Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

26 Şubat 2010 Cuma

Taxi Driver




Bütün Hayvanlar gece sokağa çıkar.
Travis Bickler


Biraz geç kalmış bir izleme oldu benim için Taxi Driver adlı film. Martin Scorsese ustanın başyapıtlarından birini ve Robert De Niro’nun belki de oyunculuğunun en iyi performansını bu kadar geç izlediğim için kendime kızmadan edemedim.

Şehir yaşamı malumunuz; herkesin belli kalıplar içinde, ideallerine en yakın işte çalışıp en azından karnını doyurabilmek için mücadele ettiği bir yaşam biçimi. Eh çoğumuzun da istediği mesleği belli bir amaç doğrultusunda yapamadığı da aşikar. İnsan hayat içinde kime en çok benziyorsa, kimin tarafından kabul görmek istiyorsa o şekilde yaşamaya çalışıyor. Yalnızlığı söküp atmak nihai amaç haline geliyor.
Travis ( Robert De Niro) gece uykusuzlukları çeken bir insan ve bu uykusuzlardan yararlanmak için de geceleri taksi şoförlüğü yapmak için başvuruyor. Burada dikkat edilmesi gereken, filmin başındaki mülayim, insancıl mizacını Travis’in nasıl da filmin gelişim sürecinde insanlardan ölesiye nefret eden, şehir yaşamından ve yalnızlıktan tiksinmiş bir şekilde kaybettiği. Filmin başında sabıkası sorulan Travis; “ Vicdanım kadar temiz” diye cevap vermekten hiç de gocunmuyor. Tabi bu etkinin sağlanmasında Robert De Niro üzerine düşeni öyle iyi yapıyor ki perdede bir an dahi sırıtmıyor.

Her plan, görüntü yönetmenin yakaladığı her karakter ve karakterlerin üzerindeki her değişim ustalıkla yansıyor size. Tek sıkıntım müzik kullanımının bu kadar gereksiz olması. Olayların çözüme ulaştığında dahi bir gerilim havası yaratmaya çalışan keman, çello ve her daim kulaklarımı tırmalayan saksafon seslerinden pek hoşlandığımı söyleyemeyeceğim.

Geceler boyu “Bana dokunmayan Yılan bin yaşasın” felsefesiyle her müşteriyi alıp, onların hayatlarına hiçbir şekilde müdahale etmeden uzaktan o yalnız yaşamlarını izliyor Travis. Çoğu insanı çirkin ve sahte buluyor. Hayatına sokmayı denediği nadir insanları dahi belki de kendi yalnızlığından dolayı kaybediyor. Geceler ilerledikçe Travis’in en çok şikayet ettiği şey insanların hapsolduğu “Seçeneksizlik” duygusu. İstemediğiniz bir ortamda olmanızın tek sebebi nedir? Başka bir seçeneğinizin olmaması. Israrla önünüzde duran o TEK seçeneğin size kendini zorla sevdirmesi ve sizin de o seçeneği gerçekten istiyormuş gibi hissetmeniz, şartlanmanız ve kendinizi kandırmanız. Öyle ki takılan o at gözlüklerini çıkarmak isteyenleri bile hayatınızdan çıkarmaya teşebbüs edecek kadar ileri gidebiliyorsunuz.

Travis de aynı şekilde bir tür Seçeneksizlik içinde. Ama onun derdi ne için çabalaması gerektiğini bilmemesi. Kazandığı paraları zaten harcayacak bir yeri olmadığını bilerek bir hayat kadınına yine kendi haklı amaçları doğrultusunda verecek kadar ileri gidip, artık temiz olmayan vicdanını bir an olsun rahatlamaya çalışıyor. Ve her yalnızın eninde sonunda içine düşeceği depresyon hissine bilerek, isteyerek kaptırıyor kendini. Kendine bir takım saçma nedenler koyarak (başkan adayına suikast, toplumun gözünü açma gibi) hiç değilse elle tutulan bir amaç belirlemeye çalışıyor. Kendi ağzından şu sözleri duyuyoruz; sokaklarda o kadar çok pislik, hırsız, hapçı, pezevenk, fahişe, vs.vs. var ki bir gün bir yağmur yağacak ve o yağmur hepsini temizleyecek. Belki de Travis kendini bu yağmur olarak görüyor. Ve filmin sonuna kadar yağmurun fırtınaya dönüşünü, fırtına öncesi sessizliği ve yağmur sonrası dinginliği tek tek görüyoruz.

Film bu çıkışsızlık hissini finaline de o kadar güzel taşıyor ki, tüm o fırtınalardan, gürleyişlerden sonra her şeyin hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesi, bir an dönüp kendi hayatınıza bakmaya zorluyor sizi. Bu muhteşem Filmi izleyip bitirdikten sonra belki hayıflanacak, Travis’i haklı görecek, kendinize kızacaksınız. Ama birkaç saat içinde yapacağınız tek şey eski rutin hayatınıza geri dönüp, her zaman nasılsa o halde yaşamaya devam edeceksiniz.

Tatlı Rüyalar!

Alper KURT

4 yorum:

serkan dedi ki...

Güzel yazı olmuş...:))
yanlız bu film hakkında bazı söylentiler war..Bazi sahneler hayal ürünü diyorlar...Örneğin kız arkadaşını porno filme götürdüğü sahne weya başkan adayının korumasına adresini verip başvuru formu istediği sahne gibi...

Ama bu filmin unutulmaz sahnesi, aynanın karşısına gecip 'you talken to me' repligini söylediği sahnedir...

Film hakkında son bir notta filmin yönetmeni martin scorsese bi sahnede müşteri rolünü oynuyan adamı beğenmemiş.Yerine kendisi oynamıştır.kii kamera karşısına geçtiği ender sahnelerden birisidir ustanın.(pencerede karısını izleyen müşteriyi oynuyr)

Alper Kurt dedi ki...

Teşekkürler :)

Hımm, hayal ürünü demek. Nedense ben öyle bir izlenim edinmedim. Hatta filmin son sahnesinde yine Betsy'le bir şekilde karşılaşıp, aralarında imalı bakışlar bile atıyorlar birbirlerine. Bahsettiğin sahneler aslında Travisin karakter değişiminde mihenk taşları... Ha tabi eğer kendi hayal dünyasında yaşayıp, hem de kurduğu hayallerden bu derece etkinebilecek kadar hasta ruhlu bir insansa onu bilemeyeceğim.

Evet o sahne çok iyiydi... İşin güzel tarafı tamamen doğaçlama yapmış olması De Niro'nun. Öylesine bırakmışlar.

Filmin en zayıf oyuncusu da Scorses oluyor o sahnede :D Görür görmez kim bu ya, nerden bulmuşlar bu figüranı demiştim. Credits akarken Scorceses as Passenger Watching Silhouette yazınca hem şaşırmış hem de o karakterin neden bu denli kötü oynadığını anlamıştım :)

Adsız dedi ki...

bu cok eski bir film değil mi ben mi yanılıyorum

Alper Kurt dedi ki...

Evet çok eski, 1976 :):)

Ben yeni izleyebildim yalnız ... :)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails