Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

23 Temmuz 2010 Cuma

SENİ O KADAR ÇOK SEVDİM Kİ



GERÇEĞİN SAYISIZ GÖLGELERİ VARDIR

Katil ve katilin öldürme sebebi toplum tarafından çoğunlukla göz ardı edilir. Önemli olan sonuçtur; ölüm var mı, var, o halde altında yatan sebep ne olursa olsun, duygudaşlık kurma hissini bile insanda uyandırmadan yapılan eylem kötüdür ve sizin başınıza gelme olasılığı olsa dahi lanetlenmekten başka bir seçeneği yoktur.

Fransız sinemasının 2008 yılında çıkardığı enfes filmlerden birini izledim dün. Uzun zamandır izlemeyi ertelediğim bir filmdi. Daha önce senaryo yazarlığı yapan Philippe Claudel’in ilk filmi “Seni o kadar çok sevdim ki”. Bir ilk filmin bu kadar başarılı olması da yönetmenin sonraki işlerini takip etmemiz için bir ipucu tabi ki.

Filmimiz yüzünden mutsuzluğun tüm hatları okunan bir kadının, Juliette’in (Kristin Scott Thomas) kız kardeşi Lea’yı (Elsa Zylberstein) havaalanında karşılamasıyla başlıyor. Daha ilk sahneden aralarındaki soğukluğu, yüzlerindeki tedirginliği hissederek anlıyorsunuz ortada konuşulması gereken ama bir şekilde ruhun derinliklerine atılan bir şeyler olduğunu. Kız kardeş tedirginlikle sıradan sorular soruyor. Aynı soğuklukla Juliette yüzündeki tüm o mutsuzlukla cevap veriyor. Merak duygumuzu bu kadar erken tetikleyen yönetmeni tebrik etmek gerekiyor, çünkü film son sahnesine dek o merak duygusu hiçbir şekilde azalmıyor. Genelde durgun sahnelerle çekilen filmlerde soracağınız sorular tek tüktür. Ama bu filmde her sahnede bulmacanın parçaları yavaş yavaş açıldığından, sahneler ne kadar durgun olsa da içinizdeki merakla birlikte karakterlerin her türlü çatışmasını da sanki o çatışmalar sizinmiş gibi hissediyorsunuz.

Film açıldıkça Juliette’in aslında hapishaneden şartlı salıverildiğini öğreniyoruz ve yeni bir soru daha çıkıyor karşımıza. Ne suç işledi de bu kadın hapishaneye düştü? Yönetmenimiz Philippe Claudel bu konuyu olabildiğince gizli tutmaya çalışıyor, tıpkı Juliette’in içine gömdüğü gibi. Onun yerine topluma yöneliyoruz. Neden düştüğü çok mu önemli? Sonuç olarak şu anda dışarıda değil mi? Aramızda, gerçek bir birey olarak atlattığı tüm sarsıntıları yaşamasının bir gereği yok. Bir suç işlemiş ve cezasını çekmiş. Zaten yargı önünde yargılanmış bir bireyi, toplum olarak kendi bakış açılarımız doğrultusunda bir de bizim yargılamaya hakkımız var mı? Bu soruları sorarak öyle bir odaklanıyoruz ki Juliette’e artık öldürme sebebini göz ardı etmeye, toplum içinde yerimizi bulmaya çalışıyoruz. Juliette en temel ihtiyaçlarından dahi yoksun kaldığı hapishanedeki günlerini unutmaya çalışıyor. Juliette aşkı arıyor, Juliette ailesi tarafından uzun yıllar önce dışlanmışlığının acısını çıkarmaya çalışıyor, Juliette kâbus gibi geçen on beş seneyi silip, filmin içine küçük parçalar halinde dağılmış çocukluğuna geri dönmek istiyor. Filmin başlangıçtaki karamsar havası, Juliette toplum içinde yavaş yavaş zaman geçirdikçe dağılıp yerini biraz olsun umuda bırakıyor.

Bir sahnede edebiyat profesörü olan Juliette’in kardeşi Lea, öğrencileriyle Dostoyevski’nin unutulmaz eseri Suç ve Ceza’nın başkahramanı Raskolnikov’u tartışıyor. Öğrencilerine bir suçun, bir eylemin tüm insanlığa genellenemeyeceğini ve Raskolnikov’un tefecisini öldürerek tüm borçlulara yardım etme savunma mekanizmasının haklı çıkarılmayacağını söylüyor ve ekliyor; Romandaki anlatım kişisel değildir aynı zaman da eksiktir de, sanki yazar naif ve dümdüz bir dünya görüşünü reddediyor gibidir. Çünkü o da biliyordur ki yapılan eylemler herkes tarafından farklı farklı yorumlanır ve gerçeğin sayısız gölgeleri vardır. Bunun üzerine öğrenci itiraz eder ve her ne kadar suç, tek bir karakter üzerinden anlatılsa da yazarın nihai amacı tek bir suçlu üzerinden bütün suçluların ruh halini çizmek olduğunu söyler ve toplumun genel olarak yaptığı hatayı yapar. GENELLEME. Tropa De Elite yazımda aynı genellemeye benim de vardığım ve bir arkadaşımın ısrarlı tepkilerine rağmen bu filmi izleyene dek anlayamadığım bir genelleme bu.

Filmle ilgili tek sıkıntım sonunun beklediğiniz şekilde bağlanamaması. Tüm bu merak duygusunu bozmamak için önemli noktaların birçoğuna değinmediğim için sonunu burada yorumlamak istemiyorum ama beklediğim şekilde bitmemiş olması. Karakterin üzerine yüklediği anlamsız bir suçla, on beş yılını bir şekilde heba etmesi bu derece gizem duygusuyla işlenmiş bir film için fazlasıyla havada kalıyor ne yazık ki. Ama genel olarak gerçek bir insanı farklı bir açıdan dramatik bir şekilde merak duygularınız had safhada izlemek istiyorsanız, kaçırılmaması gereken bir film.

İyi Seyirler

Alper KURT

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails