Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

21 Aralık 2010 Salı

CHANGELING – Sahtekar

Clint Eastwood’un sırf Türkçe isminden dolayı es geçtiğim bir filmini iki yıl aradan sonra izlemek durumunda kaldım ve bunun pişmanlığını daha filmin o Eastwood tarzı son jeneriğini izlerken hissettim bile. Nitekim Clint baba yine yapmış yapacağını.



Maço filmlerin yönetmeni Clint Eastwood bir kez daha yönetmenlikte ne kadar da piştiğini kanıtlıyor. Hiç sevmediğim Angelina Jolie’nin başrolü üstlendiği Changeling’de yine tüm Clint Eastwood karakterlerinde olduğu gibi baş karakter Christine Collins’i geçmişinden bir haber şekilde ve filmin ilerleyen dakikalarında akıbeti hem California yerel yönetimi, hem annesi , hem de bizim tarafından bilinmezlerde olan kayıp oğlunu izliyoruz. Yalnız baştan söyleyeyim, filmde gördüğünüz her kare 1928 yılında yaşanmış Wineville Chicken Coop cinayetlerinin neredeyse birebir perdeye yansımış hali.



İlk filmi “UNFORGIVEN”dan beri Eastwood filmleri erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü kareleri resmeder. Baş karakterler kadın olsa dahi, bu kadınların hayatlarını, yaşadıkları çevreyi ve hatta kaderlerini dahi erkekler tayin eder. Bu sebepten dolayı Clint Eastwood’a çoğunlukla maço yönetmen olarak seslenilir. Changeling’de de yine tek başına oğluyla hayatta yaşama tutunmaya çalışan Christine Collins’in hayatının nasıl erkekler tarafından şekillendirildiğine tanık oluyoruz. Oğlunun bir şekilde kaybolması ve LAPD’nin (Los Angeles Emniyet Teşkilatı) kanunsuzluk ve kokuşmuşlukla yeterince kirlenmiş adını daha da kirletmemek için Christine Collins’e kayıp oğlu yerine bambaşka yabancı bir çocuğu yutturmaya çalışılması adeta insanın yüreğini sıkıştırıyor. Kaldı ki devam eden süreçte Bayan Collins’in hakkını arama süreci yine erkek komiserin Collins’i hiç de meşru olmayan bir şekilde toplumdan uzaklaştırmasıyla son buluyor ve yine Collins’in bu sürgün sürecinden kurtulması, oğlunun akıbetini öğrenebilmesinin yine erkek bir karaktere kalması, kendi haklarını savunan şehrin en başarılı avukatının yine çok güçlü bir erkek karakter olması Eastwood’un kurduğu ataerkil dünyanın somut birer kanıtı.



Filmde dikkatimi çeken diğer bir şey de filmlerinde dinden bir şekilde bahsedip dinin etkisizliğinden bahseden Eastwood bu kez toplumu ciddi bir şekilde etkileyen, yönlendiren ve hatta kurtuluşa kadar götürecek dini cemaati yüceltiyor. Kimbilir belki de bu cemaatin 1928 Amerika’sına olan etkisini göstermek istemiştir ama ne olursa olsun Christine’in LAPD’nin çökmüş teşkilatına karşı saldırısını düzenleyen de başarıya götüren de başını John Malkovic’in çektiği bu cemaat.



Tüm bu olayların gerçek anlamda yaşanmış olduğu düşünülünce 1928 Amerikası’ndan elimizde kalan gerçeklerin üstünü her türlü pisliği kullanarak örtmeye çalışan bir polis teşkilatı, dinin yönlendirme yetisine sahip olduğu bir toplum ve 20 masum çocuğun bir pedofilin elinde katledildiği süreçte LAPD’nin sırf başları ağrımasın diye olayları örtbas etmeye çalıştığı somut kanıtlardan başka bir şey kalmıyor.



Eastwood filmin sonunda insan ruhunda her daim bir umudun kalması gerektiğini bir şekilde vurgulasa da gerçek olaylarla örtüşmeyen bir üslubu filmin sonuna yerleştiriyor. Kaldı ki gerçek olaylarda vuku bulan birkaç önemli karakteri de filme yerleştirmemeyi uygun görmüş. Ama bunun dışında filmden sonra okumanızı önerdiğim Wineville Chicken Coop Murders olayını yer yer ekrana bakamayacağınız şekilde, eleştirmek istediği her noktayı ince ince işleyerek ve Angelina Jolie’nin kariyerinin en başarılı performansını göstermesini sağlayarak muhteşem bir şekilde aktarıyor. Yine Clint Eastwood, yine harika bir film. Kaçırmayın.



Alper KURT

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails