Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

21 Mart 2010 Pazar

PARLAK YILDIZ

Bir göle atlamanın amacı hemen kıyıya yüzmek midir sence? Gölün içinde olmaktır, suyun verdiği hissin zevkine varmaktır.

John Keats


Sinema sektöründe bariz bir erkek egemen yönetmen topluluğu olduğunun hepimiz farkındayız. Eh doğal olarak taşıdıkları karakter bakımından erkek egemen bakış açıları da filmin ruhuna yansıyor. Parlak Yıldız, feminist yaklaşımları olan Jane Campion’un elinden çıkmış, şiirin ve aşkın duru güzelliğini, her zaman gösterildiği ama hiç anlatılmadığı kadar güzel anlatan bir film.

Bu güne dek aşkı anlatan, anlatmaya çalışan çok aşk filmi izledim. Özellikle modern zamanlardaki aşkı anlatmaya çalışan filmler kaçınılmaz bir şekilde aşkın güzelliğini, saflığını anlatmaya çalışsalar da kirlenmişliğinde, araçsal olmasından bir türlü uzaklaşamadılar. Parlak Yıldız’da ise bu his olabildiğince saf ve şairane anlatılıyor ki...

Filmin konusu genç yaşında vereme yenik düşmüş John Keats’in Frances Fanny Brawn’la olan ilişkisini, Keats’in şiirleri doğrultusunda ilk dokunuşlarından son yemeklerine kadar bir edebiyat eseriymişçesine anlatıyor. Hatta gibisi fazla olur. Filmin anlatım dili o kadar şairane ki Keats’in ağzından dökülen her mısrayla birlikte süslü sözlerle karıştırılmaması gereken aşkın saflığı ve naifliği kadar güzel betimlemelerle sanki bir şiir kitabını yaşıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.
Filmin başlangıç dakikalarından Fanny ve Keats’in birbirlerine yakınlaşmalarını, kendileri hakkında en ufak bir detayı dahi kaçırmamalarını gelişen aşklarıyla birlikte filmin sonuna kadar izliyoruz. Bu bildiğimiz tarzda bir aşk değil. Haberleşmenin mektuplarla yapıldığı, en ufak bir kelimenin dahi gururu zedeleyip aşk duygularını geliştirebileceği bir ilişki. Fanny’nin Keats’ten şiir anlamayı öğrenmek istemesiyle erkek egemen dünyaya ağır ama sağlam adımlarla girmesi, filmin şiirselliğinin başlangıcını oluşturuyor diyebiliriz. Bazen sahte yaklaşmalar olabiliyor aşkın bu güzel oyununda. Fanny şiire karşı hiçbir ilgi duymamasına rağmen, sırf Keats’e yaklaşmak için pek de anlamadığı, hatta eleştirmenlerin kötü bulup, kendinin beğendiği şiiri artık adam akıllı anlamak amacıyla Keats’ten ders almaya çalışıyor.

Keats şöyle açıklıyor şiiri; “Bir şiirin duyularla anlaşılması gerekir. Bir göle atlamanın amacı hemen kıyıya yüzmek midir sence? Gölün içinde olmaktır, suyun verdiği hissin zevkine varmaktır. Gölü anlamaya çalışır mısın? Hayır. Bu düşüncenin ötesinde bir deneyimdir. Şiir gizemi kabul edebileceği şekilde, ruhu dinginleştirir ve cesaretlendirir.” Belki de hayatımız boyunca zevk aldığımız her şeyi yapmamız gerektiği gibi. Sona ulaşmak, nihayete erdirmek için değil, o hissin tadına varmak için.

Bundan sonra filmde aşka dair göreceğiniz her imge anlamaktan çok hissetmeye dayanıyor. Bakışları, dokunuşları, el hareketlerini, mimikleri, sözleri, mektupları… ama her şeyi hissetmek, ruhun içinde yaşamaktan geçiyor. Aşk bir araç ya da amaç olmaktan çıkıyor… onu sadece hissetmek verdiği dinginliği yaşamak kalıyor bize. “Dokunmanın hafızası vardır.” diyor Keats. Keats Fanny’le hislerinin en doruk noktasında olup yalnız kaldıklarında dahi ufak buselerden daha ötesini kondurmuyor bile. Her şey olanca saflığıyla, hiç yaşanılmamışın daha güzel oluşuyla sürüp gidiyor. Sevgiliye bir kez dokunduğunuzda, teniniz tenine, dudaklarınız dudağına, hisleriniz hislerine bir kez değdi mi mesafeler ne olursa olsun o hisleri her daim hatırlıyor, asla unutmuyorsunuz. “Yazdığın mektubun her noktasını öp; öp ki dudaklarım dudaklarının değdiği yerleri hissetsin” Gerçek aşkın kusursuzluğundan bir bukle daha size.

Bu güzel film bildiğiniz aşk hikayelerinden çok farklı bir şey anlatmıyor. Ama bu anlatımı Jane Campion o kadar sıcak, o kadar şiirsel ve samimi anlatıyor ki bu anlatım tarzı muhteşem görüntülerle birleştiğinde ortaya son yılların en iyi aşk filmi çıkıyor. Şiirler eşliğinde sevgilinizle izleyebileceğiniz, eğer yalnızsanız izledikten sonra gerçek aşkı aramaya koyulacağınız bir film. Aşağıda da ne yazık ki çevirisini bulamadığım için kendim çevirmek zorunda olduğum Bright Star şiirinin kendisi var.

İyi Seyirler&İyi okumalar

PARLAK YILDIZ

Parlak yıldız, Olsaydım ya senin kadar değişmez—
Gecenin koynunda sadece tüm parlaklığınla asılmak değil
Ve izlemek, sonsuz göz kapakları açık,
Doğanın sabırlı, uyumayan Eremite’i gibi,
İlahi görevleriyle akıp giden suların
Saf yıkanması insanoğlunun sahilinde
Veya yeni düşmüş beyaz maskesi
Karın uzaktaki dağların ve tepelerin üzerine.
Hayır—Hala değişmez, hala baki,
Yastık yaptım biricik aşkımın göğsünü tüm olgunluğuyla,
Yumuşak düşüşünü ve taşkınlığını hissetmek
uyanmak Tatlı rahatsızlığıyla,
Hala, hala tedirgin alınmış nefesini duymak için,
Ya sonsuza dek yaşamak—ya da ölüvermek, oracıkta.

YAZAN-ÇEVİREN: ALPER KURT

2 yorum:

sesver dedi ki...

bu filmleri nerde bulacaz ya sinemada yok..

Alper Kurt dedi ki...

Bu filmin gelmesi biraz sıkıntılı olacaktı, normalde bu hafta vizyona girmesi gerekiyordu, ama duyduğuma göre dağıtımcı firma başka bir filmle yer değiştirmiş. Önümüzdeki haftalarda gelmesi lazım sinemalara.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails