Birinciysen birincisindir , ikinciysen hiçbir şey...

30 Mayıs 2010 Pazar

Efes Pilsen'e Ermal Etkisi Olur Mu Acaba Kelebek Etkisi



       Bir önceki yazımda Kaya Peker'in ruhsuz oyunundan bahsetmiş ve Kaya'nın böyle uyurgezer haliyle alacağı sürenin bir bölümünün Ermal'e verilmesi gerektiğini vurgulamıştım..Ermal belki 20 sayı 15 ribaund falan yapmadı maçta ama Efes'in hücumda tıkandığı ve saçma sapan tercihler yaparak geriye düştüğü anlarda o klasik post-up oyunuyla Ermal kazandırdığı sayılarla Efes'i oyunda tuttu..Yüreğini ortaya koyma denilince Ermal herkesden bir adım öndedir ve bugun de onu yaptı hatta o kadar koydu ki her şeyini sahaya yorgunluktan bitti ve kenara geldi fakat görevini fazlasıyla yaptığını düşünüyorum..3 saniye koridoruna yakın yerlerde topu aldığında çok sağlam ayak hareketleri ve bitiriş olgunluğuyla Ermal çok önemli bir oyuncu..Fakat çok fazlasını mesela Kerem Gönlüm gibi hareketli bir uzun olmasını beklememek lazım..Zaten bu seneki Efes'in en önemli sorunu elinde tek tip uzun oyuncuların kalması..Ermal-Kaya-Kasun benzer özelliklere sahip uzunlar..Bunlara Kerem Gönlüm'ün eklenmesi derinliği ve çeşitliliği sağlayacaktır..

       Rakocevic hani benim sene başından beri beklediğim patlamayı aslında bu maçta yaptı diyebiliriz fakat ben bu seriyi Efes Pilsen'e getirecek olan önümüzdeki 2 maçta da patlamadan Rakocevic'i manşete çıkarmayacağım..

       Kerem Tunçeri'nin yokluğu Efes Pilsen adına bence bir şanstır..Ender her ne kadar savunmada zayıf kalsa da hücumda akıcılığı ve deliciliği sağlıyor..Durağan hücum şekli Kerem'in kıçını rakip savunmacıya dayayıp bıdı bıdı bıdı bıdı topu sektirdiği hücumlar Efes'i yavaşlatıyordu ve hücumda tüm oyuncuların etkin rol almasını engelliyordu..Şimdi Ender Kerem'den çok mu daha iyi hayır kesinlikle al birini vur ötekine ama şu anda Efes'in ihtiyacı olacak özellikler Ender'de daha çok var..

       Buraya ufak bir not düşmek istiyorum..Nur Germen'i sanırım anlatmama gerek yok yaptığı hatalar gaflar vsvs gülünecek bir yorumcu kısacası..Fakat bugun öyle bir söz etti ki çok beğendim ve hemen not ettim..Lyn Greer ile ilgili söylediği sözü çok beğendim..''Greer 3 saniye koridoruna girdiği zaman oralarda sanki 2.12 gibi oluyor bu Greer'' dedi.Gerçekten de yerine cuk oturdu yani tebrikler..Bu arada Greer ile Rakocevic'i tutmak Fenerbahçe Ülker adına büyük bir hataydı..

       Ergin Ataman maçtan önceki gün Twitter'ında yayınladığı mesajlarla  bence akıl oyunlarına girişmişti..Daha öncesinde oyuncuları suçlaması dün de hakemlerle beraber Fenerbahçe taraftarlarını eleştirmesi takıma bir elektro şok etkisi yapmak adına gerçekleştirdiğini düşünüyorum..Sonuçta 3-1 geriye düşen bir takımın artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştır ve bu elektro şok etkisinin takımı ayağa kaldıracağını düşündü bence Ergin Ataman..Burda şu notu düşmek gerekiyor..Seri öncesinde gerginlik ve elektriklenmenin Fenerbahçe Ülker'e yarayacağını düşünüyordum..Fakat şu andan sonra 5.maçın başından itibaren gerginlik Efes Pilsen'e yarayacaktır..Çünkü her an Fenerbahçe Ülker'li oyuncular acaba geçen seneki gibi mi olacak soruları akıllarına geldikce strese gireceklerdir..Bunun yanında ruh gibi dolanan Efes Pilsen'li oyuncuları bu tür gerginlikler cana,kana getirecektir diye düşünüyorum..

       Nachbar kritik şutlar soktu,Smith el üstü el altı attı yine,Kasun maça şahane başladı fakat sakatlığından dolayı bir daha oyuna giremedi,Kaya yine aynı şekilde ruhsuz dolandı tuz ruhu gibiydi..Hakemlere de bir parantez açmak gerekiyor..Bu seride sadece hakem hatasına bağlanabilecek bir yenilgi falan olmadı.Fakat benim takıldığım nokta istikrarsız kararlar ve özellikle de teknik faullerin korkudan ve idare edelim mantığıyla çalınmaması..Yani bu seviyede ve gerginlikte 5 maç oynanacak ve 1 tane teknik faul çalınacak o da bugun oynanan maçta Efes Pilsen'e çalındı...Cesarete geldi hakemler birden..Baştan beri aynı istikrarla ve korkmadan teknik faulleri çalsalardı o zaman hem maçları daha kontrol altınada tutarlardı hem de benim sık sık söylediğim omurgalı hakem duruşunu sergilemiş olurlardı..

       Efes Pilsen bu maçı kazanmış olsa da halen işi çok zor..Zira bu kadro darlığında sertliğin arttığı ve fazlasıyla kondüsyonun gerektiği anlarda Efes'li oyuncular oyundan düşebilir..Bu durumu kapatacak şey özellikle Kaya başta olmak üzere bazı oyuncuların ekstra özveriyle oynamasıdır..Şimdi seri İpekçi'ye taşınacak tekrar ve Çarşamba günü belki de serinin en gergin maçı oynanacak..Ya herro ya merro karşılaşması olacak tabi ki Efes Pilsen adına..

       Fenerbahçe tarafına pek değinemiyorum Redvidigal değerlendirir Fenerbahçe cephesini fakat şunu söylemeliyim..Fenerbahçe Ülker adına X faktör her zaman Preldzic ve biraz da Kinsey'nin nasıl oynadığıdır..Preldzic kontrolu kaçırdığında büyük zarar veriyor,Kinsey oyundan soğuduğunda ortadan komple kayboluyor fakat tam tersini yaptıklarında da Fenerbahçe yaldır yaldır rakibin üstüne geliyor..

       Haydi herkes Carşamba günü Abdi İpekçi'ye..Özellikle Efes Pilsen taraftarımıza sesleniyorum sadece maçı izlemeye değil çokca da tezahüratlarımızla takıma destek olmalıyız..Lakin takımın Ergin Ataman'ın deyimiyle ''Arena'' ya dönüştüğü İpekçi'de bizlerin desteğine ihtiyacı olacaktır..

Defiance- Savaşmaya karar veren Yahudiler.




İkinci dünya savaşında Nasyonal Sosyalizm hareketinin ve akabinde Yahudilerin çektiklerini Hollywood sağ olsun artık doğmamış çocuk anne karnında öğreniyor. Edward Zwick’e ait Defiance-Direniş adlı filmimiz de bu kez sadece ezilen Yahudilere değil aynı zamanda Nazilere ve kendilerini ezmeye çalışan herkese karşı ayaklanmış olanlara odaklanıyor.
Sene 1941. Hitler Almanyası Sovyet sınırlarına dayanmış durumda ve Belarus’da ne kadar Yahudi varsa topluyor, direnenleri öldürüyorlar. 50.000 kişi öldürülüyor, 1.000.000 kişi yaralı, kayıp, sakat, hasta… Bu işgal esnasında kaçanlar Belarus’un sık ormanlarında izlerini kaybettirmeye çalışırken yavaş yavaş bir komün oluşturmaya başlıyorlar. Herkesin kendi görevi dahilinde, eşit haklara sahip olduğu ve özgürlüklerini kovaladığı, insanın temel hak ve ihtiyaçlarının çoğu zaman komün kurallarının önüne geçtiği bir topluluk bu… Çoğu zaman Nazilerle mücadele yerine, insanoğlunun aşk, seks, açlık, güç, otorite ile olan mücadelesine tanık oluyoruz. Savaş’ın ise insanları birleştirici gücü olduğunu görmek ise o kadar acı bir çelişki yaratıyor ki…
Filmimiz genel olarak bundan ibaret. Bugüne dek Yahudilerin çektiği acıları gösteren (biri propaganda mı dedi?) çok film izledik, bu film de onlardan çok farklı değil. Tek farkı bugüne dek Yahudileri kurtaran genelde müttefik ülkeler olurken, bize anlatılan bu GERÇEK HİKAYE’de (a true story) Yahudiler tam iki yıl boyunca bu topraklarda yaşamayı başarıyorlar.
Yalnız Holywood’un eline düşen bir filmde ne tür aksaklıklar varsa hepsini görebilirsiniz. İlk olarak, güzel kardeşim, bu Belarus halkı kendi aralarında neden İngilizce konuşuyorlar. Hem de zorlama bir Rus aksanıyla. Zaten daha önce James Bond rolünde izlediğimiz Daniel Craig’i bir Yahudi kahramanı olarak bozuk Rus aksanlı İngilizceyle görünce, işin gerçek hikâyesi falan kalmıyor. Film boyunca kafamdan ne kadar atmak istesem de her defasında gözümün içine sokuldu ne yazık ki. İkinci olarak, ormanda olup da buz gibi barakalarda ateş yakmadan oturmak? Güzel kardeşim, ağaçtan ev yapıyorsunuz, ateş yakacak odun mu bulamıyorsunuz? Üçüncüsü de çatışma sahneleri… Koca bir alman tankının etrafında aralarında 30 cm mesafeyle mevzilenmiş Alman askerleri ? Dalga mı geçiyorsunuz, hangi askeri zekâ yanaşık düzende çatışmaya girer ve bir alman panzeri üç beş çapulcuya kaybeder. Tamam, gerçek olay ama en azından şunu doğru düzgün yansıtın da biz de gerçek olduğunu anlayalım.
Gözüme batan tüm bu aksaklıklara gözlerinizi kapatırsanız, film sizi alıp hop finale bırakıyor. Sevdiğiniz popüler oyuncuları görmek, hoş çatışma sahneleri, güzel müzikler, harika görüntü yönetmenliği derken bir bakıyorsunuz ki film teknik yönden kendini izlettiren ama daha fazlasını vaat edemeyen güzel bir SEYİRLİK olmuş.
Filmin sonunda yazan “Çocukları şimdi binlerce Yahudi’nin arasında yaşıyor” ibaresiyle bir anda bir şimşek çakıyor kafanızda. Evet, üzerine onlarca film çekilen Yahudi soykırımına inat, bugün Yahudiler Filistin halkını tüm dünyanın bir film olarak izlediği bir sahnede acı içinde yoğuruyor. Giden yardım gemilerini durdurmak için kollar sıvandı. Peki, bir akıllı da çıkıp, yahu şu Filistinlilerin filmini çekelim, şu Irak’ta yapılan eziyeti bir yansıtalım demiyor. Kim bilir belki bir 50 yıl sonra birileri çıkar da çeker orta doğuda olup bitenleri ve sonuna da yazarlar “Ortadoğu’da şu kadar milyon insan öldü ve onların sağ ve sakat kalan çocukları binlercesi arasında yaşıyor”

28 Mayıs 2010 Cuma

MUAZZAM GERİ DÖNÜŞ !!!


 Avrupa futbol şampiyonasında Çek Cumhuriyeti maçını eminim hepimiz hatırlıyoruzdur. O maçta 2–0 geriden gelip hiç olmayacak şekilde dünyanın en iyi kalecilerinden Chech’in yaptığı hatalar sonucunda maçı 3–2 kazanıp gruplardan çıkmıştık. Maç sonrasında Sergen Yalçın Ercan Taner’in kendisine yönelttiği soruya ‘Valla 75. dakikaya kadar 2 sayfa not tuttum takımdaki hatalar için. Gel gör ki bu notların hepsi yalan oldu son 15 dakikalık performansımızdan dolayı’ diyerek cevaplamıştı. Dünkü Fenerbahçe’nin galibiyeti de bana aynı duyguyu yaşattı. Ben de tutmuş olduğum notları maçın son 15 dakikasındaki mücadeleden sonra attım.

 İlk yarıdaki kötü oyuna rağmen farkın 10 da kalmasını bir avantaj olarak görmüştüm. İkinci yarı seyircinin desteği ile çok kısa sürede farkın kapatılacağına inanıyordum. Fakat ikinci yarıya Efes Pilsen o kadar soğukkanlı başladı ki Fenerbahçe resmen dağıldı. Bu dağılma durumu her pozisyondan sonra gerekli gereksiz hakem kararlarına itirazı arkasından getirdi ve 17 sayı geriye düştü Fenerbahçe. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Fenerbahçe o kadar istikrarsız bir takım ki maç içinde 3–4 defa değişik kimlikten kimliğe bürünüyor diye. Bu maçın geri kalan kısmında da olay bu şekilde cereyan etti. İki buçuk periyot uyuyan takım yapmış olduğu pres sonucunda üst üste 3 hücumda Efes’in hücum etmesini engelledi. Takımdaki bu uyanış, maçı izlemeye değil de yönetimi protesto etmeye gitmiş olan seyirciyi uyandırdı. Bu karşılıklı etkileşim sonucu Fenerbahçeli oyuncular maçın ateşini yeniden yaktılar. Bu anlamda özellikle işin savunma kısmında yapılan preste en etkili adam kuşkusuz Kinsey’di. Kendisini oradan oraya atan Kinsey’in bu mücadelesi seyirciyle coşmuş oyunculara ekstra bir katkı oldu. Farkın 17 sayılara çıktığı bu periyotta gelen canlanmayla birlikte skor olabilecek en iyi farka indirilmiş oldu 3. periyot için. Zaten skor 17lerden 8 sayıya düştü.

 4. periyot Fenerbahçe’de her zaman sorumluk alan hatta bunu bazen de abartan, takımın kendine en fazla özgüveni olan Emir devreye girdi. Karşısında Nachbar’ı bulunca hiç çekinmeden art arda iki 3’lük bulup bir anda maçı kafa kafaya getirdi. Emir’in sayılarıyla panikleyen Efes Smith’ın üçlüğüyle tam rahatladım derken Emir’in basket faulüyle yine bıçak sırtı durumuna geldi. Buna rağmen bir sonraki hücumda yine 3 sayı çıkarmasını bildi Efes. Neredeyse geldiği günden bugüne o skorer kariyerine yakışır bir performans beklediğim Greer en sonunda devreye girdi. Önce Efes’in 3 sayı bulduğu basket faule tıpkı Emir gibi basket faulden 3 sayılık bir karşılık verdi. Sonrada takımı hücumda sürükleyip maçı kazandırdı. Serinin 4. maçına kadarki kısmında takımın zayıf halkası olacaksınız. Oynadığınız dakikalar kariyeriniz düşünülürse çok komik dakikalar olacak. Üstüne Ukic 4 faule geldiği için oyuna giriyor olacaksınız. Takım savunma olarak savaşıyor ama hücumda tıkanmış bir halde olacak. Bu anlamda oyuna girip 12 sayı bulmak gerçekten büyük mesele. Bu efsane geri dönüşle kazandığı maç ile Fenerbahçe çok ciddi bir avantaj yakaladı. Aynı ciddiyetle bir sonraki maça hazırlanıp seriyi Ayhan Şahenk’te bitirmeli. Yoksa uzayacak seri Fenerbahçe’yi tıpkı geçen yıl olduğu gibi sıkıntıya sokar.
 

                                   GÖZÜME ÇARPANLAR

1-Öncelikle ilk yarının sonunda bence resmen bir komedi yaşandı. iki antrenör mola üstüne mola, oyuncu değişikliğinin üstüne değişiklikler yaptılar. Resmen son 15 saniye 10–15 dakika sürdü. Bir an kendimi NBA finallerinin 7. maçının son hücumunda hissettim.
2-İlk maçın yıldızı olan Ukic’in aklına resmen Sinan girdi. Atletik yapısının yanında oldukça esnek bir fiziki yapıya sahip olan Sinan resmen Fenerbahçe’yi hücum olarak tıkadı. Zaten savunmaya çok iyi koşan Efes, Fenerbahçe’nin hızlı hücumlarının da önüne seti çekince Fenerbahçe 2,5 periyot organize olamadı.

3-Fenerbahçe’de Vidmar istikrarını koruyor. Hücumda eline geçen topları yüksek yüzdeyle tamamlamasının yanı sıra savunmaya kattığı sertliği oyundan dışarı çıktığında çok iyi anlıyoruz. Cidden memleketinde geçirdiği yarım sezon kendisine özgüvenini geri getirmiş. Nasıl Semih’in sakatlığında Ömer Aşık şans yakalayıp atılım yaptıysa genç Sloven de Ömer Aşık’ın yokluğunu iyi değerlendirdi. Hele maçın kırılma anlarından biri olan Rako’ya yaptığı blok muazzamdı. Resmen Rako’nun kafasına çekiç indirdi. Bir diğer (Bosna orijinli)Sloven oyuncu Emir hücumda en sonunda kendisinden beklenen o winner karakterini ortaya koydu. Aslında dün yaptıklarını geçen yılki final serisinin son maçında da yapmıştı. Takımın vitesi olan Kinsey’in sadece 2 sayıda kaldığını görmek istatistiklerin ne kadar yanıltıcı olabileceğini tekrardan gösterdi. Kinsey sayı olarak olmasa da aldığı 8 ribaund ve yaptığı 6 asist ile takıma çok fayda sağladı. Zaten böyle maçlar için yaşayan Mirsad ve Ömer Onan kendilerinden beklenen mücadeleyi yine gösterdiler. Beklentilerin altında kalan Greer ne kadar iyi bir skorer olduğunu tekrardan gösterdi. Eğer oyun kurucu değil de 2 numara oynarsa emin olun takımı hücum anlamında skor krizinden çıkarabilecek en önemli oyuncudur.

4-Efes’in durumunu Ufuk çok güzel özetlemiş. Ufuk’a ilaveten şunları söyleyebilirim. Ufuk yazısında belirttiği gibi Ufuk’a sorarım gittiği maçlarda oyuncuların yüz hallerini o da oyuncular çok hırslı veya hiç havaları yok şeklinde tahminlerde bulunur. Dün Efesli oyuncuların yüz ifadelerini pek beğenmediğini söylemişti maç öncesi. Bu konuda ne kadar haklı olduğunu Kaya’nın yüz ifadesinden anlayabiliyoruz. Çünkü dün akşamki atmosferden çok daha zor olan geçen yılki atmosferden yüzlerinin akıyla çıkmayı başaran Efes Pilsen’in en mücadele eden oyuncusuydu. Bu seride beklentilerin altında kaldı mücadele olarak. Sakat Kasun’un bile oradan oraya atladığını gördüğümüz bu seride Kaya sönük kaldı.

5-Efes her haliyle Thornton’u arıyor. Gerek savunma gerek hücum gerekse liderlik anlamında  
Thornton’un yokluğu dolmuyor. Smith ne kadar iyi oynarsa oynasın bir yere kadar takımı taşıyor. Maç sonrasında Alper Yılmaz’ın söylediğine göre Pazar günü oynamama ihtimali yüzde 80’mış.Eğer Efes seriyi uzatabilirse ABD’li oyuncu kalan maçlarda oynayabilirmiş.

6-Dün akşam Efes tribünlerinde bol bol Ufuk’u gördüm. Özellikle Kasun’un her smacından sonra ayağa fırlayıp ‘KOÇUM BENİM’ nidaları ekran karşısındaki bana kadar yetişti.

Redvidigal

Ruhsuzlar Mangası Efes Pilsen


       Askerliğini yapanlar bilirler bölüklerde mangalar vardır ve bu mangaların da bir manga başı vardır..Efes Pilsen takımını mangaya benzetirsek bu manganın başının da en azından ruh ve istek bakımından Kaya Peker'in olması gerekriğini düşünüyorum..Fakat her ne hikmetse adam sanki çok önemli bir yakınını kaybetmiş gibi sahada dolanıp duruyor kaç maçtır..Geçen seneki final serisini hatırlayanlar bilir nasıl bir istek ve azimle oynadığını ve şampiyonluğu Efes Pilsen'e getirdiğini..Bu sene adama ne olduysa anlayamıyorum..Ailevi sorunun olabilir her şey olabilir ama eğer profesyonel bir sporcuysan çıkarsın ve o 40 dakika boyunca yüreğini kanını canını ortaya koyarsın olmazsa olmaz orası başka..Ama sen bu melankolik halinle ham takıma zarar veriyorsun hem de biz Efes Pilsen'lileri üzüyorsun..Bu ruhsuzluk ve isteksizlik tıpkı bir esneme gibidir hemen yanındakilere bulaşır ve birbirini etkilemeye başlar..Tıpkı bunun gibi Efes Pilsen de bir iki istisnai oyuncu hariç tam bir ruhsuzlar profili çiziyorlar kaç maçtır..Diyelim ki o kadar kötüsün ki oynayacak halin bile yok..O zaman git koça de ki ben oynayamayacağım depresyondayım unutuldum aldatıldım artık ne diyorsan oynama da sana verilip heba edilecek süreyi Ermal alsın en azından yüreğin en büyüğünü o her zaman sahaya yansıtır...Neden bu kadar Kaya Peker'in üzerinde duruyorum açıklayayım..Fenerbahçe Ülker'de Türk oyuncular takımın ruhani liderliğini yapıyorlar ve tabiri caizse takımı ve taraftarları gaza getiren ve takıma ivme kazandıran isimler..Bu ekibe karşı Efes Pilsen'de karşı ihtilali yapabilecek ruhu ve azmi  ve savaşçı karakteri sahaya yansıtacak en önemli oyuncudur Kaye Peker..Bunu çok da güzel yapabileceğini geçen seneki final serisinde çok da güzel göstermişti aslında..E savaşçı ruhu sahaya yansıtacak manga başı ruh gibi sahada dolanırsa ve etrafındakileri de motive etmekten geri kalırsa işte 17 sayı farktan bu maçı kaybedersiniz..

       Bir takımın maçı isteyip istemediğini ve ne kadar inandığını her türlü vücut dilinden anlayabilirsiniz..Atılan bir basketten sonraki tepkisi,rakibi top kaybına zorlayıp başardıktan sonraki haraketleri.hatta ve hatta hakemlere itiraz edip etmemesi bile bir oyuncunun ve takımın o maçı isteyip istemediğini bizlere gösterir..Yani vücut dili konuşur hem de şakır şakır...Fenerbahçe Ülker malzemecisinden koçuna kadar maçı yaşayıp Efes'den katbe kat daha fazla maçı kazanmak istediği için maçı kazandı..Her zaman söylerim şans her zaman daha çok isteyenden yanadır ve genellikle istisnalar hariç her zaman daha çok isteyen ve şansını zorlayan takıma güler bu şans..Karşılaşmadan önce Redvidigal maç ne olur Ufuk diye mesaj atmıştı ben de dedim ki karşılaşma öncesi ısınırlarken bi bakayım hissederim dedim..Gerçekten de ısınmaya başladıkları andan karşılaşmanın sonuna kadar ellerini zoraki kaldıran ve baskının altında ezilen bir Efes Pilsen izledik ve kaybettik..

       Şimdi gelelim karşılaşmanın içinde olan şeylere..3.çeyreğin bitimine tam 5 dakika vardı ve Fenerbahçe Ülker mola almıştı..Yanımdaki Ahmet Hocama dedim ki hocam 2 dakika bak fazla değil 2 dakika top kaybı yapmadan topu çembere atalım basket olması önemli değil topu çembere atalım bu maçı kazanırız hem de rahat kazanırız dedim..Olanları biliyorsunuz benim dediğim daha doğrusu korktugum şey oldu ve Efes Pilsen arka arkaya topları kaybetti ve hızlı hücumlar ve 3 sayılık basketlerle Fenerbahçe Ülker farkı kapattı..Daha da önemlisi farkı kapatmak bir yana ivmeyi kendi lehlerine çevirdiler ve daha fazla inanmaya başladılar..Şimdi burda işin can alıcı noktasına değinmek istiyorum..Sene başından beri defalarca yazdım Efes Pilsen'de gardların yetersiz olduğunu ve hem Kerem Hem de Ender'in Efes Pilsen'in gardları olmadığını söyledim..Şimdi  Fenerbahçe pres yapıyor hem de çok baskılı pres yapıyor seyircinin de baskısıyla..Burada yapılacak şey gardın topu eline alıp en az iki üç dripling yapıp topu rakip sahaya taşımasıdır..İkili sıkıştırma gelirse o zaman pas verirsin..Hele hele o tür baskılı presden pasla çıkmak çok ama çok riskli bir seçimdir..Çünkü yaptığın her pas rakibe topu çalması için davetiye çıkarmaktır..Efes Pilsen bu davetiyeyi çıkardı Fenerbahçe Ülker de bu davetiyeyi geri çevirmedi ve tam da aradığı havayı ve ivmeyi karşılaşmanın bu anında yakaladı ve bir daha da arkasına bakmadan karşılaşmayı kazandı..Pasla çıkmanın eğer becerebiliyorsan avantajı da vardır.Eğer rakibe topu kaptırmadan seri paslarla topu rakip alana taşırsan rakibi hazırlıksız yakalar ve kolay sayılar bulursun..Fakat Efes Pilsen'in bu iki ucu keskin bıçak gibi olan pasla yarı sahayı geçme riskini almaya ihtiyacı var mıydı?? Tabii ki yoktu..Çünkü o anda yapılması gereken şey topu rakip sahaya bir şekilde taşıyıp frene basıp oyunu yavaşlatıp topu bir şekilde çembere atmaktı..Fakat gardlarımızın kendine güveni olmadığı için ve bıdı bıdı bıdı bıdı topu sektire sektire rakip sahaya geçtiği için her haliyle groki duruma düşmüş boksör gibi bir hale girdi Efes Pilsen ve o grokiden de bir türlü çıkamadı..Kan kokusu almış piaranalar gibi saldıran ve üçlükleri yağdıran Fenerbahçe Ülker tıpkı piranalar gibi Efes Pilsen'i parçaladı..Maçın kırılma anı işte o 3.çeyreğin sikinci yarısının ilk 2 dakikasıydı..

       Gelelim Rakocevic'e..Önceden sorumluluk alıyordu ve o şekilde batırıyordu Efes Pilsen hücumunu..Bu sefer o sorumluluğu da almadı..Bu maçlar için aldık seni Rakocevic..İstisnasız her maça giderken yav bu maçta patlayacak,aha patladı aha patlayacak derken hep elimizde patladı halen de patlamaya devam ediyor..Mesela top Rakocevic'teyken uzunlardan biri perdeye geliyor ve Rako Fenerbahçe'li uzunlardan biriyle başbaşa kalıyor..O anda yapması gereken şey potaya akmak ve bitirebilirse kendisinin bitirmesi veya geri topu Fenerbahçe kısasıyla kalan Efes uzununa vermektir..Fakat Rakocevic Fenerbahçe uzununun içine içine giriyor olayı karambole sokuyor ve 2.15'lik adamların üstünden geriye çekilip şut atmayı deniyor..Bu olmaz..

       Sahada bitse de gitsek mantığıyla gezinen bir Efes Pilsen vardı ve evet gerçekten de bitti ve gittik evimize..Yazacak daha çok şey var ama istememek ve ruhsuz bir şekilde sahada gezinmek işin aslı olunca gerisi teferruat oluyor..

      

27 Mayıs 2010 Perşembe

Ben... yarın ... ölecekmişim.


Ben … yarın … ölecekmişim. Öyle dedi doktor. Bana demedi de… anneme diyordu, duydum. Ölmek ne demek ki ? Ne yani, ertesi sabah gözlerimi açmayacak mıyım ? Annemin ağlamaklı ama sevgi dolu gözlerini görmeyecek miyim? Ya da şu huysuz hemşireyi. “Ölmek”… ne demek ki…

Yarın hayatımın 18. yılı bitiyor galiba. Öyle olsa gerek. Şimdi çok sıradan olacak belki ama göz açıp kapayıncaya kadar geçti. 18 yılda insan kaç kere kanser olur? Ben üç kere oldum galiba. Ya da beş. Huf. Peki itiraf ediyorum 10 kere oldum. Peki bir soru daha, insan 18 yılda kaç kere kel kalabilir? Haha, bilemediniz. Ben 10 kere kel kaldım. 18 yaşında olan birinin hiç saçı olmaz mı sizce? Yine bilemediniz. Benim tek tel saçım dahi yok. Ama yine çıkacak biliyorum. Daha önce on kez dökülüp de on kez daha çıktığı gibi. Kurt Cobain gibi uzatmak istiyordum aslında. Annem de o kadar sever ki uzun saçı. Belki Nilüfer de severdi… tıpkı benim onu sevdiğimi sandığım gibi…

Yine geldi doktorlar. Ziyaretçim varmış. Belki Nilüfer gelmiştir. Ah İsmail ve Alper… ne iyi çocuklar şunlar ya. Alper biraz hınzır sanki ama İsmail; can dostum, güzel insan. Katatonia getirmişler bana. Dance of December souls albümü çalıyor. Annem kapatır normalde böyle şarkıları. Çok üzülüyormuşum. Ama bugün izin verdi.. Bugün herkes neden bu kadar hüzünlü ya. Şu Alper’e de bakın hele. Gamzeleri bile görünmüyor. Herkes suskun. Kimse neden bir şey söylemiyor. Kafamı çeviriyorum sağımdaki cama doğru. Buradan eski okulumu görebiliyorum. Yeni okulum neresi olacak acaba?

Kendimi o kadar halsiz hissediyorum ki. Şu sol kolum hiç kıpırdamıyor zaten, sol bacağım da. Eh sol ayak parmaklarım da pek oynamıyor. Kısmi felç diyorlar ama ne felci. Ben bilerek oynatmıyorum… Oynatamıyorum. Biliyorum işte … doktorlar haklı. Ben yarın öleceğim. Daha çok genç değil miyim ? Tamam 18 yaş çok genç değil, ama çok da yaşlı değil, değil mi? Peki Tanrı’yla pazarlık yapsam. Bir yıl daha yaşasam. Çok değil 365 gün. Hadi 5 gün de benden olsun. 360 gün daha yaşamak istiyorum. Olmaz mı? Bir gün ? O da mı olmaz… daha ölmek için çok erken. Lütfen…

Kalp atışlarım yavaşlıyor. Şu koşuşturan annem mi… İsmail ve Alper nerede. Hayır sarsmayın lütfen. Hem çekin artık şu hortumları da, canım yanmıyor artık.

Ölürken çalıyordu; Katatonia, Gateways of Bereavement.

8 yıl önce daha 18 yaşında kansere yenik düşen biricik arkadaşımın anısına yazılmıştır. Sürç-i lisan ettiysem affola.


ALPER KURT

26 Mayıs 2010 Çarşamba

ÖZLENEN MÜCADELE KENDİNİ GÖSTERDİ EN SONUNDA


 Serinin ilk iki maçında mücadele anlamında yaşanılan hayal kırıklığından sonra, ben dahil herkesin 3. maçtan beklentileri artmıştı. Özellikle geçen yılki final serisine göre ilk iki maçın mücadele açısından vasat bile sayılamayacağından gözler 3. maça çevrilmişti. Özellikle karşılaşmanın ikinci yarısı bizi kalite olarak olmasa da mücadele anlamında doyurdu.     

 Fenerbahçe cephesinde ilk maçta çok iyi uygulanan taktik disipline geri dönüş çabası olacağı muhakkaktı. Çünkü ikinci maçta oyun disiplininden kopan Fenerbahçe maçta neredeyse 30 üçlük atışı kullanmıştı. Oysaki pota altını Kasun varken etkili kullanan Fenerbahçe ikinci maçta Kasunsuz Efes’e karşı pota altını kullanmamıştı. Efes cephesinde ise ikinci maçtaki etkili oyunu gölgeleyen bir haber geldi. Bana Efes Pilsen’in en değerli oyuncusu olan Thornton’un sakatlık haberiyle sarsılmıştı. Thornton’un sezonu kapatması ibreyi Fenerbahçe Ülker’e döndürdü. Maç öncesi takımların durumu kısacası böyleydi.

 Fenerbahçe’nin kendi sahasında oynamanın avantajı, bu sezon maçlara pek gelmeyen seyircinin tribünde yer almasıyla perçinleşti. Fenerbahçe seyirci desteğiyle maça çok coşkun bir şekilde başlayıp ivmeyi kendi lehine hemen çeviriverdi. İyi yapılan savunmanın ardından peş peşe sayılar bulan Fenerbahçe 9–0 öne geçti. efesli oyuncuların Thornton’un yokluğundan fazlasıyla etkilendikleri maçın başında kendilerini maça verememelerinden belli oluyordu. Bu dağınık vaziyetten çıkmayı takımın en tecrübeli oyuncusu olan Smith ile başardı Efes ve skoru 15–10 getirdi. Bu dakikadan sonra beklentilerin ötesinde çok iyi oynayan Vidmar’ın etkili oyunuyla Fenerbahçe 27–12 lik skoru yakaladı. Son hücumu kullanan Efes’te Ender tam topu kaptıracakken Emir topu elinde tutamayınca bu Fenerbahçe için çok kötü sonuçlandı. Çünkü Ender bu pozisyonu 3 sayı ile tamamladı ve ilk periyot 27–15 sonuçlandı. Böylesi sayılar emin olun savunma yapan takımın canını çok yakar. Zaten maç boyunca böyle en az 4–5 top oldu. Maça dağınık başlayan Efes içinde uyanışın işareti oldu bu sayı.

İkinci periyot yine Fenerbahçe’nin etkili savunmasıyla başladı. Farkı emir ve Oğuz’un etkili oyunlarıyla farkı 16 sayılık farkı yakaladı. Bu etkili savunmanın biraz dozajını artırınca gereksiz fauller geldi. Erken dolan faul hakkı ile Efes her içeri girdiği pozisyonda serbest atış şansını yakaladı. Zaten savunmada sertleşen Efes Kerem’in bulduğu peş peşe bulduğu iki üçlük ile skora ortak oldu. İlk yarıyı makul sayılabilecek bir fark olan 11 sayıyla geride kapattı.

İkinci yarıya sertleşen savunmasının yanı sıra ekstra şutları sokmaya başlayan Efes skoru 43–43 e getirdi. Ömer Onan’ın olmadığı dakikalarda coşan Rako, Kerem ve genç delikanlı Smith ile Efes bu geri dönüşü sağladı. Bu dakikadan sonra karşılıklı basketler gelmeye başladı. Fenerbahçe’yi oyunda tutan oyuncular Vidmar ve Kinsey oldu. periyotun sonlarına ilk kez üstün giren Efes 3. periyotu 55-53 ile önde girdi.

Son periyota Fenerbahçe etkili başladı. Peş peşe bulduğu sayılarla 8–2 bir seri yakalayan Fenerbahçe 61–57 öne geçti. Fakat oyun disiplininden kopmayan Efes’te Thornton’un yokluğunda esas adam olan Smith’in katkılarıyla 70–69 Efes Pilsen’in üstünlüğüyle son 1 dakikaya girildi. Maçın son dakikasına kadar Fenerbahçe’nin en etkisiz iki oyuncusundan biri olan Ukic içeri drive ederek kazandığı serbest atıştan birini sayıya çevirdi ve skor 70–70 e geldi. Efes’in yaptığı top kaybı sonrası yine içeri drive eden Ukic Fenerbahçe’yi 72–70 öne geçirdi. Mola sonrası son hücumu kullanan Ender’e Mirsad’ın yaptığı blok ile Fenerbahçe galibiyete uzandı.

              GÖZÜME ÇARPANLAR
1-Bu ili takım arasında yapılan maçlarda maç içindeki farklar genelde pek bir şey ifade etmiyor. Kim öne geçerse geçsin diğer takım bir şekilde yakalıyor. Bu anlamda Fenerbahçe’nin maçın başında yakaladığı fark Efes’i adeta uyandırdı. Eğer bu fark maçın ortalarında gelseydi bu kadar kolay bir geri dönüş olamazdı.
2-Bu maç sonrasında Fenerbahçe antrenörü Ertuğrul Erdoğan’ın dediği gibi maçları tek tek değerlendirmek gerekiyor. Bir önceki maçın kahramanı bir sonraki maçın sönük ismi olabiliyor. Mesela Kaya, Ender, Nachbar ve Ermal ikinci maçın kahramanıyken bu maçta sahada takımlarına zararları dokundu yaradan çok. Aynı şekilde ilk maçın adamı olan Ukic ikinci maçta çok kötü oynadı. Ukic demişken ciddi anlamda Sinan ve Smith’in savunmalarında zorlandı. Zaten maç içinde Ukic’i savunmayan gard kalmadı Efes’te Kerem, Ender, Sinan ve Smith savundular dönem dönem bu da Ukic’i yıprattı.
3-Efes’te Thornton büyük kayıp. Bu anlamda uzayacak seride Thorton’un eksikliğini çok hissedecekler. Kasun’un rahatsızlığı sebebiyle pota altında eksik kalan Efes’te diğer uzunların ekstar oynaması gerekecek. İhtiyar delikanlı Smith ise kendisine hayran bırakıyor. Dikkat ettim zorluk seviyesi zor olan şutlarda başarı oranı çok yüksek. Onun bu hali bana Kobe’yi hatırlatıyor.
4-Vidmar hiç kuşkusuz beklentilerin çok üstünde oynayan oyuncu. Özellikle Efes’in geriden gelip öne geçtiği dakikalarda Fenerbahçe’yi oyunda tutan oyuncu. Zaten seri öncesi Kasun’un arkasında durabilecek tek oyuncu olarak görüyordum fiziki gücünden dolayı. Yalnız dikkat ettim bu üçüncü maç oldu. Coach Ertuğrul Vidmar iyi oynasın-kötü oynasın fark etmeksizin son dakikalara kesinlikle Vidmar ile girmiyor. Bu durum bana Vidmar’a en kritik dakikalarda güvenmediğini ortaya koyuyor. Takımın vitesi emin olun Kinsey. Bir yabancı oyuncu olmasına rağmen kendini o kadar motive etmiş ki resmen gözlerinden ateş çıkıyor. Emir ise hala çok şey yapmak isteme arzusunun etkisinde pek başarılı olamadı geride kalan 3 maçta. Maçın en kritik anlarında kaçırdığı serbest atışları mumla arayacağımızdan çok korktum.
5-Perşembe akşamı bana kalırsa serinin en önemli maçına çıkıyor her iki takım. Eğer Fenerbahçe galip gelirse eksik ve sakat oyuncuların olduğu Efes’te morallerin çok bozulacağına inanıyorum. Bu maçta pota altından oynamaya devam etmeli Fenerbahçe fakat Salı gününe kıyasla çok daha sert bir Efes göreceğiz pota altında.

Redvidigal

Efes Pilsen-Fenerbahçe Ülker Nereden Başlasam ki ???




       Maçtan daha henüz eve gelebildim ve yazacak o kadar çok şey var ki toparlayabildiğim kadarıyla sizlerle paylaşacağım..Aslında Fenerbahçe Ülker'in kazandığı maçları Redvidigal yazacaktı fakat 2.maçta Efes kazandıktan sonra özel işlerim sebebiyle yazamadığım yazıdan sizlere bir borcum vardı hem onu ödeyelim hem de bu maçla ilgili gördüğüm çok önemli bazı basketbol içi ve basketbol dışı faktörleri sizlerele paylaşayım istedim..Tabi Redvidigal'in yazı hakkı da saklı duruyor..

       Bir Efes Pilsen taraftarı olarak hem de yer yer çok fanatik bir Efes Pilsen taraftarı olarak yazacaklarımdan sakın Efes'i kayırıp yenilgiye bahaneler falan arayacağımı düşünmesinler..Hatta beni bilenler bilir en ağır eleştirilerimi her zaman kendi takımım üzerine yaparım..Fakat Efes Pilsen-Fenerbahçe Ülker maçının analizini ve saha içindeki bazı şeyleri yazmadan önce saha dışı bazı faktörlerden bahsetmek istiyorum...

       Bazı insanlar vardır insan demeye bin şahit ister.Benim için o tip insanların yaşamaya bile hakkı yoktur..Çünkü her yaşadığı sürede sizlerin bizlerin soluduğu oksijenden çalıyor..Hatta o insanlar öyle insanlar ki o insanın beynine küfür edemezsiniz çünkü beyin de yok..Küfür etseniz etseniz kafatasına küfredebilirsiniz çünkü içinde beyin yok..Bu sözleri şunun için yazıyorum..Karşılaşma başladığında Fenerbahçe Ülker karşılaşmanın kontrolünü ele alıp öne geçtiğinde her şey normaldi..Ne zaman ki Efes 3.çeyrekte geriden gelip rakibini yakaladı bizler Efesliler olarak çok medeni bir şekilde takımımızı destekledik..Aaa o da ne işte o insan olmadık hayvan bile denemeyecek şahıs Fenerbahçe tribününden Efesliler tribünün kenarında oturan bayanlara bağırmaya çağırmaya başladı ve susun sesinizi kesin falan diyor..Biz Efesliler olarak müdahele etmesek belki de oradan atlayıp o kızlara dayak atmaya çalışacaktı o insan olmadık şahıs..Tabi sen biletleri 5 tl yapıp iti kopuğu futbol taraftarını salonlara doldurursan her şey olur kardeşim..Adamlar 40 dakikalık basketbol maçının 1 dakikasını bile izlemiyor ki..Tek yaptığı şey küfretmek,sahaya arkasını dönüp durmadan zıplamak..O anda o eleman geri vites yapıp susmasa yani şeytana uyup parçalayabilirdim o şerefsizi..Neyse daha sonra maçın sonlarında ne olduğunu anlayamadığım bir sebepten Efes tribününde bir kavga çıktı ama ben kesinlikle 2 Efeslinin kavga edeceğine inanmıyorum.O olayın içinde başka sebepler ve başka kişilerin olabileceğini düşünüyorum..Maçın son anları olduğu için tam benim yanımda çıkan kavganın tam ortasına düşüyorduk az daha ama maçın son anlarını izlemek istediğim için zor bela kenara çekilip maçın sonlarını ayakta izleyebildim..Basketbol dışı faktörlerden devam ediyoruz..Karşılaşmanın 3.çeyreğinin sonunda Efes geriden gelip öne geçince seyirciler başladılar hakemlere küfretmeye ve açık açık tehdit etmeye..Garibim basiretsiz hakemler de herhalde arabalarını Fenerbahçelilerin çizeceğinden falan korkmuş olsa gerekler hemen 4.çeyreğin başında arka arkaya düdüklerle maçtan kopmak üzere olan Fenerbahçeyi maçta tuttular..İyi o zaman her küfredenden korkacaksa her tehditten yılacaksa hakemler biz de tutalım 50-60 tane sicili bozuk haydut onlarda kenardan sürekli tehdit etsin ve küfretsin..Bir nokta daha var..Ömer Onan teknik faul almak adına her şeyi yaptı 3.çeyreğin sonunda ve hakemler direndi de direndi teknik faul çalmamak için..Yani bir tek ana avrat küfretmediği kaldı Ömer Onan'ın ama basiretsiz hakemler teknik faulu çalamadılar..Daha da acısı Ömer Onan'ı teknik faul çalarım bak şeklinde tehdit ederek susturmaya çalıştılar..Hay Allah'ım ya bir hakem tehdit etmez oyuncunun gözünü korkutmaz sadece ve sadece kuralları uygular..Haketiyse ki fazlasıyla haketti o teknik faulu çalarsın anında..Sen o sahada bunun için varsın kardeşim..Eğer bunu da yapamayacaksan o zaman çekilin sahadan eski mahalle basketbolunda olduğu gibi hakemsiz ve kararları oyucuların kendi arasında konuşarak kararlaştırdığı basketbol şeklinde oynayalım..Biraz yürek biraz da adamlık lazım..Bir başka konu da karşılaşma sonunda bizlerin yarım saat içeride bekletilmesi..Birazcık beyin ve birazcık kıvrak zeka ve olay anında karar alıp uygulama noksanlığı olan bizim emniyet güçlerimiz Fenerliler galibiyeti kutlarken Efeslileri sahadan boşaltırdı ki en uygunu da buydu..Ama yok illa eziyet illa zorluk çıkaracaklar ya..İşin daha acı tarafı aslında daha derinlerde yatan bir sosyal mesele..Normal bir basketbol maçından sonra neden iki takım taraftarı da aynı anda o salonu boşaltamıyor?? Neden o kültür birikimi ve medeniyet seviyesine gelemedik bizler?? Veyahut neden bizlere potansiyel haydut muamelesi yapılıyor?? Evet her türlü insan var piyasada ve her türlü olayı çıkarabilir katılıyorum fakat nereye kadar bu böyle devam edecek?? Ne zamana kadar rakip takım taraftarı deplasmaana gelemeyecek??Bu sorularımın cevabını herkes kendince versin bakalım..Yanlış anlaşılmasın bugun bekleyen Efesliler olduğu için yazmadım bunları aynı şeyler ilk 2 maçta bekleyen Fenerbahçe Ülker'liler için de geçerlidir..

       Bu kadar basketbol dışı faktörden bahsettikten sonra şimdi de saha içine dönelim..En baştan kosssskocamannn harflerle yazmak istiyorum..Burayı herkes iyi okusun ve iddaa ediyorum belki biraz abartılı ve kibirli bir yorum olarak görecektir bazıları ama eğer kenarda son anlarda ben olsaydım Efes Pilsen benchinde koç olarak bugun Efes Pilsen seride öne geçmiş olabilirdi..Aynı şeyi söylemekten sesimm kısıldı yanımdakilere ama ne hikmetse bunu kenardan Ergin Hocam göremedi..Bu önemli nokta şu...Ukic'i bu maçta tam anlamıyla çözdüm ve çıtır çıtır analiz ettim..Adamın en büyük ve belki de yegane silahı soluna drive ederken sağ eliyle topu bombeli olarak çembere göndermesi..Yani kesinlikle sağına drive derken bitiremiyor veya soluna drive ederken sol eliyle de bitiremiyor..Sadece ve sadece soluna giderken sağ eliyle topu dikiyor..Şimdi bunu kenardan göremeyen bir Efes kenar yönetimi vardı bugun..İşin acı tarafı maçı kazandıran basketlerini Ukic hep aynı şekilde attı ve Efes savunması da izledi..Daha mı acı tarafını istiyorsunuz onu da söyleyeyimm..Bir sandalyeyi bile savunamayan Ender Arslan'ın Ukic'i en kritik son hücumda savunması..Zaten Fenerbahçe'de o anlarda Ukic haricinde topu kullanabilece oyuncu falan kalmamış hepsi titriyor ve Ukic'in eline bakıyor ama bizim Efes son topta Ukic'i Ender ile savunuyor..Ukic de aynı yukarda tarif ettiğim basketi defalarca attığı gibi bir kez daha atıyor ve maçı kazandırıyor..Yahu ver Smith'i Ukic'in başına olmadı Sinan'ı ver..Fakat sadece bunları başına vermekle de bitmiyor..O oyuncuları yukarda benim anlattığım Ukic'in özelliği ve ne yapacağı konusunda uyar ve soluna drive ettirme ne olursa olsun sağına gitmesini sağla demen de gerekiyor..İşler iyi giderken her şey zaten iyidir..İşte böyle kritik anlarda çok hızlı bir şekilde düşünüp karar vermek gerekiyor..Hadi bu büyük hatayı da geçelim gelelim bir başka noktaya..Son hücum top Efes'de ve daha 14 saniye falan var..2 sayı geridesin ve kadro sıkıntın yüzünden takım çok yorulmuş hatta Kaya elini dahi kaldıracak hali kalmadığı için 5 faul alıp kenara gelmiş..Takımın en önemli adam Bootsy Thornton zaten sakat kadroda yok..Kasun belinden rahatsız ve zoraki oynuyor bu da çok belli..Eee bu şartlarda sen neden son hücumda maçı uzatmaya götürmek üzere bir oyun kurarsın..Daha ilginci o turnike girse bile Enderin attığı 3 veya 4 saniyelik bir son şans yine Fenerbahçe'ye kalacaktı..Kısacası şu son hücumda Ender ile başlayıp Smith ve dipte Shumpert ile bitecek bir üçlük üzerine oyunu kurup maçı kazanmaya oynaması gerekirdi Efes Pilsen ki özellikle de Smith son anlarda alev alev yanıyordu ve mesafe tanımadan üçlükleri sıralıyordu..Tek kurşun atarsın o yerden sonra ya alırsın ya verirsin..Uzatmaya giderse zaten kaybedeceksin orası çok belli ama malesef bunu yapmadı Efes Pilsen..Son hücumda Mirsad denen basketbolcu bozuntusu bilerek Ender'in içeri girmesini sağladı ki arkadan bloklayım diye ve istediği de oldu..O top döndü Rakocevic'e geldi ama bizim Rako her zamanki gibi topu kontrol edemedi..Bu adamın eller yağlı mıdır nedir anlamadım durmadan elinde sekiyor top,zıplıyor,kontrolünü kaybediyor ve sonunda da topu kaybediyor..3.çeyrekte attığı sayılarla maça ortak etse de Efes'i Rakocevic son hücumlarda zorlama atışları ve zorlama pasları sonucu yaptığı top kayıplarıyla Efes'i yakan isimlerden  biri oldu yine malesef..Rakocevic ile ilgili bir nokta da şu..Her içeri girişinde topuna müdahale ettiriyor..Yani muhakkak topuna biri elini sokup Rakocevic'i bozuyor..Çünkü topu kabak gibi ortada tutarak giriyor içeri..Bir fundamental eksikliği olarak gözüme çarptı..İçeri giren oyuncunun topu çok iyi saklaması gerekir ve en sonunda atacağı zaman topu ortaya çıkarması gerekir bakınız Charles Smith..36 yaşında adam ama takımın en çok mücadele eden ve kazanmayı isteyen ve bunu da performansıyla gösteren adam Charles Smith..Çok üzüldüğüm bir başka nokta da Efeslilerin vücut dillerinde hep bir durgunluk ve hep bir içden içe ağlayan insan hali gördüm..Yani böyle yürekten coşarak ve isteyerek oynayamıyoruz..Kimbilir belki de şu son Efes Pilsen'i kapatma meselesinden dolayıdır..O konuya da ayrıyetten bir yazı yazarak değineceğim ama daha sonra..

       İkinci yarısı heyecanlı seslerimizin kısıldığı ve izlemeye değer bir maç oldu..Her ne olursa olsun Fenerbahçe Ülker son topta da olsa kazanmayı bildi..Fenerbahçe cephesinden olaya bakmak isterdim ve çok şeyler de yazmak istiyorum ama onlara da değinirsem yazı çok uzayacak ve sıkıcı olmaya başlayacak..O yüzden Fenerbahçe cephesinin analizini Redvidigal'e bırakıyorum ve herkese saygılarımı sunuyorum..Perşembe günü yine Abdi İpekçi'deyiz yine takımımızı destekleyeceğiz ama her ne olursa olsun bizler basketbolseveriz hepsinden önce sporseveriz ve bu sporu seviyoruz...

25 Mayıs 2010 Salı

DOOM SERİSİ- KIYAMETİ DİZE GETİREN OYUN!


Merhaba arkadaşlar bir haftalık gecikmeden dolayı öncelikle hepinize özürlerimi sunarım. Başlığı görünce birçok oyuncu içinden şöyle bir şey geçirmiştir ‘’ Ah! Doom’mu ne oynardık be!’’. Evet bu hafta oyun dünyasının dahi ismi John Carmack’ın 1993 (yıla bir bak Türkiye’de PC mi vardı o zamanlar bizler atari salonlarını aşındırırdık o yıllarda) yılında kafasından çakan şimşeğin sonucu bütün dünyayı kasıp kavuran DOOM efsanesi var.
İlk doom öyle bir şeydi ki ilk defa karakterin gözünden oyun deneyimi yaşıyorduk akıllara zarar bir durumdu çünkü o zamana kadar kimse böyle bir oyunla karşılaşmamıştı her ne kadar şimdi bize bir flash oyunu gibi gelse de o günler için tam bir devrim yaratmıştı. Evimde o tarihlerde bilgisayar yoktu ben doom serisine doom II ile başladım ki o zamanlar 4mb S3 trio ekran kartım vardı o kare kare olan görüntülere hayran olmuştum. Öyle ki evde arkadaşlarla toplanıp başından saatlerce kalkmazdık. Doom ve Doom II peş peşe çıktılar konu olarak birbirlerinden çok da farklı değillerdi Mars’ta kolonileşme çabası gösteren insan ırkıyla çatışan Mars’lı yaratıkları öldürmeye çalışıyorduk. Ama Doom III o benim gözümde bambaşkaydı.


Önceki doom oyunlarında ana amaç bulunduğumuz bölgenin çıkış noktasını bulmak ve bölümün en güçlü yaratığını öldürmekti. Doom III’te durum değişti yaratıkları kesmenin haricinde ki esas konusu olan Mars’taki eski uygarlığın sırlarını çözebilmek için etraftaki ölü olan ya da bize yol gösterecek olan bilim adamı ya da rütbeli çalışanlardan bilgi toplayarak bölüm bölüm ilerlemek.

Yaratıklar olarak doom III gerçekten çok başarılı zombilerden tutun da radyasyon yüzünden mutasyona uğramış binlerce çeşit yaratık bulunmakta. Tabiki ebatlarına ve özelliklerine öldürülmeleride zorlaşıyor yapay zeka olarakta kaydedeğer bir durumdalar.

Silahlarsa tam bir görsel şölen hepsi birbirinden şahane o kadar çeşitliler ki bazen acaba hangisini kullansam die kafanız karışıyor.
Doom III gerek atmosferi , gerek bölüm haritaları gerçekten ince düşünülerek tasarlanmış konu olarak öyle abartılı detayları olan aman aman zorlayıp kafa karıştırıcı istemler barındırmıyor. Hatta bence bu bir kaç kelime kısaca özetler ‘’ öldür, bilgileri topla ve hayatta kal! ‘’. Şunuda belirtmeden geçemeyeceğim Doom III piyasaya çıktığı 2004 yılında o senenin en iyi oyunu ödülünü alır ve aynı yılın en iyi grafiklere sahip oyunudur. Henüz oynamamış bir arkadaşımız varsa bu benzersiz deneyimi keşfetmeli derim oynamış olanlar varsa ‘Bi nostalji yapsam da keyiflensem’ desinler şimdiden iyi oyunlar.

                                                                                                              Cahit Erdi Anlatır



Vitali ''BABA'' Klitschko Affetmez



       29 Mayıs Cumartesi gecesi Almanya'da Schalke futbol takımının 55 bin kişilik futbol stadyumu Veltins Arena'da  boksun babası Vitali Klitschko Polonya'nın şu anda Tomasz Adamek ile birlikte en iyi iki isminden biri olan Albert Sosnowski ile kapışacak..Karşılaşmayla ilgili değerlendirmelerime geçmeden önce bazı şeyler söylemek istiyorum..Yukardaki videodaki şarkı Ramstein Alman müzik grubu tarafından Vitali Klitschko için yazılmıştır..Bu şarkı eşliğinde Vitali ringe gelmekteydi eskiden fakat son maçlarında ben mi duyamıyorum acaba yoksa bilmediğimiz bazı sebeplerden dolayı mı bu şarkıyı kullanmıyor bilemiyorum..Ne olursa olsun şarkının sert havası Vitali Klitschko'nun sert yapısını ve demir gibi sert şampiyon karakterini ortaya çok güzel bir şekilde koymakta..Videonun başlangıcından 1 dakika 4 saniye geçtiği noktada Vitali'nin 2 tane eskivine çok dikkat etmenizi özellikle istiyorum..Ağır sıklette bu şekilde eskiv yapabilen hem de bu boyda ve kiloda bir başka boksör yok..Neyse biz geçelim Cumartesi geceki boks maçımıza..

       Öncelikle şuna bir açıklık getirmemiz gerekiyor..Herkes Vital'yi Sosnowski gibi ''Underdog'' yani profili ve kazanma şansı çok düşük bir rakip seçtiği için eleştiriyor..Fakat olayın arka yüzüne  de bir bakmak gerekiyor..Vitali önce Valuev'e hayatı boyunca bir boks maçından kazanamayacağı miktarda para teklif ederek maça davet etti hem de defalarca ve her seferinde de fiyatı yükselterek.Fakat bence aslında ve özünde boksör olmayan Valuev hem bu parayı geri çevirdi hem de dünyanın şu andaki 1 numarasıyla kemer maçına çıkma şansını tepti..Boksde çok sık kullanılan tabiriyle ''Korktu ve kaçtı ''..Vitali daha sonra asıl korkak tavuk Haye'ye ister Wembley'de 80 bin kişinin önünde istersen bir otoparkın arkasında baş başa kapışalım dedi elbette Haye'den yine ses yok..Çünkü daha önce 2 defa hem de sözleşmelere imzalar atılıp sözler verilmesine rağmen Klitschko kardeşlerden kaçmış ve ringe çıkmamıştı..E şimdi Vitali kiminle maç yapacaktı?? Kime söylese kaçtı duramadı karşısında..Belki 1 sene sonra en fazla 3 maç daha yapıp kariyerini sonlandıracak olan Vitali elbette bir boksör seçecekti ve uzun süre köşede oturup paslanamazdı..Burda göz ardı edilen bir başka nokta da şu..Aslında Sosnowski o kadar da kek bir rakip değil ama Vitali standardı o kadar yüksek ve boksseverleri o kadar bu yüksek standartlara alıştırmış ki Vitali kimi seçerse seçsin bu rakip de olur mu canım Vitali'ye yakışmadı falan deniyor..Hiç merak etmeyin kariyerini bitirmeden önce Vitali Klitschko muhakkak Haye ve Valuev'i o ringe yapıştıracaktır..Benim tahminim Sosnowski maçını sıkı bir antreman olarak görüp asıl Ekim-Kasım gibi Haye ile kapışarak hem de Wembley'de yani deplasmanda şovunu yaparak kariyerine son vermek istiyor..Vitali son röportajında bazı konulara da değinmiş.Diyor ki ''Sosnowski'nin hayatının en iyi form durumunda olduğunu umuyorum.Eminim ki son rakibim Kevin Johnson gibi kaçıp saklanarak karşılaşmayı bitirmeye çalışmayacaktır..Kemeri benden almak için her şeyini ortaya koyacağını daha önce söylemişti..Fakat ben çok iyi hazırlandım ve kesinlikle Sosnowski'yi küçümsemiyorum..Evet Sosnowski şu ana kadar boks dünyasında ünlü ve büyük bir isim olamadı fakat bu bir şey ifade etmez çünkü ringde benim kemerimi almak için çok güçlü olup elinden gelen her şeyi yapacağından eminim..Çok sıkı çalıştım ve çok iyi durumdayım eğer giderse 12 raundun hepsine hazırım..Schalke stadyumunda kardeşim Wladimir'in daha önce yaptığı gibi bir maça çıkacağım ve çok heyecanlıyım..Daha önce geldiğim bazı futbol maçlarından biliyorum ki atmosfer çok etkileyici..Aslında David Haye veya Valuev karşılaşmaları ilgi çekici olabilirdi fakat her ikisi de hem benimle hem de kardeşimle kapışmaktan korkuyorlar ve yanaşmıyorlar bizimle maç yapmaya.Fakat ne olursa olsun şu anda rakibim Sosnowski'den başka kimseyi düşünmüyorum..'' Vitali'nin antrenörü Fritz Sdunek de diyor ki ''Vitali inanılmaz bir şekle ve foma girdi ve bir kez daha boks yeteneklerini geliştirdi..Ayak hareketlerine çok fazla çalıştık ve 110 raunddan fazla sparring antremanı yaptık ve tek kelimeyle mükemmel durumda Vitali '' Evey karşılaşma öncesi Vitali cephesinden bu tür açıklamalar gelirken Sosnowski cephesinden gelen mesajlar klasikleşmiş mesajlar aslında..Çıkıp kemeri alacağım benden korksun,her şeyimi ortaya koyacağım vssvs türünde aslında karşılaşma öncesi okununca biraz heyecan yaratan fakat Vitali karşısında paçavraya dönünce yav hani asacaktın kesecektin sen o değil miydin birader dediğimiz türde laflar...Bu arada Vitali hafiften kirli sakal da bırakmış ve tam baba rolüne yakışmış..

       Hayattaki en büyük kabusum Vitali Klitschko'nun kaybettiğini görmek..Hele hele onu yere düşerken görmek sanırım benden çok ama çok şey götürür..Üzüntüden kalbim falan sıkışır sanırım..Fakat sağolsun Vitali baba beni hiç bir zaman mahçup etmedi ve zor duruma düşürmedi bu kez de aynı şeyi tekrarlayacağına eminim..Daha önceki yazılarımdan birinde de söylemiştim ama bir hatırlatma babında yeniden yazayım..Kariyerine 4,5 yıl ara verdikten sonra 37 yaşında ringlere dönen Vitali döndükten sonra toplam 39 raund boks yapmış ve bu 39 raundun istisnasız tamamını açık ara kazanmış..Sadece bu istatistik bile bir çok şeyi aslında bizlere anlatıyor..

       Gelelim maçın teknik analizine..Daha bugune kadar Vitali'den daha fazla yumruk çıkaran hiç bir rakibi çıkmadı..Doğal olarak Sosnowski'de daha az ve öz yumruklarla bir nakavt arayacak..Vitali'nin savunmadaki dehası ve gardı düşük mesafeyi koruyan boks tarzı Sosnowski'nin hem nakavt şansını en aza indiriyor hem de düşük gardlı Vitali'nin Sosnowski'ye çok fazla yumruk atacağını bizlere gösteriyor..Bu noktada karşılaşmanın ne kadar devam edeceğini Sosnowski'nin ne kadar yumruğa dayanıklı olduğu ve ne kadar yürekli olduğu belirleyecektir..Şimdi iki tür boksörden bahsedeceğim..Biri hem yumruk alan ve bu aldığı yumrukları göğüslemeyi çok iyi başarabilen yani sağlam boksörler ve aynı zamanda da bu yumrukları alırken aynı anda ivmeli,sert ve kontra yumruklar çıkarabilen boksör tipi..Örnek Corrie Sanders veya Danny Williams..Gerçi Danny Williams işin daha çok yumruk yeme kısmında başarılı ama o da zaman zaman etkili sert yumruklar çıkarabiliyor..İkinci tip boksörümüz ise tek amacı 12 raundu tamamlayıp nakavt olmamak adına köşe bucak kaçan ve saklanan boksör tipi..Örnek Kevin Johnson..İşte Vitali her tipte değişik karakterde boksörü yenebileceğini bizlere defalarca göstermişti..Her tarza uyum sağlayabilen bir efsanedir Vitali..Basketbolda da San Antonio Spurs'lu olduğum da göz önüne alınırsa ikisi arasında bir benzerlik de kurabiliriz aslında..Nasıl mı ? Hep ve ilk aklıma gelen örnek 2003 Batı finalleri ve aynı yılın finalleri..Hücum gücü yüksek Dllas ile 110 lu sayılarda yüksek tempoda karşılaşmalar oynayıp rakibini yenerken Spurs aynı sene finalde Nets ile 70 li 80 li sayılarda savunma ağırlıklı basketbol oynayarak rakibini yenip şampiyon olmayı başarmıştı..Aynı şeyi 2005'de yüksek tempolu Phoenix'i hücum ve yüksek tempo yaparak yenerken aynı sene finalde Detroit'i o meşhur savunmaların savaşında devirerek şampiyon olmuştu vsvs...Neyse işte Vitali de böyle bir boksör ve her tarza uyum sağlayabilen bir şampiyon..Verdiğim iki boksör tipinin ikincisini Wladimir şöyle tanımlıyor yani ringde kaçan boksörü '' Boksde en zor rakip sürekli kaçan ve yumruk yememek üzerine taktiğini kuran ve hiç yumruk atmayı düşünmeyen boksördür'' Evet bu tarz boksörler belki maç kazanamazlar ama karşısındakilerin performansını da doğal olarak aşşağıya çekerler ve rakip ne kadar iyi olursa olsun olduğundan daha az iyi görünmesine sebep olurlar..İşte Kevin Johnson da bu tarz bir rakipti ve Vitali'nin o maçtaki performansını eleştirenler bir de bu yönden baksınlar olaya derim..Ki o eleştirilen performansa rağmen tüm raundları açık ara alan ve rakibine yumruk sallamaktan resmen yorulan bir Vitali vardı ringde..

       Her boksör kendi güçlü olduğu yön üzerine taktiğini inşa eder..Bu açıdan bakınca elbette Wladimir'in tarzını eleştiremem hatta büyük saygı duyarım çünkü kendi stilini mükemmel bir şekilde eksiksiz ortaya koyarak rakiplerini çaresiz bırakıyor..Fakat yaptığ maçlar kendisinin maçları domine etmesinden biraz da olsa gerek sıkıcı bulunuyor ve az yumruk atmakla ve agresif olmamakla suçlanıyor küçük kardeş Wladimir..Boksu çok yakından ve teknik anlamda takip etmeyen ve sadece yılda bir kez televizyonun başına geçen bir bokssever için bu eleştiriyi çok iyi anlarım ve hak verebilirim..Ama sadece o kişinin gözünden bakarsak  hak verebilirim..Boks tekniği ve boks sporunun temelleri ve gerçekleri göz önüne alındığında ise kesinlikle bu kişilere hak veremem..İşte bu noktada Vitali kardeşi Wladimir'den ayrılıyor..Evet Vitali'de çok iyi savunmacı ve yumruk almıyor ama aynı zamanda sürekli rakibine vuruyor ve sürekli rakibini yıpratıyor adeta özeye özeye yeniyor..Bir ağırsıklet maçında görmeye alışmadığımız yumruk sayılarına çıkıyor Vitali Klitschko maçlarında..O zaman hani ayda yılda bir televizyon başına geçecek bokssever vardı ya o kişinin Vitali Klitschko'yu eleştirmeye hiç ama hiç hakkı yok..Evet geç televizyonun başıa yılda bir kere de olsa bu büyük şampiyonu izle ve o yılda bir zevk almak istediğin boksden sonuna kadar zevk al..Bu büyük efsane 40'ına merdiven dayamış olsa da...

23 Mayıs 2010 Pazar

DIEGO MILITO-INTER


 Bir takım düşünün yarıştığı bütün kulvarlarda finale kalsın. Bir takım düşünün oynadığı bu 3 final maçında gol yemeden galip gelsin. Bir forvet düşünün takımının bu final maçlarının tamamında takımına galibiyetleri getiren gollerin sahibi olsun. Bu bahsettiğim oyuncu Diego Milito ve takımı Inter.
 Önce olaylı Lazio maçından sonra Inter’e kin kusan şampiyonluktaki rakibi Roma ile Olimpiyat stadında İtalya kupası finaline çıktı Inter. Lazio maçı sonrası ortam o kadar gerilmişti ki söz düellolarının sonu gelmiyordu. Bu saha dışı gerginlik saha içine sirayet etti. Resmen sahada ki mücadele modern zamanın gladyatörleri seviyesinde ki savaş arenasına döndü. Bu gergin tabloda hatta çok zor şartlarda Inter rakibi Roma’yı 1–0 geçerek İtalya kupasını kazandı. Inter’e kupayı getiren golü Milito attı.

 Inter’in ikinci final niteliğindeki maçı ligden düşmüş olan Siena karşısındaydı. Maç öncesi Siena’nın başkanının Roma taraftarı olması ve oyuncularına 2 milyon dolar prim vaat etmesi maç öncesi yine gerginliğe sebep oldu. Zaten şampiyonluğun bu maç sonrası gelecek olması başlı başına gerginlik iken bu tarz maç öncesi açıklamalar işin tuzu biberi olmuştu. İnter her zaman ki rölanti futboluyla oyuna başlayıp devam ederken rakibi Roma’nın golleri geliyordu. Bu durum resmen Inter’li oyuncuların ayaklarına pranga vurmuş gibiydi. Sahada stresten ne yapacaklarını bilemez haldeyken sahneye yine o çıktı. Yani Diego Milito. Attığı kritik gol ile takımına İtalya Lig Şampiyonluğunu getirdi.

 Artık Inter de bütün gözler futbol takımları bazındaki en büyük kupa olan Şampiyonlar Ligini kazanmaya çevrilmişti. İnter bu kupayı en son 1965 yılında şimdiki kulübün başkanı olan Massimo Moratti’nin babası Angelo Moratti zamanında kaldırmıştı. Dile kolay tam tamına 45 yıldır bu en büyük kupadan uzaksınız. Mourinho yönetiminde Loser modundan çıkıp kazanan takım hüviyetini kazanan Inter’in tek eksiği bu kupaydı. Rakip Almanların en büyük takımı olan Bayern Münihti. Ne kadar Inter maç öncesi favori olsa da bu maçın sıkıntılı geçeceği belliydi. Yine oyun olarak gol yememeyi hedefleyen Inter’de sıkıntılı geçen dakikalarda devreye yine o çıktı. Diego Milito takımına Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğunu getiren o golleri attı. Bu gollerin en büyük özelliği birbirlerine çok benzemeleriydi. Bir forvet oyuncusu nasıl olmalı dersek adres kesinlikle Militodur.

MESSİKAKA23 AİLESİ YAZARLARININ MILITO HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Ufuk Çağdaş Erdem:’Kaleyle karşı karşıya kaldığında kalenin geniş boş olan tarafını hep görüyor ve göstere göstere atıyor. Herkes biliyor oraya atacağını,kaleci de biliyor ama adam öldürücü vuruş yapıyor.Daha ne diyeyim golcü böyle olur..’

Doctor Felix:’Bir Milito bir de Higuan karşı karşıya affetmez’

Ufuk Çağdaş Erdem:’Adam hem gol vuruşuyla hem süratiyle tam bir golcü. Hem süratli hem de ayağına hakim. Biz bunu Spurs’a alalım:-)'(Ufuk beğendiği basketbolcuların tamamını Spurs’a alalım der. Futbolcu olmasına rağmen Milito’yu da almak istiyor)

Redvidigal

YOK BÖYLE BİR MUHABBET,GÜLMEKTEN KARNINIZ AGRIYACAK:Hindi arama,hindi ben röportajdayım

1 NUMARAYA DİKKAT !!

LAKERS'IN EN İYİ 10 HAREKETİ

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails