Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

31 Ekim 2009 Cumartesi

Stefanel Milano vs Efes Pilsen 95-96 Koraç Kupası Finali Son Anları


Bu görüntüleri izleyince tüylerin diken diken olmaması mümkün değil gerçekten.Daha dün gibi hatırlıyorum Murat Evliyaoğlu(benim deyimimle taş kafa)'nın farkı 4 sayıya indiren ve bir yerde de şampiyonluğun habercisi olan serbest atışından sonra yumruğunu öpüp tribünleri selamlamasını...İsmet Badem'i boşverin ama Murat Murathanoğlu'nun o inanılmaz klasik halini alan ses tonuyla ''Kupa bizim kupa bizim'' diye çığlıklarlarını unutmak ne mümkün.Veya Evliyaoğlu'nun serbest atışından sonra ''Faul yapmadan bir 3'lük yesek bile yetmiyor yetmiyor yetmiyorrr'' sözlerini daha dün gibi hatırlıyorum.Gentile'nin son üçlüğünden sonra Ufuk Sarıca'nın numara çekerek sanki topu arıyormuş gibi yaparak son bir iki saniyeyi de o şekilde eritmesi de harika bir şeydi.O dönemde basketlerden sonra süre durmuyordu şimdi ise son 2 dakikada basketlerden sonra süre durduruluyor.Karşılaşmayı o zaman canlı yayınlayan Show Tv karşılaşmanın bitiminde hemen reklama gitmişti ve tüm seyircilerden hakettikleri küfürleri duymuşlardı.
13 Mart 1996 yılında oynanan bu rövanş maçında Stefanel'in koçunun Bogdan Tanjevic olduğunu da belirtmek isterim.O zamanki Koraç Kupası kesinlikle bugünün Eurocup'ından falan kat be kat daha zor ve değerliydi.O dönemde Gentile,Blackman,Fucka,Bodiroga gibi en üst düzeyde oyunculara sahip olan bir takımdı Stefanel..Efes Pilsen'in kadrosu ise şöyleydi:Tamer Oyguç,Volkan Aydın,Ufuk Sarıca,Petar Naumoski,Mirsad Türkcan,Conrad McRae,Murat Evliyaoğlu,Hüseyin Beşok,Mustafa Kemak Bitim,Alpay Öztaş,Bora Sancar,Erdal Bibo..Şimdiki gibi rotasyon denen günümüzün o güzel illeti o dönemde pek uygulanmıyordu.Takımlar bazı as oyuncularına çok daha fazla süre veriyor ve onların omuzlarında çıkarım yada batarım mantığıyla oynuyorlardı.Stefanel Fucka,Bodiroga,Gentile,Blackman ve Cantarello beşiyle neredeyse tüm maçı oynuyordu.Efes Pilsen ise genellikle Volkan,Ufuk,Naumoski,Tamer ve Conrad beşiyle karşılaşmaya başlıyor ve yine büyük çoğunlukla bu beşle maçları bitiriyordu.
Koraç Kupa'sının adını nerden aldığını da hemen belirtelim.Kupa ismini 1969 yılında bir trafik kazasında ölen Yugoslav basketbolcu Radivoj Korac'dan almıştır ve 2002 yılına kadar da bu isimle düzenlenmiştir.
6 Mart'da İstanbul'da oynanan ilk maçın son saniyelerinde Fucka'nın bomboş pozisyonda kaçırdığı smaç belki de şampiyonluğu getiren kelebek etkisi olmuştu...

30 Ekim 2009 Cuma

Parti Parti Partizani ''Efes'den ilk Nefes''


Efes Pilsen Partizan karşısında Euroleague'deki ilk galibiyetini biraz zorlansa da almayı başardı.Karşılaşma öncesi Abdi İpekçi'nin önündeki kalabalığı gördüğümde Efes'in zaten normal şartlarda ne olursa olsun kaybetmemesi gereken Partizan karşısında seyirci desteğiyle çok daha kolay bir galibiyet alacağını hissetmiştim.Gerçi benim hissettiğim kadar kolay olmadı fakat son çeyrekdeki savunma ve bu savunmanın tetiklediği hızlı hücumlarla Efes Pilsen galibiyete ulaştı.Resmi açıklamalara göre 8.000 seyirci önünde oynandı maç.Şöyle bir bakıldığında gelen seyirci profilinin son derece sağlıklı basketbol seyircisi olduklarını söyleyebiliriz.Yani basketbolu seven ve Efes Pilsen'i seven gerçek basketbol taraftarları.Herkes ailesini çocuğunu yanına almış ve Abdi İpekçi'ye koşmuştu.Gerçekten görmeyi özlediğimiz tabloydu.Şimdi ister istemez bir kıyaslama yapmak durumundayım burada.Geçen haftaki Fenerbahçe Ülker-Barcelona maçına da gitmiştim ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım işin gerçeği.Maksimum 1.500 kişi ancak gelebilmişti maça.Şöyle bir düşünüyorum da 25 milyon taraftarı olduğunu söyleyen ve Efes Pilsen ile basketbolda itişip yarışmaya çalışan bir kulüp Barcelona gibi bir rakip karşısında ancak 1.500 kişi toplayabiliyordu salona.Peki ben o zaman sorarım bu maçda değilde hangi maçda salonu dolduracak bu seyirci? 15 milyonluk İstanbul'da hadi Fenerbahçe'yi geçtim de Barcelona'yı da mı merak edip görmeye seyirci gelmez?Bu soruların cevabı aslında çok basit.Türkiye malesef bir futbol ülkesi ve taraftarları da futbol taraftarları.Basketbol olmasa da olur aslında bu kulüpler ve taraftarları için.
Efes Pilsen gerçekten organizasyon olarak farkını çok bariz bir şekilde ortaya koyuyor.Devre arasındaki Nba'de görmeye alıştığımız eski oyuncularını şereflendirmek olsun,yine Nba'den alıştığımız ve Türkiye'de bir ilk olan birbirinden güzel ve şirin Efes Pilsen kızlarının şovları olsun ve kesinlikle bireysel küfürler hariç kötü bir sözün dahi duyulmaması olsun gerçekten insana işte basketbol kulübü böyle olur ve böyle olmalı dedirttiler.Devre arasındaki Efes kartlarının tanıtımını da Murat Murathanoğlu'nun yapması ve o meşhur sesiyle anonsları yapması da ayrı bir güzellikti.Fakat gördüğüm kadarıyla Murathanoğlu baya bir kilo almış.Forma girmesi için ona şöyle arka arkaya 4 gün gece Nba maçı anlattırmak gerekiyor..ACB ligini anlatmak yaramamış ona..
Her şey bu kadar güzeldi de peki sahada neler oldu biraz da ondan bahsedelim.Efes Pilsen maça benim her zaman en çok istediğim Kaya-Kasun ilk beşiyle başladı.Bu ikili sahada olduğu zaman savunmada inanılmaz bir sertlik ve direnç kazanıyor takım.Hücumda da Kasun'un birebirleri ve Kaya'nın oynadığı ikili oyunlar sonucu hareketli ayakları ile potaya kadar akması takıma rahatlık kazandırıyor.Rakocevic ve diğer oyuncular ilk çeyrekde boş şutları sayıya çeviremeyince karşılaşma hep başabaş gitti.Şimdi Partizan gibi genç ve mücadeleci takımlara karşı oynarken muhakkak ilk baştan yumruğunuzu masaya vurmanız gerekir.Çünkü ilk baştan bu genç oyuncuların özgüveninin kıramazsanız ilerleyen dakikalarda kazandıkları güvenle başınıza olmadık işler açabilirler ki açıyorlardı az daha.Fizik olarak son derece yapılı ve uzun bir takım görüntüsündeki Partizan o özgüveni kazanarak ilk yarıyı önde kapatmayı başardı.İkinci yarının büyük bir bölümünde yine Ataman 4 kısa ile mücadele etti ve bu sefer istediğini fazlasıyla aldı.Gerek kısaların yaptığı baskı sonucunda Partizan'ın yaptığı top kayıpları gerekse özellikle Shumpert ile hücumda bulunan isabetli dış atışlar 4 kısalı oyunun meyvelerini almasını sağladı Efes Pilsen'in.İşte bu noktada Ergin Ataman'ın biraz daha esnek olması gerekiyor.Yani bi Olympiakos veya Panathinaikos ile oynarken koskoca bir devreyi 4 kısa ile bitiremezsin.Muhakkak oyunun belli bir bölümünde bir silah olarak kullanmak ve gerektiğinde bu 4 kısalı sistemden geri dönülmeli diye düşünüyorum.Mesela Kasun oyuna çok ama çok iyi başlamasına rağmen nerdeyse ilk çeyrekden sonra bir daha oyuna girmedi.Kasun'u küstürmemek lazım.Efes için çok ama çok önemli bir oyuncu.Fakat işte bu 4 kısalı sistemde tek uzun olarak Kaya'yı tercih ediyor ve Shumpert'i de 4 numarada oynatarak karşılaşmayı tamamlamayı düşünüyor.Gerçekten de Shumpert vazgeçilmez bir oyuncu olduğunu bir kez daha kanıtladı.Antremanda boş şut atar gibi rahat ve özgüvenli atıyor şutları.Her şuta kalktığında topun çemberden geçeceği konusunda çok rahat oluyorum ben..Efes Pilsen maçı 4.çeyrekde kopardı.Yapılan baskılı savunma ve genç Partizan oyuncularının yaptıkları arka arkaya top kayıpları ile bulunan hızlı hücumlar maçı getirdi.Rakocevic ve Thornton da bu çeyrekde kendilerini buldular denilebilir.Efes Pilsen hücumda ipleri Rakocevic'e vermeyi ve burdan üretimde bulunmayı daha iyi öğrendiği zaman bir adım daha ileri atacak bir takım olacaktır.
Rotasyon denen güzel illet yüzünden her maçda iki üç oyuncuyu çok fazla kenarda oturtmak zorunda kalıyor Efes Pilsen.Karşılaşmalar 80 dakika üzerinden oynansa da keşke hepsine otuzlu dakikalarda süreler verilebilse..Mesela Nachbar gibi bir oyuncu sadece 5 dk süre alabildi,Ermal hiç oynamadı Sinan ve Ender ise 10 dk ya oynadılar ya oynamadılar.Rotasyon elbette takımı diri tutmak ve tüm oyunculara fırsat vermek açısından çok iyi bir şey.Fakat benim başarı reçetemde bu rotasyonu çok fazla abartmadan bazı oyunculara çok daha fazla süre,sorumluluk ve rol verilmek var.O oyuncular takımlarda bellidir ve sizi ileriye taşıyabilecek bu oyunculara daha çok güvenmek gerekir.Elbette ki o günkü performansları da bu süreleri kimin ne kadar alacağını belirleyecektir.
Efes Pilsen de halen bazı sıkıntılar var ve kesinlikle düzeltilmesi gerekiyor.Mesela üst düzey sert savunmayı maçın sadece belli bir döneminde yapabiliyorlar şu anda.Örneğin son 3 maçda Rytas,Banvit ve Partizan maçlarında bu savunmayı 4.çeyrekde yaptılar.Banvit ve Partizan maçlarında bu savunma kazanmaya yetti fakat Rytas deplasmanında bunun yetmediğini hep beraber gördük.Efes Pilsen gibi hedefini Euroleague şampiyonluğu olarak belirlemiş bir kulübün muhakkak bu savunmayı en az 3 çeyrek yapabilmesi gerekir.Bunun yanında şut atan uzunları savunmada da sıkıntı yaşıyor Efes Pilsen.Bunun yanında Efes uzunlarının hemen hiç birinin orta ve uzun mesafe şut atabilme yetenekleri olmadığı için de hücumda bazen rakip savunmayı açmakda ve aşmakda zorluk çekiliyor.Şimdi şu takımda Ersan İlyasova olsaydı tadından yenmezdi diye geçirmedim değil içimden maç sırasında.Düşününsene şutu olan,hızlı,savunma yapan,ribaund sezgisi ve yeteneği üst düzey,düzen içinde oynadığı zaman arkadaşlarını da oyuna sokabilen bir 4 numara.Yani tam Ergin Ataman'ın hayallerindeki hem de Türk oyuncu Ersan İlyasova.Efes, Ersan ile Ataman'ın o meşhur 4 kısalı oyununun dezavantajlarını oldukca minimize edebilirdi.Ersan'ı alabilmek için uğraşıldığını biliyoruz fakat Ersan çok daha az kazanacak olmasına rağmen Nba'i tercih edince bu transfer olmamıştı.
Efes Pilsen'e biraz daha zaman lazım özellikle hücumdaki organizasyonlar ve Rakocevic merkezli hücum edebilmeyi öğrenmeleri adına..İşin doğrusu şu durumda deplasmanda bir Olympiakos'u yenmesi çok zor hatta Malaga'yı da yenmesi yenilmesinden daha az ihtimal..Fakat bu dönemi en az hasarla atlatabilirse Efes Pilsen gerçek performanslarını ilk turun sonunda ve Top 16'da göstereceklerini düşünüyorum.Partizan maçındaki taraftar desteğine ise her zaman ama her zaman bu takımın çok ihtiyacı var...

29 Ekim 2009 Perşembe

Lewis - Tyson Canlı İzleyememek


Boks tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ve üzerinde en çok konuşulan karşılaşması olmuştu Lewis-Tyson 2002'nin 8 Haziran günü karşılaştıklarında.Aslında bu karşılaşma iki boks fenomeninin,iki farklı karakterin,iki farklı yaşam stilinin ve iki farklı boks tekniğinin karşılaşması olmuştu.Nasıl ki Vitali-Lewis maçı için iki efsanenin aynı zamanda çarpışması demiştik işte Tyson-Lewis maçı bunun da ötesinde efsanelikleri daha karşılaşmanın yapılmasından yıllar önce tüm boks dünyası tarafından onaylanmış iki boksör olarak bu karşılaşmaya çıktılar.O zamanlar Lewis'in meleği Tyson'ın ise şeytanı temsil ettiği konuşuluyor ve melekler ile şeytanların savaşı şeklinde yorumlar yapılıyordu.Bu karşılaşma o kadar büyüktü ki sadece boksün değil tüm sporlar tarihinin en büyük karşılaşması olarak bile halen nitelendirilir.Bu maçı bu kadar büyük yapan karşılaşma sırasında inanılmaz bir mücadelenin ve üst düzey bir seyir zevki vermesinden falan değil kesinlikle.Bazı isimler büyüktür ve onların büyüklüklerini kelimelere veya istatistiklere sığdıramazsınız.İşte bu tür iki boksördü Lennox ve özellikle de Tyson.Bu karşılaşmanın sadece gişe geliri yani satılan biletlerden elde edilen gelir tamı tamına 23 milyon dolardı.Düşünebiliyor musunuz reklamlar,promosyonlar,televizyon gelirleri,bahisler vsvs yi daha hiç hesaba bile katmıyorum.23 milyon dolarla tüm sporlar tarihinin en yüksek gişe geliri elde edilen müsabakasıdır Tyson-Lewis...
O dönemde Tyson-Lewis karşılaşması hep konuşulurdu.Neredeyse 3 yıl boyunca 99-02 arasında bu iki boksör yaptıkları tüm maçları formaliteden ibaretti.Elbette iyi boksörlerle karşılaşmışlardı fakat herkes biliyordu ki ikisinin de aklında birbirini yenip en büyük benim demek vardı.Kazandıkları tüm maçlardan sonra hep Lewis Tyson'ı istediğini söylüyor Tyson'da her zamanki sert tarzıyla biraz da ileri giderek Lewis'i tahrik ederek onu parçalayacağından hatta olmayan çocuklarının kalbini yiyeceğinden falan bahseder olmuştu.Resmen büyük bir çığın dağın zirvesinden inişi gibi heyecan ve beklentiler giderek büyümekteydi.Artık herkes yeter diyordu.Tüm boksseverler ne Lewis'i Golota ve Grant gibi çuvallara karşı izlemek istiyordu ne de Tyson'ı Savarase veya Francis gibi sıradan boksörlere karşı izlemek istiyorlardı.Herkes iki testi karşılaşssın ve biri kırılsın diyordu artık.Aslında Tyson maçından önce Lewis boksün soytarısı Hasim Rahman'a kaybetmişti.Fakat rövanşı öyle bir performans ile kazandı ki artık herkes en büyük kim sorusunun cevabını almak için sabırsızlık boyutu zirve yapmaya başlamıştı.Karşılaşma öncesi basın toplantısında edilen kavga Tyson'ın ettiği küfürler falan aslında büyük oranda heyecanı ve reytingi daha da arttırmaya yönelik haraketlerdi.Zaten Tyson bu basın toplantısından sonra kameralara yakalanan konuşmasında şöyle diyordu''Nasıl iyi yaptım di mi,artık bu maça daha çok ilgi olacak''
İki farklı stil dedik...Lewis uzun boyu ve üstün tekniği ve savunması ile ün salmış komple bir boksördü Tyson ise kimsede olmayan acı gücü ve nakavtçılığı ile tüm dünyayı büyülemişti.Kimin kime kendi tarzını kabul ettireceği aslında bu maçın kilidini çözecekti.Son zamanlarda çok moda bir söylem var uzun boyunun avantajını kullandı ve kazandı diye.Evet yanlış değil ama bence tam doğru da değil.Nasıl ki uzun boylu boksörün kendine göre avantajları varsa kısa boylu boksörün de kendine göre avantajlı tarafları vardır.Önemli olan bu avantajını ringe ne oranda yansıtabiliyorsun ve o yeteneklerini rakibe ne kadar kabul ettirebiliyorsun önemli olan budur.Şunu söyleyebiliriz mesela uzun boylu boksör %60 avantajlıysa kısa boylu olan da kendi özelinde %40 avantajlıdır.Fakat bu oranlar sadece ve sadece karşılaşma öncesi kağıt üzerindeki rakamlardır.
Şimdi yazıyı buraya kadar okuyan arkadaşlar karşılaşmayı da anlatmamı bekliyorlardır.İnanırmısınız izlemediği önemli hiç bir maç kalmayan ben bu maçı canlı izleyemedim.Yıllarca bu karşılaşmayı bekledim,gazetelerden haberler kestim,söylenen sözleri ezberledim ama malesef bu karşılaşmayı izleyemedim..Karşılaşmanın o dönemde Star Tv'den yayınlanacağı duyurulmuştu.Aslında ben ve bir çok bokssever Cine 5'in kaliteli ve şifreli de olsa güzel yayınlarına alışmıştık.Fakat Cine'5 o dönemde şifreli yayınlarına son vermiş ve artık karşılaşmalara büyük paralar vermekten vazgeçmişti.Neyse dedim kendi kendime olsun izleyeyim de isterse Ermeni kanalından olsun farketmez diyordum.Sonraları çok büyük saygı duyacağım sonra tekrar Vitali'ye rövanşı vermeyerek o saygısını tekrardan biraz kaybedecek olan Lewis'e karşı Tyson'ı ölesiye destekliyordum.Karşılaşma için bir hafta önceden hazırlık yapmıştım.Gidilecek her yeri iptal etmiş ve sadece bu büyük boks heyecanına konsantre olmuştum.Hatta o kadar ki tam o sıralarda 2002 Dünya Kupası'nda Türkiye yarı final oynamaya doğru gidiyordu ve ben bu maçlardan çok Lewis-Tyson maçını bekliyordum hem de 10 kat daha büyük bir heyecanla...Büyük gün gelmişti.Sabahdan yiyecekler ve içecekleri hazırlamıştık abimle.İkimiz de pek görülmedik bir şekilde bu sefer aynı safdaydık ve Tyson'ı destekliyecektik.Saatler geçmek bilmiyordu Star'dan başka televizyona bile geçmiyorduk nerdeyse olurda yayına erken girerler falan diye.Saatler 8 Haziran'ı 9 Haziran sabahına bağlayan gece 4 olmuştu ve her an yayın başlayabilirdi.Ve işte başlamıştı ama o da ne birden Star klip yayını giriverdi.Daha 10 saniye bile salondan görüntü alamadan müzik yayını başlamıştı.Neyse dedim herhalde birazdan bağlanacaklar.Beklemeye başlamıştık ama aynı klipler tekrar tekrar gösteriliyordu hem de aynı sırada.Benim kafam iyice bozulmya başlamıştı.Saatler 5.30 olmuştu ama halen o saçma sapan halen hatırladığım klipler ardı ardına çalımaya devam ediyordu.Sinirden elim ayağım titriyor fakat yine de içimden bir umut maç başlayınca Star'ın karşılaşmaya bağlanacağı yönündeydi.Zaten o kadar reklam vermişlerdi ve yayınlamamaları tam bir skandal olurdu.Abim dayanamadı ve ben yatıyorum ama olurda maç başlarsa beni uyandır demişti.Ben bekledim bekledim bekledim taa ki sabah saatler 8:00 ' ı gösterene kadar.Artık umudum kalmamıştı çünkü karşılaşma 12 raund bile sürse bu saate kalması imkansızdı.Ne yapacağımı şaşırmıştım.Çaresiz o Eurosport News isimli kanalı açmış ve karşılaşmanın sonucunu öğrenmeye çalışıyordum.Bir de altyazı geçmeye başladı aynen şöyle yazıyordu ''Lennox Lewis knocked out Mike Tyson 8th round and he retains his belts''..Yani Lewis Tyson'ı 8.raundda nakavt ederek kemerlerini korudu diyordu.Karşılaşmayı izleyememenin üstüne bir de Tyson kaybetmişti.O sinirle Star'a başladım küfretmeye hatta aradım televizyonun ana merkezini ve onlara da dümdüz gittim.Sonuç olarak izleyememiştim tarihin en büyük boks karşılaşmasını.Ertesi gün arkadaşlarım maçı izlediklerini söyleyince şaka yapıyorlar sandım.Kafa bulmayın ben de bekledim ama yayınlamadılar klip yayını vardı dedim.Ama maçı raund raund anlattıklarında anladım ki bu işde bir bit yeniği var.Nasıl oluyor da ben izleyemezken tüm Türkiye bu büyük maçı izlemişti.Sonra baktım ki aynı gün öğlen 4'de karşılaşmanın tekrarını veriyor Star.Bari tekrarını izleyeyim diye ekranın karşısına geçtim ama o da ne.?Yine aynı sinir bozucu klipler hem de aynı sırayla...Çıldırdım resmen.Sonra araştırdım ki olayın iç yüzünü öğrendiğimde yıkılmıştım.Karasal anteni olan hani şu bildiğimiz dandik çubuklu anteni olanlar karşılaşmayı bal gibi de izlemişlerdi.Fakat benim gibi o zamanlar yeni yeni yaygınlaşan uydu anten alanlar izleyememişti.Tekrarında bile uydudan yayın yapılmamıştı.Bunu bizlere en azından duyursalardı bir çaresine bakardım elbette ama şimdiki gibi uydu şifrelemesi falan pek bilinen şeyler de değildi.Tüm dünyada şifreli kanllardan yayınlanmıştı Tyosn-Lewis maçı hatta Amerika'da ve bazı ülkelerde izle öde sistemiyle o zaman 150 dolar verenler bu maçı izleyebilmişti.Biz beleşe izleyelim derken el elde baş başda kalakalmıştık...Sonraları 10 tane değişik kanalın anlatımıyla indirdim ve izledim maçı ama neye yarar canlı canlı bu büyük maça şahit olamamıştım.Karşılaşmada ne mi oldu? Lennox Lewis Mike Tyson'ı çocuğunu pataklar gibi patakladı.Fakat herkes biliyordu ki Tyson zirve performansında değildi Lewis ise zirve performansındaydı.Lewis'de maçdan sonra aynen şöyle diyordu''Tyson gençliğinde tüm gezegene hükmetti en büyüktü kimse duramıyordu karşısında bense 30'lu yaşlarımdan sonra zirveye çıktım tıpkı yıllanmış bir şarap gibi''...Tyson'ın o maçı kaybetmesine rağmen 30 milyon dolar civarında bir para kazandığı söylenmişti.Tyson'a boksü bırakacakmısın bu mağlubiyetten sonra diye sorulduğunda Tyson ''Nasıl bırakabilirim ki kaybetmeme rağmen 30 milyon dolar para kazandım.Kaybedip bu kadar para kazanabileceğim başka bir iş yok ki'' diye cevap vermişti.Evet Tyson para için döğüşmeye başladığından itibaren zaten sürekli gerilemişti ve Lewis maçı bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermişti...

27 Ekim 2009 Salı

Lance'den Bir İnanılmaz...


Dün gibi hatırlıyorum Eurosport canlı yayınında izlediğim o inanılmaz sahneyi.
Bir insan daha nasıl hızlı ve akılcı karar verebilir ve uygulayabilirdi ! İnanılmazdı !

Lance Armstrong bir Cyclo-cross yarışçısı gibiydi.Bir felaketin eşiğinden son anda dönmüştü.
14 Haziran 2003 Tour de France 9.etabı ( Bourg d'Oisans – Gap) Bisiklet Yol Yarışlarında unutulmayacak anlardan birine sahne oldu.

Bitime 4 km kala beşinci kez üst üste şampiyonluk kovalayan Lance Armstrong tüyler ürpertici bir şekilde yoldan çıkmak zorunda kaldı.İniş halindeydi ve ani bir kararla tekrar kestirmeden yola dönmek için bisikletini dik ve engebeli bir tarlada sürmek zorunda kaldı.

Etap sırasında yarış lideri olan ve sarı mayoyu taşıyan Lance Armstrong 2.sırada bulunan kendisinden genel klasmanda 40sn geride olan ve aynı zamanda bir önceki yıl Tdf 2.si Joseba Beloki’nin düşmesi sonucu Beloki’nin ön tekerine 1 metre mesafeyle çarpmak üzereyken son anda değiştirmek zorunda kalmıştı rotasını.

Tarladaki toprağın kuru olması zeminini sert hale getirmiş bu da yardım etmişti inişinde Lance’e.İniş bittiğinde bisikleti bir ara sırtına alıp hızla gelen grubun hızını anlık kontrol edip tekrar bisikletine bindi. Bu kaza Tur sırasında Lance Armstrong’un yaşadığı 3.kazaydı.

Arkasında izleyen grubun önünde giderken yolun aşırı sıcak havada ısınmasıyla lastiği aşınan ve sonrasında kontrolünü kaybederek feci bir kaza yaşayan İspanyol Bisikletçi Joseba Beloki’nin de bir anlamda yarış hayatını sonlandırıyordu bu kaza.

Lance Armstrong kaza sonrası şunları söylemişti; "Çok korktum ve çok şanslıydım."
Yazan:Ahmet Altuntaş

25 Ekim 2009 Pazar

Euroleague Resmi Şarkısı ''Devotion''

Euroleague'in sürekli ekranlardan ve salonlarda dinlediğimiz büyüleyici şarkısı Devotion yani Türkçe karşılığıyla ''düşkünlük,bağlılık''..Karşılaşma öncesi çalındığında gerçekten de tüm seyircileri ve oyuncuları havaya sokan gerçekten harika bir parça.Derseniz ki Türkiye'de karşılaşmalarda havaya girecek derecede çok seyirci salonlara geliyor mu diye o zaman diyecek bir şeyim kalmaz çünkü gelmiyor.Sigaraya günde 15 lira veren insanların 10 lirasına kıyıp hem de bir basketbol karşılaşmasına gelmelerini beklemiyorum zaten.Fakat bu kadar mı rahatımıza düşkün olduk nerede 90'larda Abdi İpekçi'yi dolduran binlerce basketbolsever.?Bu Perşembe günü Efes Pilsen-Partizan karşılaşması var.Umarım gerçek basketbolseverler bu maçda salondaki yerlerini alırlar.

Düşkünlük ve bağlılık yani devotion,gerçekten de basketbolun basketbol gibi oynandığı sertliğe ve savunmaya izin veren basketbolu Euroleague'de izliyoruz.Kesinlikle gevşekliğe ve ciddiyetsizliğe yer olmayan bir arena Euroleague.Her takım üst düzeyde mücadele ediyor ve savaşıyor eğer ki yetenek olarak daha üst düzeyde bile olsa bir takım eğer mücadele etmezse o maçı kazanması neredeyse imkansız hale geliyor.Eğer ki yetenekli oyuncularda mücadeleye ortak olursa işte o zaman yetenek farkı ortaya çıkıyor ve maç dönüyor.Euroleague'de olmazsa olmaz olan şey mücadele ve sertlik.Şöyle bir örnek vereyim 2007 ve 2009 yıllarının şampiyonu Panathinaikos aradaki 2008 yılında resmen duman olmuş ve deplasmanda genç Partizan'a yenilerek Top 16 gruplarından çıkamayarak elenmişti.Ritm ve konsantrasyonunun bir an bozulması ve gevşeklik bir daha toparlayamayacağın hasarlara yol açıyor bir de bakmışsın elenmiş gitmişssin.Euroleague tarihinin en başarılı takımı Panathinaikos bile olsan bu böyle.

Bu hafta izlediğim Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker öneminden bahsettiğimiz mücadele ve sertliği gösteremedikleri için acı mağlubiyetler aldılar.Aslında ben bu tür mağlubiyetleri titre ve kendine gel etkisi yaratabileceğini düşünerek hayırlı görürüm hep.Fakat Fenerbahçe'de bu titreme bile takımı kendisine getiremeyecek gibi duruyor.Tanjevic tüm Türkiye'de olduğu gibi istenmeyen adam ilan edilmiş durumda bu çok belli oluyor.Maç öncesi ısınırken basketbolcular elerini bile kaldırmıyorlardı.Hem Tanjevic'e saygı ve sevgileri kalmadığından hem de Barca'yı yeneceklerine daha önce bir çok örneğinde olduğu gibi inanmadıklarından olabilir bu isteksizlik.Savunma da hücum da bir istek işidir.Özellikle savunma...Fenerbahçe savunmada hiç bir şey yapmadı ve hücumda da o kendine güvensizlik bomboş şutları dahi sokamamalarına sebep oldu.Sanırım artık Tanjevic kabusunu gönderme planları yapıyorlar gibi hissediyorum.

Efes Pilsen'i zaten daha önce uzun uzun değerlendirmiştim.Rytas maçı için de oynamadan kazanamayacaklarını anladıkları 4.çeyrekde iş işten geçmişti.Ergin Ataman'ın çok eleştirilen 4 kısalı sistemi ters teptiği zaman muhakkak Kaya-Kasun ikilisine dönülmeli.Tamam elbette 4 kısanın hücumda çok büyük avantajları var ama savunmadaki zaafiyet üst düzeye çıktığında muhakkak Kaya-Kasun ikilisine dönülmeli.Aslında yazılacak çok şey var ama Ergin Ataman'ın da İstanbul'a iner inmez takıma ceza idmanı yaptırması bu yenilgiyle birleşince sanırım o titre ve kendine gel etkisini gösterecektir.O zaman bu haftaki Partizan maçını kazanacak gözüyle bakabiliriz bence Efes Pilsen'in..Oyunun bir buçuk belki iki çeyreğinde yapmış olduğu baskılı ve sert savunmayı 3 çeyrek ve üzerine taşıyabilirse Efes Pilsen seviyesini de bir kademe üste taşıyacaktır.

Sadece 1 dakika süren ve yalnızca 2 kelimeden oluşan bir şarkı ancak bu kadar etkileyici olur.I feel devotion...

23 Ekim 2009 Cuma

Hey Pistolero


Fransa Turu’nu 7 kez kazanan Lance Armstrong ve 2 kez kazanan Alberto Contador aynı takımda bulunmalarına rağmen hem tur sırasında hem de tur sonunda gerilim yaşamışlardı.
Contador’un kutlamalarına katılmak yerine Armstrong yeni takımı RadioShack sponsorlarının verdiği yemeğini tercih etmişti.

Diğer yandan Astana takımı zamana karşıyı kazandığında ve sonrasında Armstrong’un tüm takım arkadaşlarıyla etrafı sarıldığında bir isim orada yoktu:Alberto Contador.

Contador kendisinin Armstrong’a hiçbir şekilde hayranlığının olmadığını ifade edmişti.Buna karşılık Armstrong İspanyol bisikletçiye bu zırvalıkları kesmesini söylemişti.

Uluslar arası haber ajansı AFP’ye göre Contador Madrid’de basın toplantısında Armstrong’la ilgili şunları söylemişti."Benim Armstrong’la ilişkim sıfır.Büyük bir yarışçı ve yine iyi bir yarış çıkardı ama kişisel olarak ona hiçbir hayranlığım olmadı ve asla olmayacak."

Contador’u tecrübesiz olmakla suçlayan Armstrong kendi Twitter sayfasında Contador’u şöyle cevaplamıştı;"AC (Albero Contador) ‘den böyle yorumlar görüyorum.Onun yerinde olsam bu zırvalığı keser takım arkadaşlarıma teşekkür ederdim.Onlarsız kazanamazdı."

Armstong yine Twitter’da başka bir yorumda daha bulunmuştu.
Contador’un Paris-Nice yarışındaki başarısızlığını başka bir deyişle görülmemiş bir şekilde o yarışda gösterdiği kötü performansa atfen "Hey Pistolero , takım içinde ben yoktur.Mart’ta söylediklerimi tekrar ediyorum öğrenecek çok şeyin var.Bir şampiyon takım arkadaşlarından ve rakiplerinden gördüğü saygıyla ölçülür.Bir yarış kazanabilirsin ama büyük tur kazanamazsın."

Pistolero ifadesi Contador’un kazandığı etapların ardından elini ateş ediyormış gibi tabanca şeklinde tutarak finişi geçmesinden dolayıdır.

Contador’un taktiklerinin takımın yararına olmadığını söyleyen Armstrong podyum’da Contador’u başarısından dolayı kutlamamıştı.

Contador takım içinde gerilim olduğunu kabul eden açıklamalar yaptı.
"Takımın içindeki iki önemli yarışçı olmamıza rağmen aramızda elle tutulur bir iletişim yoktu bu durum takımın geri kalanına da yansıdı ve teknik staf dahi bunu hissetti."

Takım direktörü Johan Bruyneel’le ilgili olarak Bruyneel Tur’da Armstrong’un kazanmasını mı istiyordu şeklindeki soruya Contador "güzel bir soru" diye cevap vermişti.

Hatırlayalım Contador takım Direktörü Bruyneel’in taktiklerinin tersine Arcalis ve Verbier’de atak yapmış bu da onu şampiyonluğa taşımıştı.

Her iki yarışçı 2010’da farklı takımlarda olacak.
Armstrong Amerikan takımı RadioShack’de yarışacak , şu an Kazakistan’ın Astana takımıyla sözleşmesi olan ama Astana’nın Tour de France geleceğinin belirsiz olmasından dolayı başka takım arayışlarında olan Contador’un gelecekte hangi takımda olacağı ise hala belirsiz.

"Nereye gidersem gideyim yüzde yüz benim yanımda olacak takım arkadaşları arayacağım."

Contador ve Armstrong önümüzdeki yıl muhtemelen rakip olarak tekrar yarışacaklar.

Contador bu rekabetle ilgili olarak şunları söyledi: "Armstrong tehlikeli bir rakip olacak.Bunu bu yıl açıkça ortaya koydu.Gelecek sene de aynı performansı sergileyecektir."

Tırmanış etaplarında özellikle zirve finişlerinde patlayıcı güce sahip olan Contador yaptığı süper solo ataklara sadece Andy Schleck ‘in karşılık verebileceğini düşünüyor.Armstrong’un yaşlanmasından dolayı asıl rakibinin Andy Schleck olduğunu söylüyor.

"Bacaklarım iyi olursa , zamana karşı öncesi dağlarda yeterince zaman kazanabilirim."

"Zamana karşı’ya baktığımda bence geçen yıldan daha iyi. Bu tur ( Tdf 2010 )benim için geçen yılkinden daha iyi, özellikle Tourmalet gibi zor zirve finişleri."

Bu rekabeti olumsuz açıdan ele almamalıyız.Olumlu bakmalıyız bu rekabete.Hiç kuşkusuz bu yönüyle 2010 Fransa Bisiklet Turu inanılmaz olacaktır.Armstrong’un yeni takımı RadioShack’le yarışacak olması Contador’un durumu belirsiz olsada ikilinin takım arkadaşı olmayacak olmaları bu rekabeti daha da artıracak ve böylece daha da zevkli kılacaktır.

Sporu daha güzel ve heyecanlı yapan da rekabet değil midir zaten ?

Tyson VS Maradona


Bu resim 2008 Cannes Film Festivali sırasında çekildi.Sporun en büyük efsanelerinden ikisi..Boksun belki en yetenekli ve en başarılı olmasa da tartışmasız en çok insanları büyüleyen,etkileyen ve reyting çeken ismi olan Mike Tyson bir tarafda.Diğer tarafda ise futbol denilince akla gelen ilk isim,büyük Diego Armando Maradona..İkisi de tıpkı sihirbazların yaptığı gibi insanları büyülüyorlardı.O sporu yapan başka hiç kimsede olmayan bir sihiri vardı bu iki ismin.Bu iki efsaneyi aynı karede görmek gerçekten de çok hoş.Bu iki efsaneyi anlatmak gerçekten çok zor ve kelimeler bile bazen yetersiz kalıyor.Sporun en büyük efsanelerinin en zirve performanslarını sergilediği 80'li yıllar bu iki ismin de en zirvede olduğu yıllardı.Keşke aynı spor disiplinini icra ediyor olsalardı da 80'li yılların ortalarında karşı karşıya gelselerdi.İnsanın bunu düşünmesi bile çok ama çok heyecan verici...

18 Ekim 2009 Pazar

Masa Tenisi ''Sporun Kalitelisi''

Sporun kalitelisi olur mu demeyin elbette olur.Masa tenisi denince aklıma hep kaliteli ve yetenekli sporcuların oynadığı izlemesi belki de en zevkli sporlardan birisi gelir..Ülkemizde masa tenisi dendiğinde sanırım oynamayan veya masa tenisi nedir bilmeyen yoktur.Fakat bu oynamak ve bilmenin hangi seviyede olduğunu söylememe gerek yok sanırım.Futbol haricindeki her sporda olduğu gibi çok az..70 milyonluk ülkede hemen her okulda masa tenisi masaları olmasına rağmen sporcu yetiştirmek ve o kültürle yoğurulmuş kitleler yetiştirmekdeki beceriksizliğimiz sebebiyle malesef dünyada bu sporda da söz sahibi değiliz.Gerçi hangi sporda dünya çapında söz sahibiyiz de masa tenisinde olalım değil mi?Son yıllarda sporumuza bulaşan devşirme oyuncu hastalığı masa tenisine de bulaşmış durumda.Çin'den devşirdiğimiz ve Türk'leştirdiğimiz sporcularla uluslararası turnuvalarda başarı arıyoruz.Belki bundan 10 sene öncesiyle kıyaslarsak göreceli olarak biraz daha başarılı turnuvalar çıkardığımız söylenebilir.Fakat bu başarıya benimdir,Türklerin kendi başarısıdır denebilir mi?Kesinlikle denemez.Masa tenisi ve buna benzer sporlarda devşirerek başarı kazanma yoluna gidilmesi bu ülke sporunu yöneten ve yönlendiren kişilerin yüzkarasıdır.Yıllar boyu dünya çapında önemli bir tane bile üst düzey masa tenisi oyuncusu yetiştirememenin verdiği ezikliği ve suçluluğu bu şekilde Çin'den sporcu devşirerek kapatmaya çalışıyorlar.Bu ülkenin gerçek sporseverleri bunu yutmuyor yutmaz.Aynı durum sadece masa tenisinde değil diğer bir çok spor dalında da aynı.

İlkokuldan beri masa tenisi oynayan birisi olarak masa tenisi turnuvalarını takip etmek ve oyuncular hakkında bilgi edinmek her zaman hoşuma gitmiştir.Gelin görün ki bırakın canlı yayınları veye programları son 15 yıldır televizyonlarda herhangi bir kanalda 1 dakikalık bir kısa haber dahi yayınlanmadı.Eurosport'dan veya yabancı kanallardan denk gelir de izleyebilirsem kendimi çok şanslı saymaktayım.Bir de 4 yılda bir olimpiyatlarda Trt denen kanal olurda denk gelirse kimsenin haberi olmadan bir iki maç veriyor.Dün ve bugun Eurosport'da masa tenisi dünya kupası erkekler yarı finalleri ve finalini izleyince kendimi cennetde bulmuş gibi hissettim.Son derece çekişmeli geçen karşılaşmaların sonucunda benim de favori oyuncularımdan olan Beyaz Rus Vladimir Samsonov Çin'li rakiplerini devirerek şampiyonluğa ulaştı.Özellikle yarı finalde Dünya sıralamasında ikinci sıradaki Ma Long karşısında tecrübesini konuşturarak genç ve ateşli saldırgan rakibini alt etmesi şahaneydi.

Masa tenisi tarihine baktığımız zaman genellikle Çin'in hakimiyeti gözlere çarpıyor.Gelin dünyaca meşhur bazı masa teniscileri tanıyalım:

1-Wang Liqin :2001-2005 ve 2007 dünya şampiyonu,2000 olimpiyatları çiftler altın madalya sahibi,2004 olimpiyat 3.'sü.Özellikle Wang'in 2007 deki Dünya Şampiyonası finalindeki vatandaşı Ma Lin karşısındaki efsane performansı halen dillerde.Setlerde 3-1 gerideyken ve kaybederse eleneceği sette de 1-7 gerideyken karşılaşmayı çevirip 4-3'lük skorla şampiyonluğa ulaşmıştı.2005' deki şampiyonluk apoletini de 2007'de korumuş oldu bu sayede.Belki alt seviyedeki karşılaşmalarda büyük sayı farklarını kapatıp maçı kazanma olayı görülebilir ama üst düzey hem de Dünya Şampiyona'sı Final'inde hem de Çin'li vatandaşını o kadar geriden gelip devirmek çok ama çok zor bir olaydı.(Masa tenisinde setler 11 sayı üzerinden oynanır ve 7 setin 4'ünü alan karşılaşmayı da kazanır.)

2-Jan Ove Waldner :Masa tenisinin efsanelerinden İsveç'li sporcu komple oyun stili ve soğukkanlılığıyla ün salmış bir masa teniscidir.Sayısısız başarısının arasında en çok dikkat çekeni 97'deki dünya şampiyonluğunu kazandığı turnuvada tek bir set bile kaybetmeden şampiyonluğa ulaşması gerçekten inanılmaz.Bunu tarihde başaran ilk ve şu ana kadar tek masa teniscidir kendisi.92 Barcelona olimpiyatlarında teklerde altın madalya sahibi.2000 Sydney olimpiyatlarında gümüş madalya ve 2004 Atina'da Ma Lin ve Almanların ünlü Timo Boll'ünü yenmesine rağmen 4. lüğü var.89 ve 97 yıllarında da dünya şampiyonu...

3-Vladimir Samsanov:Beyaz Rus masa tenisci uzun boyuna rağmen inanılmaz vücut koordinasyonuna sahip hem hücumu hem savunmayı aynı seviyede etkili bir şekilde oynayabilen bir masa teniscidir.Özellikle rakiplerinin zaaflarını önceden çok iyi çalışmasıyla ve sürekli o zaafların üzerine gitmesiyle meşhurdur.Yani rakibe göre taktik belirler.33 yaşındaki Beyaz Rus masa tenisci 99-2001 ve sonuncusu bugun 2009'da olmak üzere 3 defa dünya kupasını kazanmıştır.Aynı zamanda 98-2003-2005 yıllarında Avrupa Şampiyon'lukları da vardır.Başarılarından da anlayabileceğimiz gibi sürekli kendini hazır tutan ve kariyerinde çok fazla iniş yaşamayan son derece istikrarlı bir oyuncudur Samsanov.Çin'lilere özellikle şu son dünya kupasında kan kusturdu resmen.

4-Ma Lin:2008 Olimpiyat'larında altın madalya sahibi Çin'li meşhur masa tenisci...2000-2003-2004-2006 dünya kupası şampiyonu.2004 Atina'da Olimpiyatlarda çiftlerde altın madalya sahibi.Profesyonel masa tenisi turlarında en fazla altın madalyaya sahip masa tenisci konumunda şu anda..

5-Timo Boll: Almanların meşhur masa teniscisi..Çin'lilere karşı çok başarılı olamasa da çok yetenekli bir masa teniscidir.Özellikle Avrupa Şampiyona'larında çok başarılıdır.2002-2007-2008 Avrupa Şampiyonlukları vardır.

6-Werner Schlager:Herkesin takdirini kazanmış Avusturya'lı masa teniscidir.Her zaman en üst seviyelerde mücadeleler yapmıştır.Özellikle 2003'deki çok başarılı performansı ve kazandığı dünya şampiyonluğu halen akıllardadır.

Burada ismini ve başarılarını sayamadığımız onlarca meşhur masa tenisciler mevcut.En bilinenlerden altı tanesi ile ilgili kısa bilgiler ve yorumlarda bulundum.Eğer fırsatını bulursanız kaçırmayın her hangi bir masa tenisi mücadelesini.İzlerken çok büyük zevk alacağınızı ve inanılmaz eğleneceğinizi garanti ediyorum.Yukardaki kısa video görüntülerine bakarsanız sanırım içinizde masa tenisi oynama ve izleme aşkı belirecektir...Son iki not:Birincisi masa tenisi oynarken hiç bir sporda olmadığı kadar ter attığımı söyleyeyim ikincisi de erkeklerde Çin'li oyuncular 1959'dan beri dünya şampiyonalarının % 60 'ını kazanmıştır.Kadınlarda ise 71'den beri 2 dünya şampiyonası hariç tüm şampiyonaları kazanmıştır Çinli masa tenisciler.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Sen Sen Efes Pilsen


Efes Pilsen marşını güzel görüntüler eşliğinde izlemek istemez misiniz ? Görüntülerde izleyeceğiniz babasının omuzlarında Efes Pilsen bayrağı sallayan küçük çocuk fotoğrafı o zamanlar yılın fotoğrafı seçilmişti...Ellerinde Koraç Kupası ile poz veren Naumoski ve Tamer Oyguç bizlere nostaljiyi yaşatıyorlar.90'lı yıllarda özellikle Efes Pilsen'in Avrupa maçlarında hınca hınç dolan Abdi İpekçi görüntüsünün bu sene ve bundan sonraki yıllarda da basketbolseverler tarafından tekrarlanması en büyük dileğim.Zira hedefi Euroleague şampiyonluğu olan bir takımın arkasında muhakkak itici bir güç olacak taraftar desteği gerekiyor...

16 Ekim 2009 Cuma

Lance Armstrong 2010


2010 Tour de France için hazırlık yapan Lance Armstrong California Turu’nda yada Giro di Italia’da yarışıp yarışmayacağına henüz karar vermediğini söyledi.

Velo dergisinin yeni sayısına verdiği bir röportajdan Lance Armstrong’un yeni takımı RadioShack’la yarış programının nasıl olacağı konusunda ilk defa bazı çıkarımlar yapmak mümkün görünüyor.

Geçen yıl geri dönüşünde yaptığı gibi ilk yarışı Avustralya’da Ocak ayında Tour Down Under olacak.

Avrupa kıtasında ilk yarışı ise ya İspanya’da Vuelta a Murcia yada Fransa’da Paris-Nice olacak.Her iki yarış da Mart ayında yapılıyor.

1996 yılında Kansere yakalanmadan önce katıldığı Fleche Wallonne, Liege-Bastogne-Liege gibi Ardennes Klasiklerinde yarışacağının ipuçlarını veriyor Lance’in açıklamaları.

″Giro yada California Turu , her ikiside Mayıs’da yapıldığı için hangisine katılacağıma karar vermek çok güç.RadioShack Amerikalı bir sponsor diğer yandan Giro Tur için iyi bir hazırlık.
Etapları önceden görmek ve hazırlanmak için Haziran ayı yine Avrupa’da geçecek.″

Armstrong 2010 Fransa Turu’nun belirleyici dağlık etaplarını tanımak ve hazırlanmak amacıyla Haziran ayında Avrupa’da kalmayı planladığını söylüyor.

Ayrıca Haziran ayında yapılan bir haftalık tur Dauphine Libere’de yarışabileceğinin de sinyallerini veriyor.Dauphine Libere otoriteler tarafından Fransa Turu için en önemli hazırlık olarak kabul ediliyor.

″Giro’da yarışıp yarışmayacağımıza bir an önce karar vermek zorundayız.Şu an ki tek belirsizliğimiz bu.″

″Dauphine tur için iyi olacak.İyi tırmanışları ve zorlayıcı zamana karşıları olan önemli bir yarış.″

2011’de yarışıp yarışmayacağı sorusuna Armstrong RadioShack formasını bisiket’le ilgili diğer sporlarda da kullanabiliriz şeklinde yanıtlıyor.

″Daha önce off-road yarışmalarına katılabileceğimi söylemiştim. Güzergahın nasıl olduğunu bilmesem de Nice yada Hawaii’de IronMan’de yer almak isterim.″

Tour de France’da 2 etap kazandıktan sonra 1996 Ekiminde kanser teşhisi konan ardından biri beyninden olmak üzere 2 ameliyat geçiren ve dahası ciğerlerinde tümör bulunan Lance Armstrong artık ″Dead Man Walking″ olmuştu.Tedavileri yapıldığında 25 yaşındaydı ve uzmanlar hayatta kalma şansını yüzde 40 olarak ifade ediyorlardı.

Herşeye rağmen Armstrong yılmadı , savaştı ve kazandı ve tarihte görülmemiş bir şekilde dünyada fiziksel olarak en zor spor dalı olarak görülen Bisiklet Yol Yarışlarında 7 kez üst üste şampiyonluk elde eden bir ″Bisiklet İkonu″ oldu.

Vanity Fair dergisi yazarı Douglas Brinkley ile 9 Eylül 2008 tarihinde aralarında şöyle bir diyalog geçer;
Armstrong: ″Profosyonel bisiklet yarışlarına geri dönüyorum.Tour de France’ı sekizinci defa kazanmayı deneyeceğim.″

Brinkley : ″37 yaşında ? 2000 mil , 23 gün ,büyük bölümü tırmanış ? Bu Temmuz ?″

Armstrong : (Gülerek ) ″Olimpiyatlara bak.Dara Torres adında bir yüzücü var.41 yaşında bir anne 50 metre serbestte yüzdü.Yine 38 yaşında bir kadın (Romen Constantina Tomescu-Dita) maraton kazandı.Yaşlı atletler iyi işler çıkarıyor.″

Brinkley : ″Ama 38 yaşında 32 yaşında olduğundan daha yavaş olacaksın.″

Armstrong : ″Kesinlikle. Ben ayağa kalkan biriyim.Yataktan biraz yavaş kalkıyorum.Ama söylemeye çalıştığım şey uzanıp yatakta kalmayacağım.Artık öncesine göre daha sık sırtım ağrıyor ve yataktan daha yavaş kalkıyorum.Ama bisikletin üzerinde giderken kendimi önceden olduğu kadar iyi hissediyorum.″

Brinkley : ″Yani Tour de France’da gerçekten yüzde yüz yarışabilecek misin ?″

Armstrong : ″Yüzde yüz.″ Sonra tekrar eder, ″Yüzde yüz.″


″Kaybetmek″ sözcüğünü ″ölüm″ sözcüğüyle ilişiklendiren Lance Armstrong yaşama tutunma sırrını da açıklıyor aslında.Kendisi hakkında "insan olamaz" şeklinde yapılan yorumları iltifat olarak kabul eden bu olağanüstü sporcunun bir sözüyle bitirelim yazımızı.

″Hiçbir şeyde ama hiçbir şeyde kaybetmek istemiyorum.″
Yazan:Ahmet Altuntaş

15 Ekim 2009 Perşembe

Efes Pilsen'den ilk Köpürüş




Sezon öncesi sadece bir kupa olmaktan öte psikolojik olarak ve takımın biribiriyle bütünleşmesini sağlaması açısından önemli bir galibiyet olduğunu düşündüğüm bir maçda Efes Pilsen,Fenerbahçe Ülker'i 81-74 mağlup etti.Doping olayıyla gerilen ortamdan dolayı daha gergin geçmesini beklediğim maç son anlardaki kendini bilmez yobaz futbol taraftarlarının sahaya attıkları çeşitli maddeler dışında oldukca olgun bir havada geçti.

Karşılaşmayı sizlere dakika dakika anlatmaktansa genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.Efes Pilsen'de Rakocevic böyle üst düzey maçlar için transfer edildiğini çok net bir şekilde gösterdi.Açıkcası Rako'nun bu performansı Euroleague öncesinde çok umut verici oldu.Gerek perdelemelerden çıkarak bulduğu üçlükler,gerek içeri penetreleri gerekse 13 de 13 ile serbest atış kullanması rakibi çökerten etmenler oldu.Serbest atışlardaki başarısı Fenerbahçeli oyuncuların resmen aklına yerleşti ve faul yapmayalım veya topla buluşturmayalım derlerken Rakocevic'in ekmeğine yağ sürdüler.Bu maçda görüldü ki Rakocevic kesinlikle Kerem Tunçeri ile beraber oynarken çok daha verimli oluyor.Ender daha çok kendi yaratan bir oyuncu olduğu için Rakocevic'i oynatma konusunda eksik kalıyor.Fakat Kerem oyun bilgisi ve pas yeteneğiyle perdelemeden çıkan Rakocevic'i en uygun zamanda en uygun yerde buluşturarak Rakocevic'den üst düzey verim almayı başardı.Oyun içinde de çok iyi anlaştıklarını gördük.

Bootsy Thornton bu takım için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.Normalde oyunun sıkıştığı ve sürenin azaldığı anlarda dünyadaki her koç pota altından daha garanti sayıya oynar veya faul aldırmaya çalışır.Thornton'ın öyle etkili bir sırtı dönük oyun dediğimiz Post-Up'ı var ki resmen el yakan anlarda Efes Pilsen'in direkmen başvurduğu bir silah oldu..Vücudunun üst kısmı çok kalın ve diri olan Thornton bu pozisyonlarda arkasına aldığı Solomon'ı resmen potaya kadar taşıdı.Bunların sonucunda da ya sayı buldu yada faul çıkarttı.Doğal olarak bir uzuna getirilebilecek ikili sıkıştırmayı da getiremedi Fenerbahçe çünkü Thornton üst düzey de bir pasör ve oyun okuyucu olduğu için birebir bırakmak zorunda kaldılar.Thornton bu takımın vazgeçilmez oyuncularının en başında geliyor bence.

Kasun ve Kaya ile beraber oynadığında Efes Pilsen'in çok etkili olduğunu söylemiştim daha önce ki Ergin Ataman da karşılaşmaya bu ikiliyle başladı.Fakat Kasun her zaman yaptığı saçma sapan faulleri arka arkaya yapınca hem oyundaki verimliliği düştü hem de faul problemi yüzünden kenarda oturmak zorunda kaldı.Bu arada baya bir süre Efes 4 numarada Thornton'ı oynattı.Fakat Fenerbahçe bu avantajını çok fazla kullanamadı.Yani topu uzun oyuncusuna geçirecekti Fenerbahçe ve kolay bir sayı imkanı yakalayacaklardı ama yapamadılar.Çünkü Solomon geçen seneden kalma hırsına ve kişisel hesaplarına yenik düştü.Solomon her zaman aslında maç içinde bazen saçma sapan şut tercihleri ve top kayıpları yapardı fakat geçen seneden beri Efes Pilsen ve Sinan Güler'i karşısında görünce resmen şartelleri indiriyor ve gözü kapalı şutlar ve yanlış tercihler yapıyor.Oysa ki her zaman söylerim akıllı ve sakin bir Solomon şu anda durdurulamaz bir silahtır.Fakat final serisinden sonra bu maçda da bu silah ters tepiyor ve Fenerbahçe'yi kendi ayağından vuruyor.Kinsey ve Solomon ile oynayınca Fenerbahçe sahada kontrol edilmesi gereken iki adam oluyor.Birebir zorlamalar artıyor,tercih yanlışları çoğalıyor ve hücumdaki verimliliği Fenerbahçe'nin aşşağılara düşüyor.Bunun yanında Kinsey ve Solomon'a çok güvenememesinden dolayı Greer'i dinlendirme fırsatı bulamadı Tanjevic.Bu sebebden dolayı Greer oyunun son anlarında çok düştü.Zaten fizik gücü yeterince iyi olmayan bir oyuncu olan Greer çok fazla süre de alınca yıprandı.Oysa ki Greer'i yeterince kullanıp üst düzey daha fazla katkı alınabilir.Karşılaşmaya çok iyi başlayan ve iyi de götüren Gricek neden bir daha oyuna girmedi hiç anlamadım.Sakatlığı falan yoksa eğer tam bir yine Tanjevic saçmalarından seçmeler oldu bu hareket.Üst düzey maçları iyi oynayan ve Greer'e eşlik edecek soğukkanlılıkdaki Gricek muhakkak daha fazla süre almalıydı ve oyunun kritik yerlerinde sahada olmalıydı diye düşünüyorum.Herhalde Tanjevic Gricek'i geçen sene Widmar'ı kullandığı gibi kullanmayı düşünecek kadar bunamamıştır.Yani maçın ilk periyodunda oynatıp sonra bir daha hiç oyuna sokmuyordu ya çok şaşırıyordum.Ömer Aşık serbest atışlarını geliştirmezse daha ribaundu alır almaz bugun olduğu gibi bolca fauller yapılacaktır ona.Oyunun en kritik anlarında Ömer'in bu zaafı Fnerbahçe'ye olumsuz yansıdı ve bundan sonra da yansıyacak gibi duruyor.

Kazanan haklıdır kaybeden eleştirilir demek her zaman doğru değildir.Sonuçda bu maç uzatmada bitti ve Fenerbahçe de kazansa kimse sürpriz oldu diyemezdi.Ufak bazı ayrıntılar,kritik anlardaki oyun bilgisi daha yüksek oyunculardan oluşan Efes'in avantajı ve biraz değil baya bir de Rakocevic faktörü karşılaşmayı Efes'e getirdi.Solomon'un katkısını da unutmayalım..Türkiye Lig'i ve özellikle de Euroleague öncesinde çok önemli bir hazırlık karşılaşması oldu diyebiliriz.Kupa'nın çok bir önemi yok.Sadece daha önce de belirttiğim gibi psikolojik üstünlük ve rahatlama adına çok önemli bir galibiyetti.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Efes Pilsen Köpürür mü ?


Türkiye'de basketbol denildiği zaman akıllara ilk gelen takım Efes Pilsen olmuştur her zaman.Türkiye Lig'inde sonuncusu geçen sene olmak üzere toplam 13 şampiyonluk kazanan bir takım Efes Pilsen.Belki tarihinde toplam 113 defa daha şampiyon olacak bunu bizler göremesek bile.O sebebden dolayı ben Türkiye Lig'inden ziyade Efes bu sene Euroleague'de ne yapabilir nereye kadar gidebilir bunu değerlendireceğim.Uzun yıllar boyunca hep Final Four'un kıyısından dönen bir Efes Pilsen izledik.Aslında genel anlamda baktığımız zaman Avrupa kupalarında son bir iki yılı hariç tutarsak Efes Pilsen'in Avrupa'nın en istikrarlı takımı olduğunu görüyoruz.Elbette bu istikrarını muhakkak bir iki tane Avrupa Şampiyon'luğuyla taçlandırması gerekirdi Efes Pilsen'in.Bu şampiyonluğun gelmemesinin en önemli sebebi yıllardır yeterince derin ve kaliteli bir kadro kurulamaması gösterildi.Gerçekden de iki sezon hariç Efes Pilsen hep kaliteli oyuncuların bulunduğu ama kadro derinliğini sağlayamayan takım görüntüsüyle Final-Four'ların kapısından döndü.99-00 yılındaki kadroyu düşünüyorum da ilk 5'i Avrupa'nın o dönemde tartışma götürmeyecek derecede ilk iki sırada gösterilen bir kadroydu.Damir Mulaömerovic,İbrahim Kutluay,Hidayet Türkoğlu,Predrag Drobnjak,Hüseyin Beşok..O meşhur kadronun koçu da o dönemde Ergin Ataman'dı.2000 sezonunda bu kadro Ergin Ataman ile Avrupa 3.sü olmuştu.İlk 5 çok potansiyelli,kaliteli ve yetenekliydi evet ama bench resmen bomboştu.Sadece Ömer Onan kenardan gelerek süre bulabiliyordu.Hatta o dönemde hiç unutmam Efes beş buçuk adamla Final Four yaptı diye espriler bile yapılıyordu.2001-2002 sezonundaki Efes kadrosu da 2000 yılındakinden aşşağı kalır yanı yoktu.Marcus Brown,Kaspars Kambala,Sailius Stombergas,Mehmet Okur,Kaya Peker,Ömer Onan,Kerem Tunçeri,Alper Yılmaz,Ender Arslan...Şöyle bir baktığımda ve düşündüğümde bu kadronun başarılı olmak adına 2000'deki kadrodan bile daha iyi ve derin bir kadro olduğunu görüyorum.O dönemde Top 16 gruplarında sadece grup liderleri Final Four yaptığı için Ginobilli'li, Jaric'li, Rashard Grifith'li o dönemin meşhur Kinder Bologna'sına boyun eğmek zorunda kalmıştı Efes..Aslında o kadar ufak ayrıntılar belirlemişti ki o dönemde grup liderini, Efes Kinder'i devirmeye çok yaklaşmıştı.Hatta İtalya'daki grup liderini belirleyecek maçda sonraki sezon Efes'de oynayacak olan Granger'ın çok kritik iki tane üçlüğü maçı Kinder'e çevirmişti.Neyse geçmişe çok takılmayalım ve günümüze gelelim zaten zaman zaman sizlerle Efes'in eski maçlarından Final-Four hikayelerinden kesitler ve anılar sunarak paylaşacağım.
Maddi anlamda olsun, kalite anlamında olsun,potansiyel anlamında olsun Efes Pilsen tarihinin en önemli takımını oluşturdu.Bu takım kesinlikle Euroleague'de Final Four oynamak hatta Ergin Ataman'ın da sık sık dile getirdiği gibi Avrupa şampiyonu olmak için kuruldu.Oyuncuları tek tek değerlendirmeden önce çok önemli bir iki noktaya parmak basmak istiyorum.Avrupa'da şampiyon olan takımlara baktığımızda arkalarında maddi gücün yanı sıra büyük de taraftar kitlelerine sahip olduğunu görüyoruz.Bundan 15 yıl önce hatırlıyorum da Efes maçlarında Abdi İpekci dolar taşar ve herkes yerlere otururdu.Ne oldu da aradan geçen yıllarda bu basketbol seyircisi salonlardan koptu?Neden artık en önemli bir Avrupa maçında bile salonlar dolmuyor.?Çok mu rahatımıza düşkün insanlar olduk veya basketbola olan sevgimiz mi azaldı?Yada yıllardır o kadar başarılar yakaladık ki artık başarıya mı doyduk?Sizce hangisi?Ben düşünüyorum ve bunlardan hiç birini doğru cevap olarak göremiyorum.Aslında hepsinin temelinde gerçek basketbol kültürüyle yoğurulmuş,sporu spor olduğu için seven basketbol tutkunu insanların malesef ülkemizde sayısının az olması yatıyor.Bu gerçek basketbol kültürüne sahip insanlar bugun Efes Pilsen taraftarlarıdır.Fakat malesef işte bu insanların sayısı çok ama çok azdır.15 milyonluk bir şehirde ülkenin en önemli basketbol takımı 3 bin kişi dahi toplayamıyor salonlara.Bu durumun üzücü olduğu kadar düşündürü de olduğu gerçeği malesef önümüzde durmaktadır.Son günlerde ağızlarda dolaşan Efes Pilsen de Beşiktaş ile veya Galatasaray ile birleşsin lafları var.Bu sayede taraftar kitlesini artırarak bu sorunu çözebilir deniliyor.Kesinlikle ama kesinlikle buna kökten karşıyım.Hem de o kadar karşıyım ki Taksim'de açlık grevi bile yapabilirim böyle bir şey olursa.Efes gibi basketbol kültürü ve tecrübesi üst düzey kaliteli bir klübün ne işi olur futbol taraftarlarıyla ve onların salonlara getireceği anarşi ve şiddetle?Bırakın Efes böyle bin kişiye oynasın ama şanımız ve kalitemiz yerinde kalsın.Basketbol basketbol taraftarıyla güzeldir ne zaman ki futbol klüpleri taraftarları bu işe el atmaya başladılar o zaman işte geçen seneki final serisindeki yobazlıklar yaşandı.Düşününsene Efes'in Galatasaray ile birleştiğini ve Fenerbahçe ile final serisi oynadığını.Sanırım hastaneler ve morglar dolardı.Hiç abartmıyorum böyle olurdu.O zaman gelin futbol seyircisini uzak tutalım salonlardan ve gerçek basketbol seyircilerini yetiştirelim.Konu konuyu açıyor sayfalarca yazılabilecek bir konular aklıma geliyor en iyisi bir an önce Efes Pilsen'in bu seneki Euroleague'deki şansını değerlendirelim.Öncelikle şunu belirtmeliyim ki kaliteli kadro kurmak Euroleague'de şampiyon olmak için tek başına yeterli bir sebep değildir.Zira Final-Four seviyesinde kadro kuran en az 7-8 tane üst düzey takım var.Bu takımlardan hangilerinin dörtlü finale kalacağını günlük performanslar,küçük detaylar,kura şansı,sakatlıklar,eşleşmeler vsvs belirleyecektir.Önceki yıllarda da belki Efes kadro kalitesi olarak bu 8 takım arasındaydı ama yedi veya sekizinciydi.Bu sene ben diyorum ki en kötü 5.sıradadır Efes kadrosu kalite ve derinlik olarak.Efes'in eksikleri yok mu elbette var ama en azından kağıt üzerinde son görüntü böyle.Geçen sene Türkiye'de şampiyon olan kadronun temelleri bozulmadan bu sene önemli takviyeler yapılarak bu sezona başlıyor Efes Pilsen.Kesinlikle Efes'i büyük maçlarda önemli yerlere taşıyacak o seviyelerde hep yer almış olan Rakocevic kadroya katıldı.Hem sağ hem sol eliyle top sürebilen ve her iki tarafdan da pozisyonları bitirebilen,kendi şutunu ve pozisyonunu yaratabilen,büyük anlarda sorumluluk almaktan kaçınmayan çok ama çok önemli bir isim Rakocevic.Kesinlikle Ergin Ataman'ın Rakocevic'e Euroleague 'de daha fazla süre,şans ve sorunluluk vermesi gerekir.Rakocevic kökenli en az 3 tane hücum setinin olması gerekir.Yani ben hep söylerim eğer bir maçı kaybedeceksek bırakın Rakocevic'in elinden kaybedelim.Son topu Sinan Güler kullanıp kaçırırsa olmaz.Rakocevic kaçırsın da içimize sinsin en azından yenilgiler ve aklımızda soru işaretleri kalmasın.Yani Rakocevic bu sene Efes'i özellikle Euroleague'de bir seviye üste taşıyacak en önemli basketbolcu.Thornton ise bu takımın görünmez kahramanı olduğu zaman inanılmaz etkili oluyor.Geçen sene hem görünen hem görünmeyen kahramandı.Savunmada vücudunun üst tarafının çok sağlam olması ayaklarının hızı ve oyun bilgisiyle zaten çok önemli bir oyuncu Thornton.Hücumda ise soğukkanlılığı,attığı kritik 3 sayılık basketler ve hepsinden önemlisi çok önemli bir post-up yani sırtı dönük oyununun olması Thornton'u da takımın vazgeçilmezlerinden biri yapıyor.Gardlar Türk Milli Takımının iki gardı Kerem Tunçeri ve Ender Arslan.Aslında birbirlerini tamamlayan çok değişik özellikleri olan 2 oyun kurucu Ender ve Kerem.Ender skorer ve delici Kerem daha iyi savunmacı ve organizatör.Maç içinde öyle anlar olacak ki her ikisine de ihtiyaç duyulacak zamanlar olacak.Yalnız Kerem Tunçeri her ne olursa olsun muhakkak şut atma konusunda kendisine güvenerek kullanmalı şutları.Ne zaman ki skor tehdidi de üst düzeye çıkarsa o zaman Kerem vazgeçilmez bir oyuncu olur.Tereddütle attığı hemen her şutu kaçırıyor ve savunmanın gafil avlanmasına sebep oluyor Kerem.Kısacası savunmada Kerem hücumda Ender önemli roller alacaklardır.Aslında bu iki oyun kurucunun Türk takımlarında pek fazla görmeye alışık olmadığımız ikili oyunları çok başarılı bir şekilde oynayabildiklerini görüyoruz.Özellikle Kaya Peker ile oynanan bu ikili oyunlar çok ama çok etkili oluyor.Geçen seneki Fenerbahçe final serisini çeviren en önemli işlerden biri de bu ikili oyunlar olmuştur.Söz açılmışken Kaya'ya da değinelim.Türkiye liginin şu anda tecrübe,sertlik ve yetenek olarak en önemli uzunudur.Hadi yetenek kısmını abartmış olmayalım ama son zamanlarda özellikle bitirici olgunluğu da çok ilerledi Kaya'nın.Ayakları hareketliyken topla buluştuğunda belki de şu anda Avrupa'nın en etkili uzunu.Hangi anlamda tabi ki ayakları hareketliyken buluştuğu topları bitirme anlamında.Durdurulamaz bir hal alıyor Kaya bu pozisyonlarda.En kötü ihtimalle rakip faul yapmak zorunda kalıyor.Takımın şu anda tek Türk uzunu olması dolayısıyla paha biçilemez bir değer taşıyor Kaya Peker.Yani sakatlık veya ceza gibi durumlarda Efes çok sıkıntı çeker.Savunmadaki sertliği,takıma kattığı ruh ve ribaundlardaki etkinliği ile Kaya bu sene Efes'de olmazsa olmaz oyuncuların başında geliyor.Kaya'dan bir başka uzun Kasun'a geçelim.Kasun ne zaman oyunda olursa Efes muhakkak pozitif anlamda bir şeyleri daha fazla üretmeye başlıyor.Topu içerde alıp bitirmesi olsun rakip uzunları yıpratması olsun Kasun da vazgeçilmezlerden.Hele hele yabancılarda pek görmeye alışkın olmadığımız o agresif ve sinirli tarafı özellikle Türkiye Lig'inde final serisinde çok faydalı oldu ve bu sene de olacaktır.Tamam profesyonellik falan güzel ama öyle yerler geliyor ki rakibiniz sizle hakemlerle onunla bununla itişip dalaşırken sizin de karşılık vermeniz gereken yerler oluyor.İşte Kasun bunu geçen sene Kaya ile beraber çok iyi sağlayan iki Efes'li olmuşlardı.Bu sene de hem Euroleague'de hem de TBL'de bu agresif ve bir yerde saldırgan oyun tarzlarını ortaya koymalılar.Ergin Ataman'ın 4 kısa ile oynama sevdası yüzünden malesef Kaya ve Kasun'u aynı anda pek sahada göremiyoruz.Oysa ikisi oynadığı zaman hem savunmada hem hücumda verimlilik çok üst düzeye çıkmakta.Kasun bazen çok basit fauller alıyor bu faulleri mümkün olduğunca azaltırsa çok daha faydalı olacak.Özellikle uzun oyuncuların basit faullerden uzak durması çok önemlidir.Maç öyle bir noktaya gelir ki toplar hep içeri iner ve o savunma sertliğini sergilemek için faul hakkınızın olması gerekir.Nachbar benim gördüğüm kadarıyla alışma safhasını atlatamamış durumda.Pozisyon kargaşası yaşıyor.Aslında 3 numara oynamayı seviyor Nachbar ama Ergin Ataman onu 4 numaradaki sıkıntı sebebiyle bu pozisyonda oynatmak istiyor sıkıntı da burdan doğuyor.Potansiyel ve yetenek olarak kariyer olarak da çok önemli bir oyuncu Nachbar.Uzun boyuna rağmen attığı şutları,topla içeri girebilmesi,üstün pasör özellikleri Nachbar'ı farklı kılıyor.Fakat o sertliği de göstermesi gerekiyor Nachbar'ın..Ergin Ataman'ın kafasındaki en önemli soru işareti sanırım şu anda Nachbar'ı nerde nasıl daha verimli kullanabilirim sorusu.Zaten Nachbar'dan üst düzey bir verim alınırsa o zaman Efes'i tutabilene aşkolsun.Charles Smith gibi vazgeçilemeyen bir oyuncu da var Efes'de.Hem üst düzey bir skorer şutör ve penetreci hem de bir savunma uzmanı.Bu kadar iyi savunmayı okuyan ve pas arası yapan bir başka oyuncuya inanın rastlamadım.Aynı zamanda bu çaldığı toplar öyle toplar oluyor ki direk bir kaç adımda rakip potayla başbaşa kalıyor.Hücumda çok fazla değişik işlere giriştiği zaman saç baş da yoldurabiliyor yanlış tercihleriyle ama dikensiz gül olmaz elbette.Zaten ne zamanki geçen sene final serisinde hücumları ısrarla Smith'in üzerinden döndermekten vazgeçildi ve Smithe'e savunmada kritik roller verildi işte o zaman Smith inanılmaz faydalı oyunlar çıkardı.Savunmanın yanında da hücum yeteneklerini de yeri geldiğinde kullanarak şampiyonluğun kazanılmasında katkı sağladı.Sinan Güler bu takımın Bruce Bowen'ı olma yolunda ilerliyor.İşini yapan ve hiç sırıtmayan oyun yapısıyla çok faydalı oluyor.Özellikle Solomon'un panzehiri olmuş durumda şu anda.Öyle çabuk elleri ve uzun kolları var ki ve o kadar atletik ki göz açıp kapayana kadar ya topunuzu çalmış yada pozisyonunuzu bozmuş oluyor Sinan..Santiago sadece Euroleague maçlarında oynamak üzere transfer edildi.Özellikle Panathinaikos veya Olympiakos gibi takımlarla oynarken pota altında eksik kalmamamız adına çok önemli bir oyuncu.Uzun boyuyla savunmada sert ve blokcu.Hücumda da topa küstürmediğiniz zaman yine etkili.Yani tam bir Euroleague oyuncusu.Sadece bu maçlara konsantre olacağı için çok daha iyi verim alınacağını umuyorum ben Daniel Santiago'dan.. En sona bilerek Preston Shumpert'i bıraktım.Bu adama hayran olmamak elde değil.Bu kadar soğukkanlı ve en kritik anlarda bile sanki turnike atar gibi şut atan bir oyuncuya hayran olunmaz mı.Rakipler için tam bir başbelesı.Rakip kısalara karşı uzun kalıyor rakip uzunlara karşı da hızlı kalıyor.Yani aşşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık durumuna düşüyor rakipler Shumpert'a karşı oynarlarken.Shumpert'in sol eliyle penetre edebilmesi adeta öldürüyor rakip savunmayı.Her şeyi geçtim drive ederken dengesiz gibi görünen şutlara kalkması ve bunları da yüksek yüzdeyle sayıya çevirmesine ne demeli?Adı diğerlerinden küçük gibi duran ama oyunu ile hepsinden daha faydalı ve büyük olan bir oyuncu Shumpert.Abdi İpekci'de geçen sene final serisinin 6. ve son maçından önce sahada ısınmaya çıkmıştı Shumpert.Başladı şut kullanmaya.Her şey normal gibi duruyordu.Ama bir süre sonra baktık ki adam kaçırmıyor.Ne atsa giriyor.Hem de arka arkaya defalarca.Attığı şutlar öyle yakın mesafe felan da değil hani.Orta mesafe,yakın,uzak,3 sayılık her yerden şutlar atıyor.Tüm salon Fenerbahçeliler dahil tezahüratı bıraktı Shumpert'in şut performansını izlemeye başladı.Ve ooooo oooooo seslerinin ardı arkası kesilmedi.Ben dayanamadım ve saymaya başladım.Hiç abartısız söylüyorum 120 de 110 gibi insanüstü bir sayıyla karşılaştım.Tabi ben saymaya başlamadan önceki en az arka arkaya soktuğu 40 şutu da eklersek sanırım kelimeler kifayetsiz kalır.160 da 150 orana bakarmısınız...Preston Shumpert Ergin Ataman'ın da vazgeçemediği bir oyuncu.4 kısa sevdası sebebiyle 4 numarada oynatabildiği Shumpert,Ergin Ataman'ın olmazsa olmaz adamlarından biri.
Efes Pilsen için bu sezon her şey çok güzel olabilir.Olmazsa ne yapmalı Efes.Hiç bozmamalı bu kadroyu ve ısrar etmeli çünkü çok kaliteli oyuncu topluluğundan oluşuyor Efes.Bu yetenekleri iyi bir takım yapmak da Ergin Ataman'a düşüyor.Unutmadan eklememiz gerekiyor ki şu anda bir uzun Türk oyuncu sıkıntısını çok fazla hissediyor Efes.Kerem Gönlüm ceza almamış olsa bu eksiklik de olmayacaktı ama şu anda böyle bir sıkıntı var.Bunu nasıl aşar Efes diye düşünüp durdum düşünüp durdum üst düzey Euroleague kalitesinde bir Türk oyuncu aradım durdum aradım durdum ve Ermal Kurtoğlu'ndan başka bir isim bulamadım.Eski Efes'li Ermal'i kadroya katarsak o zaman işte Efes için her şey enfes olacak...

9 Ekim 2009 Cuma

Chris Horner'ın Dönüşü


Bir Oregon Gazetesine göre Chris Horner önümüzdeki 2 yıl için Team Radio Shack’le anlaşma imzaladı.
Horner’ın The Oregonian’a yaptığı açıklama şöyle; ″başka takımlarla da konuştum ama burada Astana’dan takım arkadaşlarım Lance Armstrong ve Levi Leipheimer’la birlikte aynı takımda olmak istedim.″

Bu yıl Horner için oldukça zor geçti.Tam form yakalamışken pek çok kaza yaşadı.Bunlar içinde en yakın olanı kısa bir süre önce sonlanan Vuelta a Espana’nın 4. etabında bitime 3 km kala yaşanan 100’e yakın bisikletçinin karıştığı, son zamanların en feci kazasısıydı.
Kazada Horner’ın sol eli kırıldı , sağ kalçasında yaralanma oldu ve üst dudağında derin bir kesik oluştu.Horner tur’dan ayrılmak zorunda kaldı.

Horner kaza ile ilgili şunları söyledi; ″Yüzümü yol kenarındaki betona çarptım.Birisi çok hızlıydı…Pozisyonumun çok iyi olduğunu düşünmüştüm ama bazen iyi pozisyonda değilsinizdir.″
″Bu yılı kesinlikle noktaladım.″

Horner taraftarları için sevindirici haber fazla gecikmedi. Çünkü Horner The Portland Newspaper’a yarış yorumlarında bulunduğu sütununda 17 Ekim’de Giro di Lombardia’da yarışacağını yazmıştı.

Amerikalı bisikletçi Giro di Lombardia öncesi 11 Ekim Cumartesi yapılacak Giro dell'Emilia ve 12 Ekim’de yapılacak Gran Premio Bruno Beghelli İtalyan Klasiklerinde yarışacak.

Giro dell’Emilia 192 km’lik bir alanı kapsıyor ve içinde San Luca’daki finiş’de dahil toplam 7 tırmanışı barındırıyor.Pazar günü yapılacak Gran Premio Bruno Beghelli ise 195 km’lik bir parkurla tarihte Modena ve Bologna şehirlerinin birbirleriyle savaştığı yer olan Zappolino’da 8 tırmanışa sahne olacak.

Astana takımı Chris Horner’ı bu iki yarışta yarışacak 9 kişiden biri olarak açıkladı.Diğer isimler şöyle; Jani Brajkovic, Valeriy Dmitriyev, Alexsandre Diachenko, Maxim Iglinskiy, Roman Kireyev, Bolat Raimbekov ve Alexander Vinokourov.

Giro di Lombardia 2010-2011’de Team RadioShack’da izleyeceğimiz Chris Horner’ın bu yıl Team Astana’yla yarışacağı son yarış olacak.

İtalyadaki bu iki yarış 17 Ekim’de yapılacak Giro di Lombardia öncesi 37 yaşındaki Chris Horner’ın kendini test etmesi açısından önemli.

Giro di Lombardia Uluslararası Bisiklet Federasyonu ( UCI )’nun takvimindeki bu yıl yapılacak son yarış olacak.Böylece bisikletseverler açısından 2009 sezonu kapanmış olacak.
Yazan:Ahmet Altuntaş

8 Ekim 2009 Perşembe

Terminator Tua Geri mi Döndü???


Boks dünyasının Terminatör lakaplı boksörü David Tua Yeni Zelanda derbisi olarak nitelendirebileceğimiz müsabakada Cameron'u çok ama çok acı bir şekilde nakavt etti.Belki 99-00 yıllarındaki Tua'dan eser yok ama bundan 2-3 sene öncesine göre de daha iyi olduğunu söylemeliyim.Tua yumruk gücünden zaten bir şey kaybedecek bir boksör değil.Fakat aldığı kilolar Tua'nın oldukca yavaşlamasına ve eskivlerinin azalmasına ve Tua stilinde boksörler için çok temel taşlardan olan yakın döğüşü sağlayacak ''Head Movemant'' diyeceğimiz sağlı sollu kafa hareketlerinden yoksun kalmasına yol açmış.Aslında karşılaşmada tam bir hakem rezaleti yaşandı.İlk raundun sonunda Cameron yerden zorla kalkmasına ve hakemin direktiflerine reaksiyon vermekde zorlanmasına rağmen hakem bir skandala imza attı ve karşılaşmayı devam ettirdi.Sonuç elbette çok ama çok acı oldu.2.raundun başında kan kokusunu almış pirana gibi rakibine saldıran Tua çok rahat bir galibiyet elde etti.Tua'yı diğer ağırsıkletlerden ayıran bir çok özelliği var elbette.Bunlardan birincisi rakibi sarsdığında inanılmaz bir özgüven ve hızla rakibin üstüne gitmesi ve işini bitirene kadar deliler gibi yumruklar çıkarmasıdır.Bu yumruklar normal bir ağırsıklet boksörünün ortalama atmış olduğu yumruk gücünden çok daha fazla güçlü,sert ve indirici olduğunu da söylemeliyim.Yani kan kokusunu Tua'ya koklatmayacaksın.O kokuyu alırsa seni parçalayana kadar üstüne gelir ve en sonunda kaçışı olmayan bir son olarak seni parçalar.İşte Cameron'un sonu da Tua'nın daha önceki bir çok rakibi gibi aynen böyle oldu.Tua'yı diğer ağırsıletlerden ayıran bir diğer ve çok önemli özelliği de sol huk dediğimiz yumruklarıdır.Aslında bu sol huk dediğimiz yumruk hemen hemen düz gardlı her ağırsıklet boksörünün kullandığı bir yumrukdur.Tua'yı farklı kılan bu yumruğu ileri doğru zıplayarak ve atlayarak çok ivmeli ve şiddetli bir şekilde çıkarmasıdır.Hani bazen böyle kulağınızın dibinden hızla bir şey geçer ve vınnnn sesini duyarsınız.İşte Tua'nın sol hukları da aynen öyle bir etkiye sahip.Bu sol hukdan kaçabilmek de çok zor.Çok üstün bir konsantrasyon ve tekniğe sahip olmanız lazım ki bu sol huklardan birine yem olmayasın.Düz gardlı bir boksörün sol direği zaten önde olduğu için bir de Tua gibi son derece süratli bir şekilde çıkarınca bu yumruktan kaçmak için çok ama çok kısa bir zaman aralığı kalıyor rakiplerine.Tua ve Tyson stil olarak birbirlerine çok benzeyen iki boksör diyebiliriz.İkisinin de en etkili ve bitirici yumrukları bu sol huklarıydı.İkisi de nakavtcı ve rakibinin en ufak açığında sonuna kadar üstüne gidip işi bitirirdi.Hareketli ve yakın döğüşü severlerdi.Herhalde ikisi eğer karşılaşmış olsaydı en fazla 2 raund falan sürerdi bu maç.
Tua benim her zaman en favori boksörlerimden birisi olmuştur.Belki hiç şampiyonluk kemerini beline takamamıştır Tua ama bu kemeri beline takmış 4 tane ağırsıklet boksörünü komalık edecek şekillere sokarak yenmiştir.Tua, menejerlerinin çok iş bitirici olmamalarından dolayı istediği ve hakettiği o büyük kemer maçlarına çıkma şansını pek yakalayamamıştır.2000 yılının sonunda Lennox Lewis ile yaptığı müsabaka çıkmış olduğu tek altın kemer maçıydı.Bu müsabakayı açık ara sayıyla kaybetmiştir.Karşılaşma boyunca Lewis'e ecel terleri döktürdüğünü de söylemeliyim.Bu ecel terleri Tua'nın maçı domine etmesinden falan değil ama o etkili sol hukunu kendisine denk getirmesinden çekinen Lewis'in tedirginliğinden dolayıdır.Bir iki tane de Lewis'e bu yumruklarını denk getirmişti Tua ama istediği kıvamda yakalayamamıştı Lewis'i.Hele hele 6-7 tane yumruğu Lewis'in çenesini,burnunu,yüzünü milimlerle sıyırmıştı.97'deki Ike Ibeabuchi maçı da tarihe geçmiştir.Tua nın kariyerinde kaybettiği 3 müsabakadan biri olan bu maç ağırsıklet tarihinde bir maçda atılan toplam yumruk sayısında zirveye çıkmıştır.Halen de bu rekor bu müsabakadaki performanslarıyla Tua ve Ibeabuchi'te aittir.David Tua kariyerinde hiç yere düşmemiştir.Zaten bu kadar agresif ve rakibinin üstüne giden bir boksörün bu denli başarılı olabilmesi için olmazsa olmazı sağlam bir çene ve dayanıklılıkdır.Tua'nın nakavtlı galibiyetlerinde yaşadığınız adrenalin ve heyecanı çok az maçda yaşarsınız.Rakiplerini öyle nakavt eder ki resmen rakibinden nefret bile etseniz acırsınız adama..
Şimdi bu kadar övdüğümüz Tua ağırsıkletde şampiyonluk yaşayabilir mi diye sorabilirsiniz.Aslında resmi olarak kemeri hiç beline takamasa da gayri resmi olarak benim gözümde 4 kez bu kemeri takmıştır Tua.En azından kesinlikle formunun zirvesinde olduğu dönemlerde en üst seviyede en üst kalitede şampiyon bir boksördü.2003 yılından sonra kariyeri ne sıradan rakiplerle yaptığı maçlarla devam etti Tua.Kilo aldı yavaşladı vsvs.Şu anda şampiyon olmak için Klitschko'ları yenmesi gerekiyor.Açıkcası formunun zirvesinde olduğu dönemlerde dahi olsa bunu başarabilmesi şu anda çok zor olan Tua'nın bugunkü haliyle Klitschko'ları yenmesini beklemek çok ama çok fazla iyimser bir yaklaşım olur.Vitali'yi ayrı bir yere koyalım Wladimir'e denk getireceği sol huk belki işi bitirebilir.Fakat Wladimir özellikle Emanuel Steward ile çalışmaya başladıkdan sonra o tür yumrukları hemen hemen hiç almıyor.Lewisvari performanslar sergileyen Wladimir Tua'ya tıpkı 2000'deki Lewis'in yaşattığı bir mağlubiyeti hatta daha acısını yaşatır.Çünkü yavaşlayan ve hareketsizleşen Tua,Wlad'ın uzun kollarına ve bıçak gibi keskin sol direklerine açık hedef olacaktır.Vitali'yi zaten mevzubahis etmiyorum.Vitali ile şu anda hiç bir boksörü karşılaştırmaya dahi girmem.
Sonuç olarak Tua her zaman heyecan veren çok önemli ve tarihi bir boksör olmuştur.En son Cameron maçında da eski günlerinden görüntüler sergileyince ağırsıklete bir heyecan dalgası getirmesini isterim.Tua tarzı ağırsıkletler pek fazla artık boks dünyasında kalmadı.Umarım daha üst düzey rakiplerle daha prestijli maçlara çıkar ve Tua'yı izleme heyecanını tekrar ve takrar yaşarız...

Sprinterlerin Klasiği


11 Ekim Pazar günü 103. Paris-Tours yapılacak.Tek günlük ve 230 km’lik bir alanda gerçekleşecek olan bu klasik yarış Chartres’de başlayıp Tours’da sona erecek.
Bisiklet sezonunun sona ermek üzere olduğu bu son günlerde klasikçilerin uzun süre bekledikleri ve kendilerini göstermek için fırsat kolladıkları bir yarıştır Paris-Tours.

Paris-Tours klasikçilerin cennetidir.Toplu finişe sahne olan bu tür yarışlarda sprinterler ön plana çıkarlar ve içlerinden bacaklarındaki kuvveti mental etkinliğiyle birleştiren en hızlı sprinter o günün kahramanı olur.Paris-Tours bu yüzden ″Sprinterlerin Klasiği″ olarak da bilinir.

Geçen yılın kahramanı yine bir klasikçi Belçikalı Philippe Gilbert olmuştu.Bir klasik uzmanı olan Gilbert bakalım başarısını bu yıl tekrarlayabilecekmi.

Sprinter denince ilk akla gelen isim Mark Cavendish bu yıl Paris-Tours‘da olmayacak.Bu sezon 23 birinciliği olan ve bir başka klasik olan Milan-San Remo’yu da kazanan Cavendish Tour of Missouri ve Dünya Şampiyonluğu yarışından da çekilmişti.
Takımı Columbia Cavendish’in solunum rahatsızlığı olduğunu açıklamıştı.

Tek günlük klasiklerin en favori isimlerinden biri kuşkusuz kendi ülkesi Mendrisio’da zamana karşıda 2009 Dünya Şampiyonu olan Fabian Cancellara.
″Spartacus″ lakaplı Cancellara son dönemdeki formuyla zafere ulaşabilir.

Quick Step takımında da Stijn Devolder, Tom Boonen ve Allan Davis gibi kazanma şansı yüksek oldukça önemli isimler var.

Garmin-Slipstream takımında ise Tyler Ferrar en önemli favorilerden.Tecrübeli Julian Dean ve genç Hollandalı Martijn Maaskant’ı da unutmamak lazım.

Vuelta a Espana’nın yıldızları İspanyol bisikletçiler Alejandro Valverde ve Samuel Sanchez her zaman olduğu gibi performanslarını en iyi şekilde yansıtacaklardır.

1999,2001 ve 2004 Dünya Şampiyonu Oscar Freire bu sezon sonu jübilesini yapmadan önce pek formda gözükmese de Paris-Tours’u kazanmak için can atıyor.

Fransız bisikletçiler arasında da kendi ülkesinde yarış kazanabilecek isimler var.Bunlar arasında Tour de France’da etap kazanan Thomas Voeckler ve Romain Feillu’yu sayabiliriz.

Sezon sonu olmasına rağmen Paris-Tours hem yarışanlar hem de bisiklet severlerin merakla beklediği bir klasik yarış.Paris-Tours’u uzun ve oldukça zor geçen sezonun sonuna yakışan türden bir yarış olarak nitelendirmek de yerinde olacaktır.

Avrupa kıtasının son yarışı yine Ekim ayı içinde İtalyanların ″la classica delle foglie morte″ (Düşen Yapraklar Yarışı) olarak adlandırdıkları Giro di Lombardia (Lombardy Turu)olacak.
Yazan:Ahmet Altuntaş

7 Ekim 2009 Çarşamba

CompuBox


Boks karşılaşmalarında izlediğimiz hangi boksörün ne kadar yumruk attığını,ne kadarını isabet ettirdiğini,yüzdesini vs vs gösteren istatistikleri sanırım tüm boksseverler biliyordur.Son derece özenle yapılan bu çalışma neredeyse sıfır hata ile sonuç veriyor.Resimde görülen Bob Canobbio'nun sahibi olduğu CompuBox, 1985 yılından beri boks maçlarında uygulanıyor.Tabi tüm maçlarda değil ama önemli bir çok maçın CompuBox istatistiklerine ulaşabiliriz.Bu istatistikler bizlere son derece kaliteli ve sağlam temellere dayanan yorumlar çıkarmamıza ve daha da derin analiz edildiğinde çok daha fazla anlamlar çıkarmamızı sağlıyor.İstatistik boksde ve diğer sporlarda ne ifade eder?Bazen istatistik çok ama çok şey demektir bazen de hiç bir şeydir.Hakemler bir boks maçında herhangi bir raundu bir boksöre verirken elbette toplamda atılan ve isabet ettirilen yumruk sayısını göz önünde bulundurabilirler.Fakat bu demek değildir ki daha fazla yumruk atan ve isabet ettiren boksör o raundu almış demektir.Her hakemin kendi satndartları vardır bir raundun galibini belirlerken kullandıkları.O sebebdendir ki bir maçı hakemin birisi A boksöre verirken bir diğeri B boksörüne o maçı verebilir veya daha değişik hakem kararları çıkabilir.Özellikle Amerika'lı hakemler daha agresif olan ve baskı kuran boksörlere sempatiyle yaklaşırlar.Avrupa kökenli hakemler ise daha statiktirler ve atılan her bir yumruğu değerlendirmek isterler.Karşılaşmanın hakemleri bile boksörlerin maç içindeki stratejilerini belirlemede çok önemli bir etmendir.Elbette ki ezici üstünlükle kazanılan maçlarda hakemlerin işe yorum katma veya başka faktörleri devreye sokma şansları yoktur.Buradan sizlerle zaman zaman hem tarihdeki bazı boks karşılaşmalarının hem de önümüzdeki günlerde gerçekleşecek maçların CompuBox istatistiklerini paylaşıp analizlerini yapacağım.Gelin isterseniz şimdi Vitali Klitschko'nun önemli maçlarındaki CompuBox istatistiklerine bir göz atalım..
Vitali Klitschko vs Juan Carlos Gomez :9.raundda sona eren bu karşılaşmada Vitali toplam 475 yumruğun 171'inde isabet bulmuştur.Raund başına 58 yumruk ve %36 lık bir isabet oranına denk gelmektedir bu istatistik.Gomez ise toplam 248 yumrukda 72 isabet bulmuştur,raund başına 30 yumruk çıkarmış ve %29 isabet oranıyla mücadele etmiştir.Juan Carlos Gomez 2003 yılındaki Sinan Şamil Sam maçında raund başına çok iyi bir sayı olan 93 yumruk atmıştır.Burdan , Gomez'in o yıllarda hem kondüsyon hem de disiplin açısından daha iyi durumda olduğu sonucunun yanında Sinan Şamil Sam'ın sürekli yumruk alan tabiri caizse boks torbası görevi gören stilinin de etkili olduğu sonuçları çıkabilir.Hareketsiz bir Sinan her zaman açık hedef olmaktadır rakiplerine.Daha da acı bir tablo var aslında Sinan açısından.2003 yılında Gomez maçında kariyerinin en iyi dönemindeydi Sinan.Vücut olarak kondüsyon olarak moral olarak en zirve zamanlarıydı.Buna rağmen Gomez o maçı o dönemde domine etmişti.Vitali-Gomez maçının son 3 raundunda Gomez toplamda çok az bir rakam olan toplamda 47 yumruk çıkarmış ve bunlardan sadece 12 sinde isabet bulmuştur.Vitali ise son 3 raundda güçlü yumruk olarak adlandırdığımız Power Punch'larda %48 isabetle Gomez'i resmen pes ettirmiştir.
Vitali Klitschko-Samuel Peter:Vitali'nin 4 yıllık bir aradan sonra bokse döndüğü maç olan Peter karşılaşmasında Vitali toplamda 624 yumruk atmış ve bu yumrukların 288 inde isabet bulmuştur.Raund başına 78 yumruğu % 46 isabet oranıyla Peter'a isabet ettirmiştir.Peter ise 448 yumrukda % 15 oranla 69 isabetli yumruk atabilmiştir.Jab dediğimiz düz gardlı boksör için sol direk ters gardlı boksör için sağ direk olan istatistikde ise Vitali toplamda 181 Jab çıkarmış Gomez ise sadece 44 de kalmıştır.Vitali raund başına % 48 isabet oranıyla 54 Jab çıkarmıştır.Ağırsıklet ortalamasının raund başına 19 Jab olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda Vitali'nin bu istatistiğinin de son derece etkileyici olduğunu söyleyebiliriz.
Vitali Klitschko-Corrie Sanders:Vitali'nin belkide kariyerindeki karşılaştığı ve karşılaşacağı en tehlikeli rakipdi Sanders.Her zaman ifade ettiğim gibi boks tarihinin tartışmasız en heyecanlı ilk 10 ağırsıklet mücadelesinden biri olmuştur Vitali-Sanders maçı.Karşılaşma boyunca tek yumrukluk bir nakavt arayan Sanders raund başına %22 isabetle 29 yumruk çıkarmıştır.Bu sayı belki çok az görünebilir ama bu yumrukların hepsinin birbirinden tehlikeli,sert,ivmeli ve nakavt arayan yumruklar olduğunu da belirtmeliyim.Vitali ise %56 isabet oranıyla raund başına 52 yumruk çıkarmıştır.Power Punch'larında ise çok etkileyici bir oran olan %60 oranında Corrie Sanders karşısında isabet bulmuştur.
Vitali Klitschko-Kirk Johnson:Sadece 2 raund süren ve etkileyici bir nakavt ile kazandığı bir müsabaka olan Johnson maçında Vitali ilk raundda toplamda 57 yumruğunda 26 isabet bulmuştur.Power Punch'da ise %64 isabetle 28 de 18 isabet bulmuştur.2.raundun ortalarında Vitali'nin Tko ile kazandığı maçda Kirk Johnson ise sadece ve sadece toplamda 9 kez Vitali'ye yumruklarını isabet ettirebilmiştir.
Vitali Klitschko-Chris Byrd:Vitali'nin omuzundaki sakatlık yüzünden maçı yarıda bırakmak zorunda kaldığı bu karşılaşmada da Vitali 3 hakemin skor kartlarında da açık ara öndeydi.Vitali toplamda 502 yumruğunda %26 oranla 132 isabet bulmuştur.Raund başına ortalama 56 yumruk atmıştır.Byrd ise 284 yumruğunda %44 oranla 124 isabet bulmuştur.Raund başına ortalama 32 yumruk atmıştır.
Vitali Klitschko-Lennox Lewis: Bu efsane maçın istatistikleri sanırım hepimizin en çok merak ettiği istatistiklerdir diye düşünüyorum.Toplam 6 raund süren müsabakada Vitali toplamda 430 yumruğunda %36 oranla 155 isabet bulmuştur.Lewis ise toplamda 221 yumrukda %46 oranla 102 isabet bulmuştur.Vitali'nin toplamda atmış olduğu 430 yumruk,Lewis'in kariyerinde karşılaştığı rakiplerinin içinde en fazla yumruk çıkaran boksör yapmıştır Vitali'yi.Yani ortalama raund başına 72 yumruk atmıştır Vitali ve bu rakam açık ara Lewis'e karşı ortaya konan en önemli rakamdır.Lewis ise raund başına ortalama 37 yumruk atmıştır.6 raund sonunda 3 hakemin de skor kartlarında 58-56 önde olan Vitali gözünün üstündeki açılma sonucunda doktor tavsiyesi üzerine bu etkileyici istatistiklerine rağmen yenik sayılmıştır.Vitali'nin gözündeki yaraya daha sonra tam 60 dikiş atılmıştır.Her ne kadar Vitali severler içine sindiremese de bu mağlubiyeti doktorun o anda verdiği karşılaşmanın durdurulması kararı son derece yerindeydi.Devam etse büyük ihtimalle sayıyla Vitali belki kazanacaktı ama her şeyden önce bu bir spordur ve sporcu sağlığı da hepsinden daha önce gelir.Hele hele boks gibi centilmenler sporu olan bir sanat tadındaki bir sporda daha da önde gelir sağlık.
Zaman zaman bazı eski maçların CompuBox istatistikleri ve analizlerini yine buradan değerlendireceğim.Dediğim gibi istatistik çok şey demek ama her şey demek değil bunu da unutmayalım...

6 Ekim 2009 Salı

Takım Ruhu


Lance Armstrong yaptığı açıklamalarında teke tek kaldığında Alberto Contador’u yenmenin ne kadar zor olduğunu kabul ediyor , aynı zamanda Lance bunu gerçekleştirebilmek için iyi bir takıma sahip olmanın gerekliliğinin de çok farkında.Gelecek yıl Team RadioShack’de Andreas Klöden’in ve Levi Leipheimer’ın yer alacak olması da bu düşüncesinin bir işareti.
Fransız dergisi Velo’ya verdiği röportajda Lance Armstrong şunları söyledi; ″Tek başıma mücadele ederek Alberto’yu geçmem çok zor.Bunu başarmak için takımda lider sayısı çok olmalı. Levi (Leipheimer), (Andreas) Klöden, (Haimar) Zubeldia ve benim takıma birlikte liderlik etmemiz lazım.″
Armstrong’un saydığı bu isimler bu yıl Astana takımından takım arkadaşlarıydı.Önümüzdeki yıl başka bir takımla (Team RadioShack) yine birlikte aynı takım içinde pedal çevirecekler.

Lance Armstrong’la Alberto Contador’un aynı takım içinde rakip gibi görülmelerine neden olan Tour de France’ın 3. etabını hatırlayalım: Bitime 32 km kala ana gurubun önünde atak yapan Team Columbia-HTC’nin çektiği 27 kişilik vagonun içinde Contador yer almazken Armstrong oradaydı ve tahmin edin yanında kim vardı? Tabii ki Lance’in sadık takım arkadaşları Yaroslav Popovych ve Haimar Zubeldia. Lance’in direktifleriyle bu ikili kaçan gruba sürekli tempo vererek ana grupla mesafenin açılmasına yardımcı oldular.Yarış sonuçlandığında Contador 41 saniye Armstrong’un gerisine düşmüş, Armstrong Genel Klasman’da Contador’un önüne geçmişti.
Bu olayla ilgili Armstong şunları söyledi; ″Yarışma’yı hissedenler yarışabilirler.Büyük Tur’da yarışmak böyle olur.O akşam Alberto kızgındı.Benim yaptığım şeye değil kendi yaptığına kızmıştı.″
Lance Armstong’un kadim dostu ve tüm zamanlar takım arkadaşı Levi Leipheimer ise yeni takımlarıyla ilgili şunları söylüyor; ″Bu oluşum büyük bir olay, büyük bir resim gibi. Çok güçlü bir takım olacağımızdan kimse kuşku duymasın. Herkes odaklanmış durumda.Benim en büyük hayranlarım takım arkadaşlarım.Bana değer veriyorlar çünkü ne kadar sıkı çalıştığımı görüyorlar.Bu çok güzel bir sinerji ; enerjinizi bitirirsiniz ve sonra tekrar elde edersiniz.″

Ne Armstrong’un 38 ne de Leipheimer’ın 36 yaşında olmaları sportif başarıları için bir engel değil. Çalışmalarını sürdüren Leipheimer en azından önümüzdeki 2 yıl içinde bir Büyük Tur’da zafer kazanmanın planlarını yapıyor. ″ Jübilemi yapmamı gerektirecek bir neden yok.Hala yarışacak yeterince vaktim ve motivasyonum var.Lance’le birlikte yarışmak daha çok mücadale etmemi sağlıyor, beni daha iyi ve daha güçlü yapıyor.Dünyanın en iyi takımındayım.Yarışlar kazanmayı ve takım arkadaşlarıma yarışlar kazandırmayı istiyorum, bu kadar erken bırakmaya niyetim yok.″
Yine hatırlayalım Armstrong köprücük kemiğini kırdıktan sonra katıldığı İtalya Turu’nda hedefinin turu kazanmak değil takım arkadaşı Levi Leipheimer’ın kazanmasına yardımcı olmak olarak açıklamıştı.
Yazan:Ahmet Altuntaş

3 Ekim 2009 Cumartesi

Başka Olur Ağaların Düğünü ''Vitali Klitschko VS Lennox Lewis''




(Önce yazıyı okuyup daha sonra görüntüleri izlemenizi tavsiye ederim.Karşılaşmanın büyüklüğünü yansıtan bir müzik eşliğinde karşılaşmanın en önemli anları son derece güzel bir şekilde derlenmiş)


Boks tarihinde bundan 50 yıl da geçse hep konuşulacak üzerinde hep tartışılacak bir maç 2003’ün 21 Haziran gecesi Los Angles Staples Center’da yapılmıştı.Boksun 2 efsanesini karşı karşıya getirmesiyle meşhur bu maç üzerinde aradan 6 yıl geçmesine rağmen halen konuşulmakta ve halen boksseverler bir rövanş olur belki umuduyla beklemekteler.Neydi Vitali Klitschko-Lennox Lewis maçını diğerlerinden ayıran şey.Saysam en az 10 tane fark sayabilirim ama bence en büyük farkı biri 90’ların ve 2000’li yılların başındaki en büyük efsane Lennox Lewis ile yine 90’ların sonuyla ismini duyuran ve tartışmasız 2000’li yılların en büyük efsanesi olan Vital Klitschko’nun çarpışıp kapışmasıdır.Böyle durumlara spor tarihinde pek rastlayamazsınız.Yani 2 büyük efsanenin hemde en formda zamanlarında karşı karşıya geldiklerini görmek pek mümkün değildir.Pele bitti Maradona başladı,Magic Johnson bitti Michael Jordan başladı,Pete Sampras bitti Roger Federer başladı vsvs…Farkı yaratan en formda dönemlerinde Lewis ve Vitali’nin karşı karşıya gelmeleridir.Bu maçda yaşananlar,devam etseydi neler olabileceği hatta günümüzde yapılacak olası bir rövanşın neler getirebileceğine dair tüm değerlendirmeleri yapacağım.


Senelerden 2003’dü ve Lennox Lewis’in Tyson zaferinin üstünden neredeyse 1 yıl geçmiş.Herkes Lewis’in rakipsiz olduğunu ve karşılaşması gereken birkaç boksörün haricinde artık kimsenin önünde kalmadığından bahsediyordu.Aslında o dönemde ağır sıkletde John Ruiz’i yenerek Ağır sıklet de de şampiyon olan Roy Jones Junior ile Lewis maçı ayarlanmaya çalışılıyordu.Fakat bu maçı yapmaya yanaşmadı Lennox.Kendince sebebi de Roy Jones’ın kendisini ağırsıklette biraz daha ispat etmesi gerektiğiydi vedaha sonra Roy Jones ile karşılaşabileceğini söylemişti.Aslında o sıralar bir Tyson rövanşı da gündemdeydi ama kesinlikle bence de gereksiz ve anlamsız bir rövanş olacağı için olsa gerek bu maçın gerçekleşmesi için çok da ısrarcı olunmadı.Ezici bir üstünlükle hem de şampiyonluk kemerlerine sahip olan boksörün kazandığı bir maçın neden rövanşı olsun ki?Belki söz konusu Tyson olduğu içindir ama Tyson’ın para için bu rövanşı da yapmak istediği biliniyordu.Düşününsene Tyson Lewis’e yenildiği maçdan sonra bir röportajında aynen şöyle diyordu’’Boksu bırakamam,nasıl bırakayım ki yenildiğim bir maçdan sonra Lewis maçından sonra 40 milyon dolar para kazandım,hem kaybedip hem de bu kadar para kazanabileceğim başka bir yer yok’’.Evet zaten boksü severek yapma isteğini kaybeden Tyson’ı bitiren de bu olmuştu.Roy Jones ve Tyson alternatifleri devre dışı kalınca Ağırsıklet sıralamasında birinci sırada olan Kirk Johnson ile Lennox Lewis maçı ayarlandı.Her şey hazırdı iki boksör de kamplarını tamamlamak üzerelerdi ki Kirk Johnson’ın sakatlandığı açıklandı ve karşılaşmaya çıkamayacağı bildirirldi.Şov devam etmeliydi ve Lewis’e bir rakip bulunmalıydı.Johnson’ın sakatlık haberini alır almaz Lennox’un menejeri hemen Vitali’yi telefonla aradı ve Lewis ile karşılaşmak isteyip istemediğini sordu.Vitali’nin hayatının teklifiydi bu nasıl reddedebilirdi.Hemen kabul etti.Karşılaşmanın gerçekleşmesine 15 gün kalmıştı.Bir boks maçına hazırlanmak için hele hele bir şampiyonluk maçına hazırlanmak için çok ama çok kısa bir zamandı bu 15 gün.Farklı bir rakip için bile olsa Lennox en az 2 aydır kamptaydı ve her açıdan bir boks maçına daha hazırdı.Vitali ise aniden önüne gelen bu maç için sadece ve sadece 15 gün hazırlanabilecekti.Fakat bahane bulmadı maçı daha öte bir tarihe ertelemek falan da istemedi.Madem ki şampiyon olacağım her şartta her yerde her zaman döğüşebilmeliyim diyordu Vitali herkese.Bu sıralarda Lennox’un Vitali’yi küçümseyici ve kırıcı eleştirileri yayınlanıyordu televizyonlarda.Lennox durmadan Vitali’nin şampiyon bir karaktere sahip olmadığından ve Byrd maçını 3 raund daha dayanıp tamamlayamamasından dolayı acıya dayanamadığından ve kendi sertliğinde bir boksör olmadığından dem vuruyordu.Vitali ile bu kadar uğraşmasının sebebi belki kendi içinde Vitali’den çekinmesiydi.Lennox gibi büyük boksörler kimin kendisini zorlayabileceğini ve kendisine rakip olabileceğini daha ilk bakışta kokusundan bile anlayabilecek kapasitede boksörlerdir.Hatta o zamanlar Lennox ağzına bir sözü dolamıştı ve diyordu ki’’Bu Vitali benim kahvaltım,kardeşi de akşam yemeğim olacak’’..Bu tip sözler aile şerefine son derece önem veren büyük kardeş Vitali’nin de kulağına gidiyordu tabi ki ve Lennox maçına daha da büyük bir konsantrasyonla hazırlanıyordu.2003’ün Mart ayında küçük kardeş Wladimir herkesi şok eden çok kötü bir Corrie Sanders mağlubiyeti almıştı zaten ve artık Klitschko’ların bir mağlubiyete daha tahammülleri yoktu.Aslında belki de Wladimir o gün Sanders’a yenilmeseydi Lennox’un karşısında Vitali değil de Wladimir olacaktı.
İşte böyle bir geçmişle maç günü geldi çattı.O gün Staples Center’ı dolduran binlerce kişi nereden bilebilirlerdi ki boks tarihinin en büyük maçına tanıklık edeceklerini.Belki böyle bir maça tanıklık edeceklerini bilmiyorlardı ama o kişiler boksseverler adına dünyanın en şanslı izleyicileriydi.Tarihe canlı tanıklık etmek bu olsa gerek..15 günlük hazırlık kampında hazırlıklarını mümkün olduğunca eksiksiz tamamlayan Vitali maça hazırdı.Lennox’un handikapı ise Kirk Johnson gibi kısa bir boksörle döğüşmeye hazırlanırken birden kendisinden uzun ve tam anlamıyla zıt bir boksörle karşılaşmak zorunda kalmasıydı.Fiziksel yapıları olsun,karakterleri olsun,maç içindeki taktikleri olsun Vitali ve Kirk Johnson tamamiyle birbirine zıt iki boksördü.


Vitali soyunma odasından ringe doğru yürürken suratındaki o kararlı ifadeyi hiç unutamıyorum.Kendine güveni en üst noktada ve yapacağı maçın kariyerinin belki de hayatının en büyük maçı olacağının tamamiyle bilincindeydi ringe gelirken.Özellikle Ukrayna’lı boksseverlerin alkışları eşliğinde ringe giriş yaptı Vitali Klitschko…Aslında hemen arkasından Lewis’in ringe gelmesi beklenirken Lennox çok geç bir zamanda ringe doğru hareketlendi.Tüm herkes bu bekletmenin psikolojik bir oyun olduğunu düşünüyordu.Hatta Larry Merchant da canlı yayında diyordu ki’’Madem ki Vitali de şampiyon karakter görmüyorsun ve kolaylıkla yeneceğini düşünüyorsun o zaman ne gerek var böyle psikolojik oyunlara,çıkarsın ve yenersin’’.Büyük Tyson zaferinin üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçmişti ve sonunda Lewis de ringe çıkmıştı.Hbo’nun internet sitesinden yaptığı maçı kim kazanır anketinde %57 Lennox ve %43 Vitali sonucu çıkmıştı.Aslında bu rakamlar bile maçın çok çetin geçeceğinin ilk sinyallerini veriyordu.Sonunda büyük karşılaşma başlamıştı.İlk raundda Vitali çok agresif başlamış ve sürekli Lewis’i baskı altına alan sol direkler ve zaman zaman hedefi bulan sağ kroşeler çıkarıyordu.Lewis ise ne ile karşılaştığının farkına ve endişesine varmış olmaktan olsa gerek son derece şaşkın ve çekingen bir ilk raund geçiriyordu.Son derece sönük geçen bir ilk raund ,devamında belki de Lewis’in kariyerinin en kötü ve en çok ezildiği aynı zamanda bir rakibi tarafından domine edildiği 2.raundun da habercisiydi.İkinci raund başladığında aynı ilk raundda olduğu gibi Vitali daha agresif olan taraftı ve sürekli yumruklar isabet ettiriyordu.İkinci raundun bitimine 1.51 saniye kala Vitali o kadar sağlam bir sağ çıkardı ki Lewis’in tam çenesine isabet eden bu yumruk eğer Vitali kendisini geri çekebilse ve Lewis’in kendisine sarılmasını engelleyebilse Lewis’i yere düşürecek ve belki de karşılaşmayı daha ikinci raundda nakavt ile kazanacaktı.Ama Lennox Vitali’ye sarıldı ve raundun bitmesi için sürekli kaçtı ama kaçarken ve arada yumruklar çıkarmak isterken sürekli kafasına darbeler alıyordu.Hayatının en zor raundunu çok zor da olsa tamamlamayı başarmıştı Lewis.Raund içinde bazen rakibinin attığı yumruklardan sonra ufak ufak gülümsemelerinden de eser yoktu artık.İş çok ama çok ciddiydi,bunu hem kendisi farketmişti hem de antrenörü Emanuel Steward.Üçüncü raund başlamadan köşede Emanuel Steward aynen şöyle diyordu Lennox’a ‘’Hey bu adam seni yeniyor,kaybediyorsun duyuyormusun beni,her ne yapacaksan bu 3.raundda yapacaksın,hem de hemen yapacaksın raundun başında anladın mı beni hemen başlar başlamaz’’Tıpkı antrenörü Steward’ın da dediği gibi 3.raund başlar başlamaz Lennox öyle 2 tane sollu ve sağlı iki yumruk çıkardı ki en son çıkardığı sağı Vitali’nin tam gözüyle kaşının altına isabet etti ve kanamaya başladı.Kanamaya başladığını gören Lewis hemen arka arkaya kısa ama yarayı derinleştirici yumruklarla Vitali’nin sol gözüne çalıştı.Eldivenin iç tarafı Vitali’nin gözünün hemen üstünde çok ciddi bir yara açmıştı.Aslında 3.raundun başında Vitali çok daha temkinli olmalı ve Lewis’den böyle bir atak geleceğini tahmin etmeliydi diye düşünüyorum.Lewis bu raundda biraz kendine gelmiş ve ilk iki raundda vuramadığı yumrukları vurmaya başlamıştı.Ama kesinlikle Vitali altda kalmıyordu ve en kötü raundu olan 3.raundda bile Lewis’in bu ataklarına atakla karşılık vermekten geri kalmıyordu.Maçı yorumlayan efsanelerden George Foreman Şöyle bağırıyordu ‘’That cut is bad,that cut is bad’’.Yani ‘’Bu yara çok kötü,bu yara çok kötü’’diyordu Foreman.Sanırım o büyük tecrübesiyle o yaranın bu büyük maçın kaderini çizecek şey olduğunu bu sözleriyle adeta haykırıyordu.Köşede Vitali’nin gözüne müdehalaleler yapılıyordu.Ama yara çok derin ve çok tehlikeli bir yerdeydi.Buna rağmen 4 ve 5. raundlarda Vitali yine kendine gelmiş ve Lewis’e arka arkaya kombineler vurarak sarsmaya yine başlamıştı.Hatta bir ara Lennox aldığı yumruklardan iplere kadar gerilemiş ama yine de yere düşmemişti.Gerek raund aralarında otururken olsun gerek karşılaşma içinde Lennox’un çok yorulduğunu gözlemleyebiliyorduk.Aynı şey elbette Vitali için de geçerliydi ama Lennox’a oranla biraz daha diri olduğunu söylemeliyim. Aslında 6. raunda geldiğimizde ne Lennox’un o ilk 2 raunddaki ezilen hali vardı ne de Vitali’nin 3.raunddaki biraz şaşırmış hali vardı.Yavaş yavaş maç dengelenmeye başlamıştı.Tadından yenmez bir hal almaya başlamıştı.6.raundda artık iki boksörün de son derece yoruldukları anlaşılıyordu.Ama ne olursa olsun mücadeleden geri adım da atmak istemiyorlardı.Tam bir devlerin savaşıydı ve herkes ayakta izliyordu müsabakayı.Karşılıklı yumruklar gelirken Vitali yine arka arkaya Lennox’a isabet ettirirken yumruklarını o meşhur halen bugün bile konuşulan o Lewis’in meşhur aparkatı geldi.Öyle bir aparkattı ki o Vitali’nin kafası Staples Center’ın en tepesini gördü ve geri aşşağı indi resmen.Tam çeneye hem de en favori ve imzası olan aparkatını Vitali’ye vurmasına rağmen Vitali’nin hiçbir şey olmamış gibi maça devam etmesi hatta hemen arkasından atağa geçmesi boks tarihine altın harflerle geçmiştir.Aslında Lewis’in o aparkatı ne kadar komple bir boksör olduğunu gösteriyordu.Maçdan sonra tüm boks otoriteleri o aparkatın normal bir ağır sıklet boksörünü çok rahatlıkla nakavt edeceği konusunda fikirbirliğine varmışlardı.Ama Vitali normal bir ağırsıklet boksörü değildi.O zamanlar repartuarında aparkat yumruğuna sahip olmayan Vitali sonraları aparkatı da repartuarına eklemişti.Kimbilir belki de Lewis’den aldığı o aparkat kimseye belli etmese de canını çok yakmış olacak ki sonraları hep bunun üzerinde çalışmıştı.Ağaların büyük mücadelesinde 6.raundun sonuna gelmiştik ve her iki ağanın da ayakda duracak halleri kalmamıştı.7.raundu hiç kimse göremedi çünkü doktorun tavsiyesi üzerine hakem Lou Moret ağaların düğününe son noktayı koymuştu.Evet Vitali’nin gözünün üstündeki yaradan dolayı maça devam etmesinin sağlığı açısından tehlikeli olduğuna karar verilmiş ve Vitali yenik sayılmıştı.Tam o anda Klitschko’nun karşılaşmanın durdurulduğunu farkettiğinde’’nooo,nooo,noooo’’ diye haykırışları halen kulaklarımda çınlıyor.Avcunun içine kadar gelmiş olan şampiyonluk fırsatını bu şekilde kaybetmiş olmanın verdiği hayal kırıklığı ve kızgınlıkla bağırıyordu Vitali Klitschko..Hemen Lewis tarafına hareketlendi ve hadı devam edelim diye bağırdı.Ama Lewis oralı olmuyordu ve George Foreman’ın da dediği gibi’’Lucky Escape’’ yani ‘’Şanslı kaçış’’ yaptığının farkındaydı ve halinden çok memnundu.Vitali baktı ki karşılaşmanın devam etmesi artık mümkün değil hemen orada Lewis’den rövanş için söz aldı.Ama yine de içi içine sığmıyordu Vitali’nin seyirciler de Vitali’yi deli gibi alkışlamaya başlamıştı.İplere çıkarak yaptığı hareketlerle ben burdayım döğüşeceğim ama kaçıyor bu Lennox diyordu Vitali..Maç sonrası açıklanan hakemlerin o ana kadarki yani 6.raundun sonuna kadar olan 3 hakemin de skor kartlarında Vitali’nin 58-56 önde olduğu açıklanıyordu.Yani 3 hakem de 6 raundun 4 ünü Vitali’ye 2 sini Lennox’a vermişti.Bu ortaya çıkınca zaten doğal rövanşı olması gereken karşılaşmanın artık kaçınılmaz olduğu daha orada sıcağı sıcağına konuşulmaya başlanmıştı.Lewis maç sonrası röportajında son derece sinirliydi ve kontrolünü de kaybederek Larry Merchant’ın elinden mikrofonu bile almaya çalışarak konuşuyordu.Rahatlığıyla ve maç sonrası sakin olarak verdiği röportajlarla bilinen Lennox’un bu kadar sinirli ve agresif olması sanırım hem Vitali’nin hakemler tarafından önde görülmesinden,hem ringde neler yapabileceğini kendisine hissettirmesinden hem de seyircilerin hemen hepsinin Vitali’yi destekleyerek çılgınlar gibi bağırmasından olsa gerekti.
Hemen herkes büyük rövanşı bekliyordu.Lewis ilk başlarda rövanş yapmayı da kabul etmişti.Hatta kapalı kapılar ardında anlaşmalar bile yapılmıştı.Sadece Vitali’nin gözündeki yaranın iyileşmesi bekleniyordu.Vitali artık iyileştiğini açıklayıp rövanş tarihi istediğinde Lennox resmen kaçak döğüşerek Vitali’nin gözünün tam iyileşmediğini ve o gözle Vitali ile ringe çıkmayacağını ve bunun sorumluluğunu alamayacağını söyledi.Oysa doktor raporlarıyla da sabitlenenmişti Vitali’nin gözü tam anlamıyla iyileşmişti.Lennox ise bu sudan sebep yüzünden bu rövanşı şimdilik erteliyordu.Vitali ise Kirk Johnson ile ringe çıkmaya karar verdi ve o maçda adeta Johnson’ı yerle bir ederek tüm dünyaya adeta kaçma Lennox bu maçın rövanşı olmalı diyordu.Hatta o maçdan sonra canlı yayında verdiği röportajda ekranlara bakarak ‘’Hey Lennox ben burdayım sen nerdesin.Biliyorum ki bu maçı izledin ve artık kaçma ve çık karşıma’’ diyordu.Herkesin saygısını da kazanmaya başlamıtı Vitali.Ama aynı zamanda Lennox da Vitali’yi Kirk Johnson karşısında izleyince önündeki tehlikenin ne kadar büyük olduğunu iyice anlamıştı.
Geçenlerde Vitali’nin de açıkladığı gibi Lennox ve Vitali Londra’da Johnson maçından sonra 1 saate yakın görüşmüşler ve rövanş için anlaşmışlardı.Fakat Lennox birden boksü bıraktığını açıklayıverdi.Kanıtlayacak ve başaracak bir şeyi olmadığından bahsediyordu basın toplantısında.Ama tüm dünya gibi o da biliyordu ki başarması gereken aşması gereken bir engel vardı o da Vitali Klitschko idi.Fakat Lennox bence kendi kariyeri açısından büyük bir risk olan Vitali rövanşına çıkmadan boksu bıraktı. Tabi ki arkasında bir çok soru işaretlerini de bırakarak bokse elveda dedi.O yarıda kalan maç devam etseydi veya rövanş olsaydı ne olurdu pek bilinmez ama bir gerçek var ki o da Lennox’un Vitali’yi çok büyük bir tehlike olarak görüp boksu bırakmasıydı.Yanı kısacası Vitali Klitschko Lewis’in aklına girmişti.Rakibinin aklına girmek o kadar önemlidir ki hani derler ya soruyu anlamak çözmenin yarısıdır diye işte tıpkı öyledir rakibinin aklına girmek de onu yenmenin yarısıdır.Yine Vitali’nin açıklamalarından öğrendiğimiz kadarıyla Lewis’in rövanşa çıkmayarak boksü bırakmasını annesi istemiştir.Ne denir ana yüreği dayanamadı sanırım.
Aradan 6 yıl geçmesine rağmen halen Lennox Lewis-Vitali Klitschko rövanşının olmasını bekliyor tüm boksseverler.Hatta geçenlerde Vitali’nin Arreola zaferinden sonra Lewis’in eski antrenörü Emanuel Steward aynen şöyle demişti ‘’Vitali’nin tek bir amacı var o da Lennox ile rövanş yapmak ve onu yenmek.Şu anda yaptığı ve yapacağı hiçbir maç onu zerre kadar ilgilendirmiyor,biliyor ki herkesi yenecek onun tek amacı Lennox’u tekrar ringlere çekebilmek.’’Peki böyle bir rövanşın olma ihtimali var mı derseniz bence çok ama çok az hatta yok denebilecek kadar az.Vitali’nin şahane olan son form durumu ve Lennox’un en iyi döneminde bile altedemediği Vitali gerçeğini göz önünde bulundurunca sanırım Lennox’un dönmesi tam anlamıyla bir çılgınlık olur.Kısacası şu anda böyle bir rövanşda kesinlikle hiç ama hiçbir şansı olmaz Lennox’un.Birbirlerine reach mesafesi olarak üstünlükleri olmayan,savunmanın ve aynı zamanda hücumun da ustası,tecrübenin artık limitindeki en ince kurtlukları bilen 2 büyük efsane olan boksün ağalarını her ne olursa olsun bir kez daha ringde birbirlerini kıyasıya hırpalarken görmek için neler vermezdim.Hbo spikeri Larry Merchant’ın 2003’deki maçdan sonra söylediği gibi ‘’Let’s do it again’’ ‘’Haydi bir kez daha’’..Evet ‘’We want rematch’’ ‘’Rövanş istiyoruz’’ VITALI KLITSCHKO-LENNOX LEWİS 2

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails