farkındaydılar. Son hamle Radolftan geldi. Kılıcını bir mızrak gibi karnında sabitleyerek ileriye doğru hızla atıldı. Amacı kılıcını kaldırdığı anda tüm bedenini bir yılan gibi ters yöne kıvırıp Bardolf’u karnından sağ omuzuna kadar kesmekti. Eğer yeterince kıvrak davranabilirse Bardolf’un bu saldırıyı karşılayacak gücü kalmadığını biliyordu. Kendisine bu kadar güvenmeseydi, bu hamleyi yapacak gücünün kalıp kalmadığını da düşünebilirdi. Ama düşünmedi. Okadar hızlı atılmıştı ki, Bardolf saldırının yönünü gerçekten farkedemedi ama Radolf’un yaralı ayağı bu denli güç gerektiren bir saldırıyı kaldıracak durumda değildi. Sağ ayağına yüklenir yüklenmez sendeledi ve Bardolf hızla yarım adım kadar sola kaydı. Radolf’un devasa kılıcı boşlukta savruldu. Bu onun için ölümcül bir hataydı. Bardolf kılıcını Radolf’un karnına soktu, önce sert zırhın parçalanma sesi, ardından Radolf’un acı çığlığı duyuldu. Bu seferki sıradan bir kesik değildi. Radolf’un karnı tamamen parçalanmıştı. Kılıcına dayanıp ayakta kalmaya çalışsa da olduğu yere yıkıldı.

Arenanın köşesinden acısı tarif edilemez bir çığlık yükseldi.

‘Raaadoooolf’

‘Asuela ne yaptığını bilmeden bağırıyordu. Saatlerdir sevgilisinin parçalanmasını izliyordu ve bu seferki hepsinden daha kötüydü.

‘Raadooolf, hayır Radolf hayır, ne olur ölme, sakın ölme, ölme Radolf, ölme, lütfen ayağa kalk. Radolf, sana söylüyorum, lütfen kalk!’. Muhafızlar arenaya girmesine müsade etmediler, zira son darbe henüz vurulmamıştı. Asuela çaresizce dizlerinin üzerine çöktü, birazdan her şeyini kaybedecek, sevdiği adam, aşkı gözlerinin önünde ölecekti. O anda attığı o pervasız çığlık asırlar boyu, tüm hüzünlü aşk hikâyelerinin vaz geçilmez parçası olacaktı: ‘Radolf beni bırakma ne olur, beni bırakma, yalvarırım bırakma…’

Radolf Asuela’nın haykırışlarını duyuyor ama cevap verecek güç bulamuyordu. Üstelik bir daha ayağa kalkamayacağını da biliyordu. En azından son bir kez Asuela’yı görebilmek için, geriye kalan son gücünü miğferini açmak için kullandı.

Arenanın ön tarafında kendisine bakan bir çift göz buldu. Sapsarı bedeniyle, Radolf’un güneşi onun için son kez parıldıyordu. Ela gözlerine tarif edilmez bir hüzün, aşk ve pişmanlıkla baktı. İçinden, bu pişmanlığı anlatan son sözlerini söyledi: ‘Ne olursa olsun senden vazgeçmemeliydim. Ben... Ben... Seni kaybetmeyi göze alabilecek kadar aptal bir adamım…’

Asuela hala çaresizce ağlıyor ve boşyere yalvarıyordu. Boş yereydi çünkü bedeninde kan kalmayan Radolf artık onun söylediği hiç bir şeyi anlamıyordu. Yavaş yavaş Asuela’nın görüntüsü bulanıklaşıyor, sanki her geçen saniye biraz daha uzaklışıyordu. Gözlerinin önünde artık gerçeklikten çok, Asuela’yı öptüğü o son anın hayali vardı. Ela gözlü prensesin dudaklarının sıcaklığnda yaşamdan yavaş yavaş ayrılıyordu.

Bardolf, Radolf’a doğru iki adım attı, miğferini çıkardı, bütün Kotyora gibi o da ağlıyordu. Ensesine kadar uzanan kahverengi saçlarını tıpkı Radolf gibi toplamıştı. Kendi kılıcını yere attı ve rakibininkini aldı, sapını iki eliyle kavrayarak göğsüne kadar kaldırdı, bir an duraksadı, Radolf’un yüzüne baktı ve kılıcı kardeşinin tam kalbine sapladı. Yere doğru çömeldi, kardeşinin açık gözlerini kapatırken, gözyaşları Radolf’un yüzüne damlıyordu: ‘Hoşçakal, abi’

Ve artık Bardolf, Kotyora imparatoruydu.

YAZAN: Sefa Eren Kurt

STEAM'DEN İNDİRİM ÇILGINLIĞI


Daha önce online oyun satış ve oyuncuları bir araya toplayan güzelim sistem STEAM'den bahsetmiştim. İşte yine o STEAM, 4 Temmuz'a kadar oyunlarda inanılmaz indirimler yapmaya başladı. Yok pahasına alabileceğiniz oyunlar arasında GTA IV, HALF LIFE 2 ve serisi, BIOSHOCk vs. vs., Kısacası aklınıza gelen herhangi bir oyun. Street Fighter IV'te online kapışmalara dalabilmeniz için sadece 10 dolar ödemeniz yeterli. Orjinal oyunları çalmak yerine bu kadar ucuza sahip olmak isteyenlere duyrulur. 4 Temmuz son gün demedi demeyin. Her

28 Haziran 2010 Pazartesi

Shadow On the Sun



Audioslave grubunun müthiş parçalarından biridir.Audioslave, Soundgarden’in eski vokalisti Chris Cornell önderliğinde Rage Against the Machine grubunun elemanları tarafından kurulmuştur.


Sözleri şu şekildedir :


once upon a time
i was on a mind to lay your burden down
and leave you where you stood
you believed i could
you'd seen it done before
i could read your thoughts
and tell you what you saw
and never say a word
but now that is gone
over with and done
and never to return

i can tell you why
people die alone
i can tell you why
the shadow on the sun

staring at the loss
looking for the cause
and never really sure
nothing but a hole
to live without a soul
and nothing to be learned

i can tell you why
people go insane
i can show you how
you could do the same
i can tell you why
the end will never come
i can tell you on
the shadow on the sun

shapes of every size
move behind my eyes
doors inside my head
bolted from within
every drop of flame
lights a candle in
memory of the one
who lived inside my skin

i can tell you why
people go insane
i can show you how
you could do the same
i can tell you why
the end will never come
i can tell you on
the shadow on the sun

shadow on the sun

27 Haziran 2010 Pazar

Biaggi açık ara,Sofuoğlu üçüncü...‏

Superbike Race 2 de Biaggi açık ara aldı yarışı götürdü. Bir ara farkı 8 saniyeye çıkarınca arka gruptan koptu. Dolayısıyla kendisini fazlasıyla göremedik. Esas mücadelenin ikincilik için verildiği yarışta L.Haslam ikinci olurken son 3 tura kadar 3.lüğü koruyan geçen yılın şampiyonu C.Crutchlow, M.Fabrizio ya geçilerek dördüncülükle yetindi ve podyumu göremedi. Böylece Max 307 puanla birinci, Haslam 270 puanla ikinci ve checa 172 puanla sıralamada üçüncü oldu. Takım bazında Aprilia liderliğini sürdürdü, ikincilik Suzuki ve üçüncülük Ducati’de kaldı.

Supersport da temsilcimiz Kenan Sofuoğlu ise yarışı 3. sırada tamamlayarak podyumu görmesine rağmen genel sıralamada 158 puanla 2. sıraya geriledi.161 puanla Laverty birinciliğe yükseldi. Lascortz da 148 puanla 3. sırada kaldı.

Bir sonraki yarışlar ise 11.07.2010 da Bruno’da olacak
Mgercan

26 Haziran 2010 Cumartesi

1,6 LAR TARİH Mİ OLUYOR??


Evet 1.6’lar tarih mi oluyor,en azından benim nazarımda artık öyle.Bir yolculuk sırasında uzun bir şekilde test etme imkanımız oldu.Beklenen performansı verememeleri,bunun yanında benzinin artan fiyatı ve yakıt tüketimini düşünürsek artık 1,6 benzinli motorlar tutulmuyor.Yanlışlıkla bu motora sahip araçları markası ne olursa olsun alanların çoğunluğu biran  önce elden çıkarmak istiyor.Artık yeni trend 1.4 FSI veya 1.3 TDI motorlar.Hem yakıt tüketimleri az,hem turbo destekler sayesinde 1,6’lar da yaşanan yığılma ve performans eksikliğini bir nebze olsun azaltıyorlar hem de vergi konusunda daha tutumlular.Aşağı yukarı aynı kiloya sahip olmalarına karşın astra sedan  1,3 tdı motorla aldığınız keyfi örneğin 1,6 Passatla alamıyorsunuz.O yüzden yakın dönemde otomobil alacak arkadaşlara naçizane bir tavsiye; en azından bir kere test sürüşü yapsınlar ve aradaki farkı kendi gözleriyle görsünler,eminim bana hak vereceklerdir ve tercihlerini 1,6 dan yana kullanmayacaklardır.

Mgercan
Not:Sitemizde geniş uzman yelpazesine eklenen son halka motor sporları oldu.Bundan sonra M.Gültekin Ercan uzmanı olduğu motor sporlarını bizlerle paylaşacak.kendisine hoş geldin diyor yazılarının devamını bekliyoruz.

BİLGİLENDİRME

Bizleri takip eden okurlarımız farkındalardır siteyi pek güncelleyemiyoruz.Bunun sebebi yazarlarımızın hemen hemen hepsinin haziran ayı boyunca çok yoğun olmaları.Bu sıkışık dönemden çıkar çıkmaz bir çok konudaki uzman yazarlarımızın yazılarıyla sizleri tekrardan buluşturacağız.Bu geçici sorundan dolayı Messikaka23 Ailesi olark özür diliyoruz.

Yorumculuk Rezaleti


Dünya kupası başladığından beri büyük çoğunluk, ilk maçlar için kötü futbol, kupanın geneli içinse vuvuzela,jabulani ve son olarak TRT spikerleri ve Ömer Üründül'den şikayetçi.TRT spikerlerinin oyuncuları tanımaması,günümüz teknolojisi düşünüldüğünde kabul edilebilir bir durum değil.Yaptığınız işi ciddiye almanız gerekli.Piyasada oradaki futbolcuları günlerce analiz eden insanlar var.Ve bu insanlar hiçbir şekilde karşılık beklemeden yapıyorlar bu işi,sırf futbolu sevdikleri için.Siz TRT spikerleri de aldığınız paranın hakkını verin.

Ömer Üründül'ün yaptığı yorumlara bakarsak; vuvuzela, jabulani ve tatsız futbol düşünülünce gerçekten çekilmez oluyor. Buna bir de TRT spikerlerinin bilgisizliği ve işgüzarlığı eklenince iş çığırından çıkıyor.

Aslında bu yazının başlığına ilham veren başka bir olaydı ama içimi dökmek istedim evvela. Almanya-Avustralya arasında oynanan maçta Sırbistan televizyonu RTS’de yorumculuk yapan Vladimir Mijaljevic "Almanya'nın kalesinde Enke sakatlığından dolayı" yok diyerek sezon içerisinde intihar ederek hayatını kaybeden Robert Enke hakkında inanılmaz bir gafta bulundu. Türkiye’deki durum ortada, yurt dışında da benzer şeyler var. Sizce nasıl bir dünya kupası olabilir ki?

Burak Kereci

24 Haziran 2010 Perşembe

Heyecan Fırtınası


Son ana kadar müthiş bir çekişme, müthiş bir mücadeleye sahne olan D grubu turnuvanın zevkinin yavaştan ortaya çıkmasının işaretlerinden sadece biriydi. Bundan sonra geriye kalan maçların hepsi de çok kritik ve Kuzey Kore ve Honduras hariç tüm takımların hala gruptan çıkma şansları bulunuyor. İlk grup maçları gerçekten inanılmaz sıkıcıydı ancak özellikle ikinci maçlardan sonra Dünya Kupası adına yakışmaya başladı.

Bu geceye gelirsek, Almanya ve Gana gruptan çıkan takımlar oldular. Özellikle Gana için bu oldukça önemliydi. Zira Afrika takımlarının turnuvada yaşadığı çöküşe karşı durmak isteyen bir takımdı Gana. Ayrıca turnuvanın da en genç takımı olarak bunu başardılar. Bugün de sahaya kazanmak için çıkmışlardı, kendi göbeğini kendi kesmek istiyordu ancak Afrika takımlarının bu turnuvadaki ortak özelliği beceriksizlik yine başroldeydi. Akabinde Mesut'un golüne engel olamadılar. Sırbistan’ın son dakikalarda bulacağı bir gol her şeyi değiştirebilirdi. Hatta hakemin son dakikalarda vermediği penaltıyı da dikkate alırsak Gana'nın direklerden dönerek ikinci tura çıktığını söyleyebiliriz.

Diğer tarafta ise ikinci tura çıkmak için mucizelere ihtiyacı olan Avustralya ve Gana-Almanya maçının skoruna göre hareket edecek olan Sırbistan vardı. Sırbistan inanılmaz ağır bir tempoda oynadı ve özellikle yenilen gollerden sonra fark açılabilirdi. İki takımda ikinci turu hak etmediler. Ancak Avustralya turnuvaya iyi bir şekilde veda etmek için elinden geleni yaptı.Şu an eminim Gana maçında Harry Kewell'ın gördüğü kırmızı karta yanıyorlardır.

Burak Kereci

23 Haziran 2010 Çarşamba

Grup Maçlarının Ardından: B Grubu

A grubunun ardından B grubunda da maçlar tamamlandı ve 2.tura çıkan  takımlar belli oldu. Aslında Arjantin'in çıkması kesinleşmiş gibiydi, son maçlar Arjantin'in ardından çıkacak ikinci takımı belirleyecekti. A  grubunda Uruguay lider çıkarak bu gruptan gelecek takımı iştahla  beklemeye koyuldu. Bu yazıda maçları kısa kısa ele alacağım.

Nijerya - Güney Kore

Grup  öyle enteresan bir hal aldı ki bu maçta Nijerya'nın atacağı bir gol  daha onları ikinci tura taşıyabilirdi. Nijerya’nın Yunanistan maçı ve bu  maçtaki isteğini, mücadelesini dikkate aldığımızda benim gönlüm  Nijerya'dan yanaydı. Özellikle Martins ve Yakubu'nun kaçırdığı goller  akıllara ziyandı. Nijerya Yunanistan maçında 10 kişi kalmasaydı şu an  ikinci tura çıkmıştı. Tabi bu tecrübesizlik dünkü Güney Kore maçına da  yansıdı. Kaçan gollerde pas vermeyi tercih etseler çok farklı olurdu  her şey. Bu sonuçla Kamerun ve Güney Afrika'dan sonra Nijerya da  turnuvaya veda eden 3. Afrika takımı oldu. Afrika takımları açısından turnuvanın  pek de verimli geçtiğini söyleyemeyiz. Afrika takımlarının sorununun ne  olduğuyla ilgili Brezilya-Fildişi Sahili maçı yazısında bilgiler vermiştim.

Arjantin - Yunanistan

Arjantin'in  yine rahat kazandığı bir maç oldu. Bu sefer bunun sebebi sahada muhteşem  bir Arjantin'in olması değildi. Yunanistan takımının artık acilen  tasfiye edilmesi gerekiyor. Eldeki oyuncular 10 sene öncesinden kalma ve  artık kulüplerinde başarısız isimler. Dün akşamki maçta Güney Kore 2-1öndeyken durum 0-0'dı ve Yunanistan'a acilen gol lazımdı. Yunanistan ise  hala 11 kişiyle topun gerisinde bekliyor ve hücum yapmıyordu. Kapılan  toplar ileride tek başına duran Samaras'a yollanıyordu. Yunanistan’ın bu  anlayışla bile iddiasını son maça taşıması hayret verici bir  durum. Sonuç olarak ikinci turda olmayı hiçbir şekilde hak etmedikleri  kesin. Ancak asıl sorulması gereken bu turnuvada olmayı hakedip  hak etmedikleri.


Maçlar sonunda Arjantin, Meksika ile ikinci  turda eşleşti, Meksika kontrollü bir oyunla topa daha çok sahip olursa  ikinci yarıda oyundan düşmesi muhtemel Arjantin karşısında etkili  olabilir. Uruguay takımı ise Güney Kore karşısında kesin favori. Zira  sert takımlara karşı gol atmakta zorlanacaklarını düşünüyorum.
Burak Kereci

22 Haziran 2010 Salı

PES GÜNLÜKLERİ 2



Sene 2008. Murat efendinin evindeyiz. Video'da gördüğünüz karakterler soldan başlayarak GARA GÖZLÜKLÜ MURAT, EN HEYECANLI ANLARDA BİLE SAKİNLİĞİNİ KORUYAN COOL EREN; DOKTOR ADAYI SELOCAN ve ALİCİ ve KAMERA ARKASINDA GİZLİ GOYGOYCU BEN!

Şimdi her biri bir işin ucundan tutmaya çalışan bu insanları, bu şekilde görmek garip ama yine de izlerken gülmemek elde değil. Türkiye'nin Avrupa kupalarından bilmem hangi heyecanlı maçının (Redvidigidal bilgi versin!) devre arasında, bu iki arkadaş Pes 2008 oynarken biz de tezahürat yapıyoruz. Video herşeyi açıklıyor zaten ama bir kaç şeye dikkat çekmek istiyorum.

GARA GÖZLÜKLU MURAT'ın süper karizma gözlükleri,
Selocanın boynunda ne diye bağladığını hala anlamadığım yeşil fular,
Alicinin Kamyoncu gözlükleri ve elinde davul niyetine kullandığı bilmem kaç günlük kola şişesi.
VE SON OLARAK videonun müthiş sürpriz içeren ve bu azgın boğaları süt dökmüş kediden daha da sessiz, daha da ürkmüş hale çeviren son 30 saniye.

İzleyiniz efem.

Alper KURT

21 Haziran 2010 Pazartesi

Christoph Daum ve Fenerbahçe


Fenerbahçe  teknik direktörü Christoph Daum bir basın açıklaması yaptı ve gelecek sezonda  takımın başında olduğunu açıkladı. Hemen ardından da Fenerbahçe'nin resmi  sitesinde bu haber açıklandı. Ama Roland Koch dışında tüm yardımcıları takımdan  gönderildi. Bu da ek bilgi olarak belirtildi.

Daum ve  Fenerbahçe'nin arasının iyi olmadığını tahmin edebiliyoruz. İkinci Denizli faciasından  sonra takımda kalması da sürpriz oldu çoğumuza göre. Ama sonuçta Aziz Yıldırım’ın Daum'a ne kadar güvendiği kafalarda soru işareti yaratıyor. Daum'unda 2 gün önce basına çıkan açıklamalarından sonra ve üstüne üç yardımcısının  kovulması üzerine ne kadar rahat bir ortamda çalışabilir ki diye düşünmeden  edemiyorum. Şöyle örneklere baktığımızda başarılı olmuş teknik direktörler hep  rahat bırakıldıklarında taraftara sevinci yaşatmışlardır. Ben teknik direktör  olacağım, benim yardımcılarım kovulacak ve yönetimin belirttiği isimlerle çalışacağım. Daima izlenen ve her attığım adımın başkana rapor edildiği güvensiz ve gergin  bir ortamda çalışmak, bir teknik direktör için ne kadar kolay bir iş olabilir ki? Üstüne bu işi severek yapması gerekiyor ki hem Avrupa'da hem Türkiye’de başarılı olsun.

Ne kadar bu açıklamalar yapılmış olsa da bana göre Fenerbahçe kulübü şu an  bir teknik direktör arayışında. Bir back-up planı olarak bunu düşünüyorlardır. Lige kötü başlangıç yapacak olursa Daum, yol yakınken yolları ayırıp bu planı  devreye sokacaklardır. Tabi ki bu sadece bir fikir ama Türkiye'de çok  gördüğümüz ve bize yabancı olmayan bir olay.
Burak Kereci

Maç Sonu: Brezilya - Fildişi Sahili


Maçın  ilk yarısını izleyip sıkılan ve ikinci yarıyı izlemeyen birisine ikinci  yarıda olanları anlatsak inanmazdı herhalde. Maça damga vuran olayları  kısaca ele alacak olursak, sırasıyla Erikcsson, Keita, Elano’nun  sakatlanması ve Fransız hakem Stephane Lannoy'u analiz edebiliriz.

Afrika Takımları

Fildişi  takımı da diğer Afrika takımları gibi vasatın üzerine çıkamadı. Geriye  düştükten sonra bile 10 kişiyle topun gerisinde kaldılar. Afrika  takımlarının bu turnuvada bu kadar fiyasko olacağını  tahmin etmezdim. Başlarında kim olursa olsun ev sahipliğini bir  şekilde  kullanacaklarını düşündüm ama olmadı. Afrika takımlarının  problemi turnuvalık teknik direktör kiralamaları bence. Mesela Eriksson  hala Lazio döneminin ekmeğini yiyen bir adamdır. Anlam veremediğim  olay, bu adamın Lazio'dan sonra gittiği hiçbir yerde başarılı  olamamasına rağmen hala nasıl rağbet gördüğüdür. Elbette 33 yıllık bir  kariyere her zaman saygı duyulmalıdır ancak bu adamın modası geçeli çok  oldu. Lazio macerasının ardından gittiği her yerden sorunlu ayrıldı  Eriksson. Zaten Fildişi'ne de Drogba Hiddink'ten umudunu kestikten sonra  acilen geçti. Bir başka konuda bu zaten; Fildişi'nin teknik direktörünü  neden Drogba seçiyor?

Elano'nun Sakatlanması

Bu  sezon yerden yere vurulan Elano, ikinci maçında da golünü attı ancak  birkaç dakika sonra sakatlanarak oyundan çıktı. Elano’nun performansı  karşısında iki maçtır ellerine ovuşturan Galatasaray yönetimi ve Elano  düşmanı taraftarların içine kor ateş düşmemiştir umarım. Şaka bir yana  bir futbolcu için "dünya kupasında para etsin satarız" mantığını pek  etik bulmuyorum. Tabi madalyonun diğer yüzünde; bazı taraftarlar sezon içerisinde  kendisini ikili mücadelelerden sakınan Elano için "takdir-i ilahi"diyor olabilir.

Keita ve Etik

Keita  bu akşam oyuna girdikten 5 dakika sonra sarı kart gördü. Buna diyeceğim  bir şey yok, olabilir. Ancak Keita'nın Türkiye'de bizi kendisinden  tiksindiren aldatıcı hareketlerine tüm dünyanın gözü önünde de devam etmesi gerçekten hoş değil. Bu tarz hareketleri yapan futbolcu sayısı  oldukça fazlayken Keita'yı asacak değiliz ancak bence Keita aldatma  işinde oldukça beceriksiz ve bu onu daha da itici gösteriyor. Bu geceki  maçta da, arkadaşına pas verdikten sonra bir dakika önce tartıştığı  Kaka'nın üzerine doğru -sözde- pozisyon icabı koşmaya başladı, Kaka’nında bir şarjı var tabiî ki ancak bu müdahale göğsüne gelmesine rağmen  saatlerce yüzünü tutarak yerde kıvranması iticiydi. Benzer  hareketleri Türkiye'de defalarca yapmıştı. Bu arada, Keita üzerinden  Galatasaray'a inceden laf dokundurmaya çalışanların yaptıkları da bir o  kadar iticidir.

Stephane Lannoy

Maçın  Fransız hakemi de Fransa gibi bu turnuvada sınıfta kaldı. Fabiano’nun  ikinci golündeki eli görmemesi, avantaj kullanımına dikkat etmemesi ve  son 10 dakikada yaşanan sertlikler, kırmızı kart gibi krizleri  yönetememesi onu sınıfta bıraktı. İrlanda’yı kupanın dışına iten,Euro2016'yı evine götüren Platini, dünya kupasından, milli  takımı, hocası, oyuncusu, hakemi ve federasyonuyla, kısacası her şeyiyle  sınıfta kaldı.
Yazan: Burak  Kereci

20 Haziran 2010 Pazar

Angie



Efsane grup The Rolling Stones’in solisti Mick Jagger’in eski sevgilisi Angela Barnett’e yazdığı şarkı.Angela, Mick’ten ayrıldıktan sonra David Bowie ile birlikte olur.Bu birliktelik evliliğe dönüşür.Angela ile David’in bir erkek çocuğu vardır.

Şarkının sözleri şu şekildedir :



Oh Angie, Angie
When will those dark clouds disappear
Oh Angie, Angie
Where will it lead us from here
With no loving in our sols and
No money in our coats
You can say we're satisfied
Oh Angie, Angie
You can't say we never tried
Oh Angie, you're beautiful
Ain't it time we say good bye
Oh Angie, still love you
Remember all those nights we cried
All the dreams we held so close
Seem to all go up in smoke
Let me wisper in your ear
But Angie,
Angie, Angie
But Angie, still love you
Every where I look I see your eyes
There ain't no woman that
Comes close to you
Come on baby dry your eyes
But Angie, Angie
Ain't it good to be alive
Oh Angie, Angie
They can't say we never tried
Oh Angie, Angie
Ain't it good to be alive
Oh Angie, Angie
They can't say we never tried

18 Haziran 2010 Cuma

7. MAÇIN KISA FİLMİ:MUTLAKA İZLEYİN

Platini , Henry , Domenech ve İrlanda'nın Ahı

Fransa dünya kupasına gelirken yeni bir "Tanrı'nın eli" vakası cereyan etmişti. İlk maçta deplasmanda 1-0 yendikleri İrlanda karşısında bu sefer kendi evlerinde 1-0 gerideyken Henry’inin eliyle önü aldığı top sonrası 1-1 biten maç Fransa'yı dünya kupasına getirmişti.O dönemde bu konuyla ilgili,Platini'nin hakemi satın aldığı vs gibilerinden birçok geyik döndü.Devam eden süreçte Euro 2016 için Fransa'nın Türkiye'ye karşı 1 oy farkla kaybetmesinde de Platini'nin parmağı olduğu söylendi.Kendisi de nükteli bir şekilde bunu belirtti zaten.İşin ilginç olan tarafı Fransız milli bir futbolcu Gignac'in ertesi gün bu haberler ilgili "biz Fransa'nın alacağını önceden biliyorduk" cümlesini ağzından kaçırmasıyla iddialar çoğaldı.Ancak olan Türkiye'ye ve zavallı İrlanda'ya olmuştu,üstelik deplasmanda Fransa'ya karşı neredeyse tek kale oynamışlardı.Benim kişisel olarak İrlanda'ya karşı bir sempatim olduğu için Fransa'dan,Henry'den ve Platini'den nefret etmiştim o aralar.

Devam eden süreçte Fransa milli takımının dünya kupasından sonra Domenech'in yerine Laurent Blanc'ı getireceği açıklandı. Bir kısım medya Domenech'in gönderilmemesini çok ağır bir dille eleştirdi. Dünya kupasına yaklaştıkça oynanan hazırlık karşılaşmaları da Fransa'nın dünya kupasında göstereceği performanstan kesitleri sunmuştu bize. Domenech sanki takımın gol atmaması için elinden geleni yapıyordu.2006'da birlikte çalıştığı Zidane bile kendisi için "hoca değil" tabirini kullandı. Futbolcuların ona güvenmediğini ve onun için kazanmak istemediklerini de söyleyen Zidane zaten sevilmeyen Domenech'i Fransa'da istenmeyen adam ilan etti.

Sonuçta Fransa'nın dün oynadığı maçtan sonra bana göre şansı kalmadı. Ve takip ettiğim kadarıyla İrlanda'daki publarda maç boyunca Meksika'nın attığı her golde "1 shot ücretsiz tekila" verileceği söylenmiş. Platini son zamanlarda "arsız oğlunu kollayan işgüzar baba" rolüne soyunmuştu. Ancak artık arsız oğlu Fransa için yapabileceği bir şey yok. İrlanda’nın ve bizlerin ahını fazlasıyla aldı. Şu turnuvaya İrlanda'nın katacağı rengi söylemeden edemeyeceğim.

Burak Kereci

ŞAMPİYON LAKERS

16 Haziran 2010 Çarşamba

İspanya - İsviçre


Günler sonra beklenen oldu ve kupanın ilk sürprizini İsviçre gerçekleştirdi. Maç öncesi bir takım bloglarda okuduğum yazılarda genel  kanı İspanya'nın zor da olsa kazanacağı yönündeydi. Açıkçası ben de İspanya'nın  kazanacağını düşünmüştüm. Nitekim pozitiffutbol.com'da dünya kupası öncesi  yaptığım takım analizlerinde ele aldığım İsviçre'den,kaliteli oyunculardan  kurulu ancak takım hüviyetine bürünememiş bir takım olarak  bahsetmiştim.Hazırlık maçlarındaki başarısızlıkları ve grup maçlarında kolay  bir kura çekmiş olmaları buraya gelmelerinde önemliydi.Ancak bugün Ottmar Hitzfeld takım olarak ne yapmak istediğini bilen bir İsviçre izletti bizlere.

Maç sonrasında ise twitter'da takip ettiğim insanların genel görüşü Ottmar Hitzfeld'in Mourinho'nun not defterini fotokopi çektirdiği, takımı böylesine  defansif oynatarak futbolu çirkinleştirdiği yönündeydi. Benim içinse bu maç  turnuvanın bugüne kadar oynanan en zevkli maçı olmuştur. Hatta Almanya maçından  daha zevkliydi. Futbolda savunma oyununu oynamakta bir takım bilgi, beceri, teknik ve sistem gerektirir. Bunun dışında bugün İsviçre'yi bu şekilde oynamaya  zorlayan İspanya'nın sistemiydi. Karşınızda ilk yarıda 378 olumlu pas yapmış ve%73 topa sahip olan bir takım varken hücum futbolu oynamanız pek akıllıca  olmaz. Bütün bunlara ve mağlubiyete rağmen İspanya yine de iyi oynadı  diyebilirim. Zira İsviçre'nin attığı gol biraz da şans golüydü. Gole kadar doğru  dürüst şutları bile yoktu. İspanya yapması gerekenleri yaptı ancak bugün David  Villa ve sonradan giren Torres'in beceriksiz oluşu İspanya'nın gol atamamasına  sebep oldu.

Başka bir önemli nokta ise, bugüne kadar oynanan maçlarda kapanan takımların  hiçbiri topu kazandıklarında olumlu oynayamadılar. İsviçre ise bugün son  dakikalarda inanılmaz baskı yemelerine rağmen 3–4 adamla atağa çıktı ve ayağa  pas yaparak tehlike yarattı. İsviçre takımı fırsatını bulduğunda gayet güzel  hücum da yaptı ayrıca. Bu maçta özellikle Gökhan İnler ve Lichtsteiner  takımlarına muazzam katkılarda bulundular. Ayrıca Eren Derdiyok da bu turnuvada  adından söz ettirecek gibi görünüyor.

Burak Kereci

Sadri Başkan Çok Mutlu...

Trabzonspor Polonya'li stoper Arkadiusz Glowacki'yi transfer etti.Özellikle başkan Sadri Şener,bu transfer görüşmeleri esnasında,FIFA'lik oldukları eski oyuncuları Smyzkoviak'in cok büyük yardiminin dokunduğunu anlatti.Dün Glowacki ile İstanbul'da bir araya gelen Sadri başkan,yine her zamanki rahat tavirlariyla basinin karşısındaydı.Deginmek istediğim nokta bu tarz 3.sınıf bir oyuncu icin Trabzonspor'un başkanının transferle bizzat ilgilenmesi,görüsmeler yapması Trabzon'un büyüklüğüne yakışmıyor.Bu durum bu tip oyuncularin gözünde bile ülkemizin imaji için olumsuz bir mesele.Bir diğer konu ise  Sadri başkan medya önündeki giyim tarzı.Yazinin ana fotoğrafında ceketini omzuna asmış vaziyetteki hali bize bir hayli ilginç geldi.Yorum sizin...
Burak Kereci

PORTEKİZ-FİLDİŞİ SAHİLİ




Kupada, Almanya maçı hariç bu maça kadar oynanan bütün karşılaşmaların kısır, heyecansız geçtiğini düşündüğümüzde hepimizin bu maç adına beklentisi oldukça yüksekti. Doğal olarak iki takımda da birçok yıldızın olusu bizleri heyecanlandırmıştı. Ancak, golsüz eşitlik bozulmayınca futbolseverler pek tatmin olmadı. Brezilya’nın 3 puan almasıyla bu iki takimin birincilik şansı zora girdi.

Aslında maç hızlı başladı ve iki takım da kontrollü oyundan ziyade birbirilerine  üstünlük kurma çabasındaydı. Portekiz kupaya resmen forvetsiz geldi. Liedson, Portekiz takımına forvet olacak bir isim değil. Portekiz’in en büyük sorunu nokta santrafor özelliğinde bir oyuncusu olmaması. Pauleta’dan  sonra o bölgede rahatlıkla oynayabilecek bir isim bulamamanın sıkıntısını çektiler. Ronaldo  ise maça hızlı başladı ve bir topu direkten döndükten sonra Demel, onunla ağız  dalaşına girerek kart görmesini ve oyundan düşmesini sağladı ve bu dakikadan  sonra tatlı sert bir oyunla Ronaldo'nun etkinliğini minimuma indirdi.

Fildişi Sahili'nde ise iyi durumda bir Drogba ile Gervinho cok iş yapar. Gervinho adam eksiltme ve dripling özelliklerine sahip, Drogba’yı  zaten  anlatmaya gerek yok. Keita’ya da bir parantez açmak gerekirse, dün aksam oyuna  girdikten sonra Fildişi'nin daha da yüklenmeye başladığını ve oldukça etkili olduğunu  söyleyebilirim. Son dakikada Drogba'ya cok kritik bir asist de yapti. Ben açıkçası  Keita'yı 11'de bekliyordum. Ancak Eriksson'un ikinci maçta daha da iyileşmiş birDrogba ve bu maçta etkili olan Keita'yi ilk 11'de oynatması oldukça muhtemel.

Burak Kereci

BİR NUMARADA UÇAN ADAM BROWN

14 Haziran 2010 Pazartesi

Shaquille O'neal Ve Kobe Bryant ile Nostalji Hem de Şahane Bir Japon Şarkısı Eşliğinde




Arkadaşlar bu videonun bendeki yeri çok farklıdır..Bu şahane klibi ve şarkıyı bizzat daha dün Youtube'a yükledim..Yıllar öncesinde tesadüfen şu anda kullanımda olup olmadığını bile bilmediğim bir paylaşım ortamından tesadüfen indirdiğim bir Shaq-Kobe klibi..Şarkının hiç bir sözünü anlamıyoruz belki de hiç anlamayacağız ama görüntüler eşliğinde öyle bir değişik havayla o hüzün ve duygu yoğunluğu yansıtılmış ki klipte, ben yıllardır defalarca izledim ve izleyeceğim..Belki biraz abarttığımı düşünenler olabilir ama bu iki oyuncunun en iyi dönemlerini en ateşli dönemlerimde yaşamış ve sıkı sıkıya takip etmiş bir basketbol fanatiği olarak yerleri her zaman farklıdır..

Biliyorsunuz bir San Antonio Spurs taraftarı olarak Lakers'dan hiç ama hiç hazzetmem..Fakat bu sporu anlamlı ve kıymetli kılan şeyin güçlü rakipleriniz olduğu gerçeğini de hiç bir zaman unutmam..Belki bir daha Shaq-Kobe iklisini bir arada izleyemeyeceğiz fakat ne olursa olsun bu 2 dev oyuncunun zamanında en büyük rakibinin,benim tuttuğum takım Spurs olması da bana ayrı bir haz veriyor..Benim temel felsefem rakibine saygı duymaktır..Hiç ama hiç sevmem Lakers'ı hatta uykularımı kaçırmışlardır çoğu zaman fakat iş rakibe saygıya gelince maçın sıcaklığı ve heyecanı geçince her zaman haklarını vermişimdir..Az mı canımızı yaktılar Rick Foxlar,Brian Shawlar,Derek Fisherlar,Robert Horryler,Devean Georgelar vsvs..Ben az mı küfrettim bu rol adamlarına Lakers'ın..Şimdi düşünüyorum da ne kadar güzel günlermiş çok acı çeksem bile o rekabet ve devrilmesi gereken bir hanedanın olmasının gerekliliğini daha son yıllarda farkettim..Basketbolu daha doğrusu tüm sporları benim için anlamlı kılan şeylerden biri hanedanlıkların olması ve o hanedanlıklara meydan okumalarıdır diğer takımların..İşte Lakers hanedanlığı da öylesine güçlüydü çünkü Kobe ve Shaq oradaydı..Bu kadar rakibi övdük ama biz de Spurs olarak Lakers'ın canını az acıtmadık hani...2003'de hanedanlığın 3 yıllık şampiyonluğuna son verdiğimiz maçtan sonra ağlayan Lakers'lıları gördüğüm anda aldığım hazzı anlatamam..Resmen ayaklarım yerden kesilmişti..Hele o Fisher'ı ağlarken görmek bir başkaydı..

Shaq tartışmasız NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük,dominant ve basketbolun kaderine ve skoruna en fazla etki eden pivotu..Kobe'den daha iyi ise sadece bir kişi var malumunuz söylememe gerek yok..23 numaralı basketbol Tanrısı..Bu kadar,ilerde efsane sıfatını alacak hatta şimdiden alan 2 oyuncunun aynı takımda buluştuğunu söylediğimizde bile vayy bee dedirtiyor insana..Eğer Kobe Bryant egosunun ve karakter zayıflığının kurbanı olmasaydı şu anda belki de parmaklarında 3 tane daha şampiyonluk yüzüğü olacaktı..Kral benim demek adına takımdan Shaq'ı göndertti fakat Shaq'sız geçen yıllarda her zaman Lakers ikinci hatta üçüncü planda kalan bir takım oldu...İşte bu klipteki o hüzünlü ayrılık havasını çok ama çok sevdim ben..Belki yıllar sonra Kobe ve Shaq geriye bakıp pişmanlık duyacaklar ve diyecekler ki ''Olmasaydı sonumuz böyle ''

Hollanda - Danimarka


Kupanın en az çeyrek final favorilerinden olan Hollanda bugün beklentilerin aksine maça fırtına gibi başlayamadı. Danimarka’nın özellikle kademeli savunma anlayışına karsı ilk yarıda birkaç cılız atak geliştirebildi Hollanda. Danimarka ise gol yemediği zaman güçlü rakiplere için ne kadar çetin ceviz olabileceğini gösterdi ilk yarıda. Butun bunlara rağmen Hollanda'da santrafor özelliğinde bir futbolcunun mutlaka olması gerek. Van Persie gibi topla adam eksilten, ceza sahasına paralel kastedebilen bir oyuncuyu stoperlerin arasında sırtı kaleye donuk bir vaziyette kullanmak onun verimini önemli ölçüde azalttı.

Danimarka iyi kapanıyor derken ikinci yârinin hemen başında yenilen gol tüm dengeleri bozdu. Daha doğrusu Danimarka takiminin gole ihtiyacı olduğunda ne kadar dengesiz olduğunu da görmüş olduk. Bu maç tam olarak ölçü olmayabilir elbette. Sonucta karsılarında 19 maçtır yenilmeyen bir Hollanda vardı. Özellikle az önce izlediğim Kamerun ve Japonya’yı gördükten sonra Danimarka’nın gruptan çıkma şansı yok değil. Bu grupta Hollanda dışındaki takımlar için her şey olabilir.

Burak Kereci

BİR NUMARADA RONDO

13 Haziran 2010 Pazar

İngiltere - ABD


Dun gece İngiltere de Arjantin'in yaptığı gibi maça çok hızlı başladı. Buna dayanarak ben de fırtına gibi bir Mac olacak beklentisine girdim. Ancak yine Arjantin maçında olduğu gibi kısır bir maç izledik. İngiltere maça oyun olarak da iyi başlamıştı aslında. Dün aksam Rooney'nin İngiltere’nin performansını nasıl etkilediğini bir kez daha gördük. Rooney dünkü gibi oynarsa İngiltere hücum da çok sıkıntı çeker. Aslında bence kötü oynamasının sebebi Heskey gibi ağır bir partneri olmasıydı. Rooney oyun içinde sürekli dolasan yer değiştiren bir oyuncu. Birlikte oynadığı oyuncunun da bu tarz da bir oyuncu olması gerekir ki Rooney'e alan açılabilsin. Bu bağlamda benim secimim maça Rooney-Defoe ikilisiyle başlamak olurdu. Zaten daha önceki yazımda da belirttiğim gibi D.Bent yerine Heskey seçimine hep karsıydım.

James Milner'a da bir parantez açmak gerek. Joe Cole gibi bir oyuncuya sahipken, onu kulübede bekletip Milner gibi bu tip üst düzey Mac tecrübesi olmayan bir oyuncuyla başlamak Capello'nun yanılgısıdır. Tamam, Milner’a çıkardın peki neden Wright-Philips'i oyuna aldın diye sorarlar adama. Ayrica Ledley King-Carragher değişikliğini de anlamış değilim. King hatasız oynarken değişiklik hakkını boşa harcamaktan başka bir şey değildi bu. Green konusunda ise; çok iyi bir kaleci olduğuna inandığımı ancak dun yediği golün hiçbir şekilde açıklaması olamayacağını belirtmeliyim.

ABD ise artik bu tarz turnuvalarda her takimi zorlayacak kapasiteye sahip bir takim. Dun aksam turnuvada şimdiye kadarki en tertipli takim savunmasını yaptılar. Ozellikle Bradley ve Dempsey bu sistemin kilit isimleri. Kanattaki Findley'de müthiş süratli bir oyuncu ancak teknik açısından kendisini geliştirirse çok daha iyi yerlerde olacaktır.

Burak Kereci

12 Haziran 2010 Cumartesi

FİKİRSEL ÇEŞİTLİLİK


FİKİRSEL ÇEŞİTLİLİK

Hepimizin zaman zaman işinin düştüğü,toplumun her kesiminden ve her türünden bireyleri biraraya getiren bazı ortak mekanlarımız vardır.Bu mekanlar zaman zaman talebi karşılayacak kapasite ve elemanı bünyelerinde barındırmadıkları için sizi saatlerce bekletmelerinin yanında birde ortaya bazı bilindik manzaraları koyar.Yani kuyrukları aşağıdaki metinde işi düşenlerin oluşturduğu sıradan bir kuyruk manzarasına sonradan eklenen bir vatandaşın sırayı takmadan öne geçmeye yeltendiği anda kuyrukta bulunan insanların duruma kendi fikirsel anlayışlarını ve tepkilerini katmalarıyla elde edilmiş bu analizi sizlerle paylaşmak istedim.Acaba bu gibi bir durumda siz hangi tepkiyi sergilerdiniz?

Klasik tepki: ''Sıraya geç kardeşim''

Neoklasik tepki: ''Şeker kardeşim sıraya geçiver.''

Realist tepki: ''Sıra var.''

Sürrealist(gerçeküstü) tepki: ''Sallandıracaksın bunlardan iki tanesini Kızılay meydanında,bak bir daha yapıyorlar mı?''

Romantik: ''Beyefendi galiba sırayı görmediniz.''

Naturalist: ''Sırana geç.''

Modern: ''Efendim insanımız eğitimsiz.Halbuki Avrupa'da...''

Postmodern: ''Sıraya geç lan ayı!''

Uzlaşmacı: ''Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi.''

Devrimci: ''Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez.Devrim olunca herkes hizaya gelecek.''

Kaderci: ''Bırakın geçsin ya.İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar?Kısmetse hepimizin işi görülür.''

Felsefeci(septik:kuşkucu): ''Ön ve arka kavramları izafidir.O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi?Öne geçtiğini zanneden,aslında arkaya geçmiş te olabilir.''

Berkeleyci: ''Efendim algılanmayan şeyler yok demektir.Bakmayın o tarafa,adam yok olur.''

Kötümser varoluşçu: ''Herkes bir gün ölecek.Onurlu bir şekilde bekleyin, o adam da ölecek.''

İyimser varoluşçu: ''Sıkmayın canınız:şu anın tadını çıkarmaya çalışın.Bakın ne güzel hayattasınız ve önünüze geçiyorlar.''

Hümanist(İnsancıl): ''İnsanlık bir bütündür.Birimiz hepimiz için;hepimiz birimiz için.Birimiz öne geçince,aslındahepimiz öne geçmiş gibi oluyoruz.''

Bu yaratıcı çalışmayı bizimle paylaştığı için Seyhan Soylu'ya teşekkürler

10 Haziran 2010 Perşembe

Lincoln ve Jardel Kadar Başınıza Taş Düşsün Hakan Şükür ve Tayfası




       Bir Galatasaray taraftarı olarak Jardel ile ilgili görüşlerimi eski yazılarımdan birinde vurgulamıştım..Benim için yeri ve önemi çok ama çok farklı bir oyuncuydu Jardel..Son günlerde çok konuşulan isimlerden biri de yine bir Brezilyalı eski Galatasaraylı Lincoln..Önce Lincoln ile ilgili genel anlamda görüşlerimden bahsedeceğim daha sonra Jardel ile Lincoln arasındaki benzerliklere göz atacağız ve son söz olarak da başta Hakan Şükür denen beceriksizlik abidesi ve daha bir çok değişik sıfatları hakeden futbolcu (!!!) hakkındaki görüşlerimle yazıyı sonlandıracağım..

       Bugun kime sorsan Lincoln ile ilgili ''Ya arkadaş amma ahlaksız bir futbolcuymuş bu Lincoln nereden bulaştı Galatasaray '' türünde sözler duyabilirsiniz..Lincoln Galatasaray'dan gönderildi daha doğrusu baskılar neticesinde dışlanarak takımdan ayrılması sağlandı ama halen adam ağzını açıp da bir tek olumsuz söz veya eleştiri getirmedi kimseye..Nasıl bir ahlaksızlıksa bu artık anlamadım..Ne hikmetse bizim eski futbolcular kendine yönetici diyenler prim yapmak ve gündemde kalmak adına her türlü konuşmalarında Lincoln'e göndermelerde bulunuyorlar..Adam ağzını açsa kimbilir nelerden bahsedecek ama konuşmuyor..Gelelim işin en özündeki yanlışa..Galatasaray olarak bir transfer yapacaksınız ve Lincoln'e talip oluyorsunuz..Eğer sizler iyi birer yöneticiyseniz bir oyuncuyu transfer etmeden önce tüm özelliklerini, yediğini içtiğini,nasıl bir karaktere sahip olduğunu analiz edersiniz ve şartlarınıza uyuyorsa transfer edersiniz..Kesinlikle biz alalım ne olsa bir şekilde kendimize uydururuz veya idare ederiz diyemezsiniz..Galatasaray Lincoln'ü transfer etmeden önce elbette ki bu araştırmaları yapmıştı ve Lincoln'ün iş ahlağının zayıf olduğunu,disiplinsizliğini ve sürekli el üstünde tutulması gereken bir oyuncu olduğunu öğrenmişti..Bu şartları bilerek hem de çok önemli miktarda para ödeyerek Lincoln transfer edilmişti..Şimdi bu şartlar bilinirken siz nasıl olurda Lincoln'ü disiplinsiz,iş ahlağı zayıf vsvs gibi sıfatlarla nitelendirip günah keçisi yaparsınız?? Bilerek almışssın zaten bu oyuncuyu..O zaman ne vardır her zaman söylerim ''Oynamayan oyuncu yoktur oynatamayan sistem,yönetim ve teknik direktör vardır'' Galatasaray yönetimi sevk ve idarede yetersiz kalmıştır ve kriz yönetiminde ne kadar beceriksiz olduğunu ortaya koymuştur..Lincoln'ü aldıysan kusura bakma ama yukarda saydığım şartları bilerek aldığın için Lincoln sana uymayacak gerekirse sen Lincoln'e uyacaksın..Yıldız oyuncu,yetenekli oyuncu kaprisli olacak tabi ne sandıydınız siz Sabri gibi veya Uğur gibi mi olacak sandınız?? Sabri'yi Uğur'u herkes yönetir ve idare eder önemli olan Lincoln gibi süper yetenekleri idare edip yönetebilmektir..Sıradan oyunculardan iyi birer takım oluşturursanız sadace bir yere kadar gelebilirsiniz ama yetenekli oyuncuları takım yapabilirseniz o zaman şampiyonluklar ve büyük başarılar gelir..Lincoln ilk Galatasaray forması giydiğinde çok iyi hatırlıyorum ağzımdan şu sözler dökülmüştü '' Bu adam tek başına evet tek başına istesin Galatasaray'ı şampiyon yapar ve sırtında taşır '' Evet gerçekten de bu yetenekte çok az oyuncu gördüm ben fakat malesef bizim yabancıları ve üst düzey yabancıları kendimize benzetip kendi o geri kalmış sistemimiz içerisinde eritme anlayışımız ve de en önemlisi çekememezlik hastalığımızdan dolayı Cassio Lincoln'ü küstürdük..Zaten adam küsmeye çok yatkın ve kırılgan bir yapısı var o da küstü oynamadı zaten..Son yapılan açıklamalara bakıyorum da tut neresinden tutabilirsen elinde kalıyor..Hamburg'daki ilk maç ve 10 kişi kalan Galatasaray'da Bülent Korkmaz Lincoln'ü oyundan çıkarıyor ne adına orta sahayı güçlendirmek adına.Aldığı adam kim Mehmet güven denen kazmanın da kazması bir arpa boyu kendini geliştiremeyen bırakın Galatasaray'ı Galatasaray'ın paf takımında bile benim kadroya almayacağım yetenek özürlüsü bir oyuncu..Şimdi diyeceksiniz ki efendim orta sahaya koşan adam lazımdı Güven de o tür bir adam doğru yaptı Bülent Hoca..Hayır bin kere de hayır yüz bin kere de hayır yanlışın daniskasını yaptı o gün Bülent..Çok iyi hatırlıyorum Lincoln için o maçlar bir hedef maçtı ve sahadaki en fazla koşan oyunculardan biriydi bu bir..İkincisi 10 kişi kalan takım adına topun ileride ayakta tutulması ve takımın nefes alması ve zamanın daha çabuk geçmesi adına Lincoln çok ama çok önemli bir oyuncuydu..Hem de faul alıyordu sık sık..Bir sene boyunca da Almanya'da böyle bir maçı beklemişti Lincoln..Sen zurnanın zırt dediği yerde sahanın en iyisini kenara al ondan sonra da Uğur gibi falan başını öne eğip hocaya saygı göstermesini bekle..Elbette edilen küfür falan yanlıştır fakat altında yatan sebepleri de iyi araştırmak gerekir..O dakikadan sonra topu ilerde tutamayan Galatasaray sahanın o andan itibaren en kötüsü Mehmet Güven'in de olumsuz anlamda katkılarıyla son 25 dakikada adeta can çekişmişti..Sonra soyunma odasına giren içkili yönetici Haldun Üstünel ağzına geleni saymış Lincoln'e..Bakın kardeşim omurgalı yönetici,dik duran yönetim ve ağızlarını açınca Galatasaray'lılık duruşundan falan açanlar bu iş böyle olmaz..Eğer siz Galatasaray'ın yöneticisiyseniz o dakikada hocamıza ve 25 yıllık kaptanımıza küfür edemezsin diyip biletini kesersiniz Lincoln'ün..Ama yok nerde o yürek..Hem sen adamı azarla küfret sonra bir de utanmadan bir sonraki maçlarda çıkıp sahada performans göstermesini bekle..Peki ne oldu?? Rövanş maçında Lincoln topa ayağını bile uzatmadı ve Galatasaray Hamburg'a elendi..Daha da acısı var o kadar olaya ve küfürleşmelere rağmen Lincoln önce Tranzon deplasmanında yedek bırakıldı daha sonrada hiç bir şey olmamış gibi Hamburg maçında bel bağlanarak ilk 11 de sahaya sürüldü..Daha sahaya çıkarken yüzü yere bakıyordu adamın anlamıştım oynamayacağını..Oynadığı zaman neler yapabildiğini hepimiz izledik ve biliyoruz..Ara pasları ve orkestra şefi gibi takımı yönetmesinin yanında eğer küstürülmemiş ve istekli oynuyorsa takımın en çok koşan ve mücadele eden oyuncularından biri olması Lincoln'ü diğerlerinden ayırıyordu..Gerçi Galatasaray'da o çok koşan yapısını bazı maçlar haricinde pek göremedik ama sebeplerini hepimiz biliyoruz..Hertha Berlin deplasmanındaki futbolu halen damağımda ayrı bir tat olarak durmaktadır..Malesef biz Lincoln'ün bence kıymetini bilemedik..

       Jardel ile benzerliklerine gelirsek..

1-Her ikisi de Brezilyalıdır ve ülkesinin milli takımında hiç bir zaman ilk tercih olmamışlardır..Hatta Lincoln hiç seçilmemiştir Brezilya milli takımına..Fakat bu demek değildir ki Brezilya milli takımına seçilenler seçilmeyenlerden daha iyi futbolcudur..Kim bugun Brezilya'da kadronun değişmez adamı Elano'nun Lincoln'den daha yetenekli ve daha iyi futbolcu olduğunu veya skora daha çok etki eden bir adam olduğunu iddaa edebilir?? Sadece iş ve çalışma ahlakının Lincoln'den daha az kırılgan olduğu söylenebilir..Fakat atın sahibine göre kişnediğini ve kişnemeyen atın olmadığını onu kişnetemeyen sahibinin  olduğunu zaten söylemiştim..Elano'yu en son limitinde kişnetsen kişnetsen 20 desibel ses alırsın..Fakat esas iş olan Lincoln'ü kişnetebilirsen o zaman işte desibel tavan yapar...

2-Her ikisi de büyük paralara transfer edilmiştir..Aldıkları paranın hakkını eğer çevresindeki şartlar izin verseydi daha da fazla hakedeceklerdi..Gerçi Jardel fazlasıyla aldığının hakkını verdi bence Lincoln'de verdi fakat çok fazla perde arkası faktörler vardı ve Jardel kadar bir etki yapamadı..

3-Her ikisi de Türkiye'ye gelmiş geçmiş en yetenekli oyunculardan ikisiydi..Kendi pozisyonları özelinde çok ama çok nadide ve o pozisyonun saf özelliklerini taşıyan futbolculardı Jardel ve Lincoln..Bir golcü gol atar ve Jardel'de de o gol vuruşu belki de tarihin en iyilerinden bile daha iyi bir şekilde mevcuttu..Bir oyun kurucu yani klasik 10 numara ise topa istediği zaman dans ettirir ve dans ettirirken de etrafındaki oyuncuları da bu kullandığı topla beraber oyuna sokar ve yeri geldiğinde de skoru kendisi değiştirir..Lincoln'de bu özellikler fazlasıyla vardı biz yeterince kullanamadık o başka..

4-Her ikisi de taraftarlar tarafından çok ama çok sevilen ( bence halen de çok seviliyorlar) iki futbolcuydu..Hava alanlarında binlerce kişinin karşılamalarından tutun da özel tezahüratlara kadar çok sevilmişlerdi taraftarlar arasında..Hiç yuhalandıklarını falan da hatırlamıyorum..Hele hele Lincoln'e o kadar karalama kampanyası ve hedef göstermenin arkasından bile taraftar Lincoln'ü yuhalamamıştır..

5-Gelelim bu iki eski Galatasaray'lı futbolcunun en önemli benzerliklerine..Her ikisi de kendilerinden başkasının ön planda olmasını istemeyen ve çekememezlik damarları her zaman kabaran Türk futbolcu toplulukları tarafından dışlanmaları ve takımdan gönderilene kadar da altlarının oyulmasıdır..Hem Jardel'e hem de Lincoln'e fiziksel temasa varıncaya kadar saldırılar olduğunu artık  herkes biliyor..Ne adına ve kimler yapıyor bunları hemen söyleyelim..Kendilerinden başkalarının başarılı olmasını ve kendi adlarından önce onların anılmasından rahatsız olan ve taraftarların sevgilisi olmalarından rahatsızlık duyan Hakan Şükür,Hasan Şaş,Emre Belözoğlu,Hakan Ünsal,Okan Buruk  vsvsvsvs....Dünya varolduğu sürece siz mi olacaksını bu takımın başında,ölene kadar Galatasaray mı bakacak sizlere?? Sizlerin Galatasaray'da kurduğu derin Galatasaray yüzünden Jardel,Lincoln gibi futbolcuların tadına varamadan ayrılmak zorunda kaldı bu futbolcular..

       Aslında bizlere çok fazla geliyor Jardel,Lincoln,Rijkaard,Anelka,Ortega,Del bosque,Scala,Gerets vsvs...Evet fazla geliyor.Çünkü bizlere Sabriler,Christof Daumlar,Mehmet Güvenler,Serdar Kurtuluşlar,Mehmet Aurellolar,Pascal Noumalar,Marcio Nobreler,Gökçek Vedersonlar,Samuel Johnsonlar,Simaolar,Mustafa Doğanlar,İbrahim Kaşlar,Christianlar vsvsvsvs bunlar  yakışıyor ve bunları ancak yönetebiliyoruz bizler..İşte bunun içindir ki hep olduğumuz yerde sayıyoruz ve günlük geçici başarı tanecikleriyle kendimizi avutuyor ve mutlu oluyoruz..Bizim dünyamız işte malesef bu kadar küçük..

       Bir Galatasaray'lı olsam da Hagi'yi çok sevsem de  bu noktada tarafsızlığım adına Lincoln özelinde bir noktaya değinmem gerekiyor..Lincoln'ün Bülent'e küfrettiğini ve bu yüzden başına gelmeyenin kalmadığını yazmıştık..Bülent'e yapılanın belki de 10 mislini Hagi o dönemde Lucescu'ya yapıyordu hem de defalarca yapıyordu..Acaba o dönemde bir tane yönetici içkili bir vaziyette soyunma odasını basıp Hagi'ye küfürler savurarak çıkışmışmıydı merak ediyorum..Elbette ki yapamamışlardı..O dönemde neden bugunlerde küfretti diye linç edilen Lincoln'e yapılan bir linç girişimi Hagi'ye yapılmamıştı..?? Evet yapılmasın zaten bence de yapılmaması lazım ama Lincoln'ün günahı neydi?? Hagi başarılar kazanmıştı evet ama Lincoln ile o başarıların tekrarlanması için acaba fırsat verildi mi?? Veya sadece başarısı istatistiklerle ve kupalarla sabit olanlar mı teknik direktörlere hakaret edip küfredebilir??

       Gelelim Hakan Şükür efendiye...Ayrı bir yazıda değerlendireceğim zaten bu şahsı fakat kısaca bu yazıda da bahsetmek gerekiyor sanırım..Kurduğu derin Galatasaray ve hükümranlığı sona erdi diye bugünlerde önüne gelen kanala Galatasaray'ın özeli olan konuları bile hiç utanmadan sıkılmadan anlatıyor..Bu Hakan Şükür'ün karakter olarak nasıl biri olduğunu hemen hatırlatalım..Sene 2000 Galatasaray UEFA kupasında finale yürüyor ve Fatih Terim Hakan Şükür'e kendi aralarındaki bir konuşmada diyor ki '' Hakan kupayı alırsak jeepimi sana hediye edeceğim'' Gün geliyor kupayı alıyor Galatasaray ve Hakan da Jeep'ini bekliyor..Fatih Terim'in kapısını büyük bir pişkinlikle çalıyor ve noldu benim araba diyor..Terim de '' Hakan o arabanın bende hatıraları var ben sana arabanın parasını vereyim veya aynısından başka bir tane alayım sözümü yerine getirmiş olayım'' diyor..Aman Allah'ım..Sen misin bunu diyen kabul etmiyor ve hemen basın mensuplarının karşısına çıkıyor ve diyor ki '' Fatih Hoca bana verdiği Jeep sözünü tutmadı ''..Ayıptır günahtır...Neden böyle yapmıştır Hakan Şükür hemen kendi analizimi paylaşayım sizlerle..Aslında mesele Jeep meselesi falan değil..O jeep'den onlarcasını alabilir Hakan Şükür..Basına çıkıp Fatih Terim'i rezil etmek istemesindeki amaç ( aslında kendini rezil etti farkında değil ) elde edilen başarıdaki en büyük ve önemli aktör olarak anılmak istemesidir..O dönemde Fatih Terim ( onu da hiç sevmem ) ismi hep kazanılan başarılarda ön plana çıkıyordu ve bu durumun başta Hakan Şükür olmak üzere bazı yerli futbolcuları rahatsız ettiği de biliniyordu..İşte Hakan Şükür de kendince bu Jeep olayını ortaya koyarak hem intikam almak istedi hem de kendi adının daha ön sıralarda yer almasını istedi..Arif'ten başka 15 yılda neden 1 tane bile partneriyle 2 yıldan fazla yanyana oynayamadı Hakan Şükür?? Çünkü barındırmadı yanındaki yabancıları Galatasaray'da..Çünkü 1 numara olmak istiyordu hep..Hakan Ünsal senin de Barcelona deplasmanında sahadan çıkarken yaptıklarını unutmadık..Lucescu'ya saydırdıkların ve sahadan çıkmak istemmemen yavaş yavaş protesto edercesine sahadan çıkışını da unutmadık..Hakan Şükür-Hakan Ünsal şıracının şahidi bozacı misali..İkisi arasındaki benzerliği söylememe gerek bile yok ama ben söyleyeyim..Pensylvanya'daki şahsın müritleri olmaları,Galatasaray'daki derin Galatasaray'ın elebaşları olmaları ve bu hanedanlıkları yıkıldığı için sürekli yönetime sallamaları..Gerçek Galatasaray'lılar yapılan her yorumun ne niyetle yapıldığını ve altında yatan gerçekleri biliyorlar siz hiç merak etmeyin..Bilmeyenler varsa öğrensin...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails